Makale
Boğaziçi Üniversitesi Olayı
Durduk yerde nur topu gibi bir sorun daha icat ettik.
Boğaziçi Üniversitesine rektör atanması ile ortaya çıkan tartışmalar, ‘elit cemaat’ teması ile başladı. Tartışmalar, muhalefet partilerinin, merkezkaç siyasal unsurlarının ve terör örgütlerinin olaya müdahil olmasıyla birlikte ‘terör’ temasını yüklenerek devam ediyor. Bizim mahallenin çokça sevdiği ve oldukça kullanışlı; misyonerlik, sömürgecilik, Siyonizm, üst akıl, yerlilik, millilik, kahramanlar, hainler vb. kavramların tartışmaya boca edilmesi ile tartışma, kavga kıvamına dönüşmüş bulunmakta.
İddia, varsayım, kanı, kanıt ve realite hiyerarşisinin işaret ettiği ‘doğrulama’ mekanizmalarının işlemediği davanın/ kavganın toplumsallaştırılması süreçleri, bölünmüş toplumsallığımız gerçeği merkezinde deruhte edilen ‘kolay siyaset’ marifetiyle olayları, olguları, bilgi ve tutumları gittikçe daha çarpık bir hale getiriyor. Asgari müşterek zeminleri her bir olayda biraz daha hızlı eriyor. Mevcut durumda Türkiye toplumunu oluşturan kesimlerin esasa ait hususlarda asgari bir müşterekte buluşmaları neredeyse imkânsız.
Ak Parti tabanı olarak tarif edilen dindar, muhafazakâr, milliyetçi kitle, ‘kötülüklerin kaynağı bir kalenin daha fethedilmiş’ olduğu ilanı ile konsolide edilmeye çalışıldı. CHP’nin başını çekmiş olduğu muhalefet cenahı ise temel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırıldığı iddiasını seslendirmesinin ardından, temel refleksi doğrultusunda temel hak ve özgürlükler karnesi facia ölçüsünde kırıklarla dolu Kemalist rejimin tehlikede olduğunu bir daha ilan etti. Terör örgütlerinin arzı endamı gecikmedi. Her türden sivil direniş alanlarını ifsat etme noktasında hemen harekete geçebilen taşeron siyasal terör örgütleri, Boğaziçi Üniversitesi tepkilerini ‘bozuk düzen’ teması çerçevesinde saptırmaya çalıştı. LGBT Sosyal Terör Örgütü ise toplumun sinir uçlarını kanatma görevini ifa etmeye çalıştı.
Olağan talep ve itirazların seslendirilerek belirli bir toplumsal dinamizmin sağlanabildiği sivil alan çıkışlı direnişleri ifsat etme görevini üstlenen sivil toplum kuruluşu görünümlü terör örgütlerinin bir hak arayışı içinde olmadıkları, hak arayışını ‘terörize’ etmelerinden zaten belli bir durum. Bununla birlikte devletin/hükümetin güvenlik siyasası ile güvenlik bürokrasisinin, olağan itiraz ve talepleri seslendiren hak arayan ile hak arayışını ifsat eden terörist unsurlarını ayrıştırma ve izole etme noktasında pek hevesli olmadığı da gözlemlenmektedir. Boğaziçi Üniversitesinin kırılan kapısını kelepçe zinciri ile ‘tahkim’ edilme görüntüleri, ilk başlarda kripto FETÖ izi olarak izah edilmiş ama bu izahat kısa zamanda dolaşımdan kalkarak salt bir ‘kanun ve kolluk gücü’ sembolü olarak görsel hafızalarda yerini almıştır. Yasa ile kanun ayrımının bulanık bir mecrada aktığı Türkiye’de toplumsal hafıza, ‘kanun ve kolluk gücü’ sembolleri merkezinde acılarla dolu hatırata sahiptir.
10 Eylül 1971 tarihinden beri bir devlet üniversitesi olan Boğaziçi Üniversitesi ne Kemalizm’in bayraktarlığının yapıldığı bir cephe ne de ‘millet düşmanlarının’ konuşlandığı bir kaledir. Anglosakson/Anglo Amerikan’ bir eğitim anlayışının hüküm sürdüğü Boğaziçi Üniversitesinde terör teması ise en başta boşa düşmektedir. Boğaziçi Üniversitesi ‘kurumsal liberal’ yaklaşımı nedeniyle Kemalizm’i daha çok rahatsız etmiştir. Kaldı ki atanan yeni Rektör Metin Bulu, ‘pragmatik liberal’ anlayışın tipolojisini taşıyan birisi. Politik bir angajmana sahip olmayan ama her türden siyasaya sorunsuz eklemlenebilecek pragmatik liberal anlayışı çerçevesinde yeri ve zamanı geldiğinde kedisini ‘Kemalist’ olarak tanımlayabilecek bir genişliğe de sahip.
Ak Parti’ye yakın medya unsurlarının aklı başında fikir sahibi kalemleri, olaya mesafeli yaklaşmak adına tutuk bir tavır sergilemişler, hayli bir yekûn tutan Boğaziçi Üniversitesi mezunu ve mensubu Ak Partili kadro ve gönüllüleri ise âdet yerini bulsun kavlinden kırık tepki cümleleri kurmakla iktifa etmişlerdir. Sesi gür çıkanlar ise zihin yapısı tıpa tıp aynısı olan her iki ana cenahın ‘yandaş’ görünümlü ‘kifayetsiz muhterisleri’ olmuştur. Her bir kavganın parsasını toplamaya çalışan kifayetsiz muhteris güruhun çığlıkları, her defasında ‘kanun ve kolluk gücü’ sembollerinin hafızamıza kazınmasının, hafızamızın tarumar edilmesinin failleridir. Türkiye toplumunu hafızasız bırakan işte bu kifayetsiz muhteris güruhtur. Yakın tarih tartışmaları çerçevesinde yakın ve uzak tarihten hainler ve kahramanlar icat eden, toplumu hayaletler ile yaşamaya zorlayarak toplumu şizofrenik bir tedirginliğe duçar eden bunlardır.
Kurumsal olana, tutarlı bir geleneği bulunana, her bir toplumsal çalkantıda makul olanı arayan kanaat önderlerine, analitik zekâya, yüksek fikir erbabına, inceliğe, zarafete düşman kifayetsiz muhterisler her şeyi ama her şeyi ‘sıradanlaştırarak’ kendilerinin ulaşabileceği bir seviyeye indirme konusunda çok mahirdirler. Sergiledikleri maharet; Türkiye toplumunu oluşturan kesimlerin sinir uçları ile oynama üzerine kuruludur. ‘Yangın vaar!’ nidasının bir anlığına felç ettiği gibi toplumsal refleksi sürekli felç halinde tutmak isterler. ‘İrtica geliyor’ diyen ile ‘din elden gidiyor’ diyenler aynı zihnin farklı cenahlarda konuşlanmış izzet, ikbal, mazi ve istikbal hırsızlarıdır.
Boğaziçi Üniversitesi olayında vuku bulan ‘elit’ merkezli tartışmalarda kifayetsiz muhterisleri bütün açıklığı ile görmek mümkün. ‘Milletin değerlerine düşman kahrolası elitler’ diye başlayan cümleler ile ‘devlet ve rejim düşmanı kahrolası cahiller’ diye başlayan cümleler, vuku bulacak kavganın parsasını toplama girişimleridir. Gerçek bir elit gurubu toplumun sigortasıdır. En azından elit, ne alıp ne sattığını, neyin alınabileceğini, neyin satılabileceğini bilen kişidir. Türkiye’nin sahih varoluş tarihi kesitini 1923 ile 1950 tarihleri arasında sınırlayan ile Türkiye’nin sahih varoluş tarihini 2002-2021 (şimdilik) tarihleri arasında gören zihniyet aynı şekilde çalışmakta olup, bu zihniyet erbabı, hitap ettikleri toplumsal kesimlerin ‘değer yargılarının ticaretini’ yapmakla ile meşguldürler.
Türkiye siyasetinde teorik ve pratik planda üniversitelerin etkisi oldukça sınırlı olmuştur. Üniversitelerin rejimin korunup kollandığı ana mahfiller olduğu iddiası ise boş bir iddiadır. Zira Türkiye’de üniversite kurumunun bir geleneği olmadığı için bu koruma ve kollama görevinde üniversiteler ancak entelektüel bir baston mesabesinde görülmüştür. Önemlisi hali hazırda Türkiye’de bir rejim sorunu ya da bir rejim arayışı bulunmamaktadır. Başka bir yazı konusu olarak sorumuzu sorup yazıyı sonlandıralım: Türkiye siyasetinde üniversiteler, neden hak etmedikleri bir ağırlık atfedilerek denetim altında tutulması gerekli kurumların başında gelmektedir?
Henüz yorum yapılmamış.