Makale
Hiss-i müşterek
DüÅŸüncelerimiz, hissiyatımız, hayallerimiz, edindiÄŸimiz hayat tecrübeleri derûnumuzda bir bütünlük oluÅŸturuyor mu? Bizler hayat sürerken önümüze çıkan bir ‘ÅŸey’in ne olduÄŸuna, nice olduÄŸuna, nasıl olduÄŸuna, nereden geldiÄŸine, nereye doÄŸru gittiÄŸine dair bir ‘his’se sahip olurken, iç irtibatlarımızdan, iç oluÅŸumuzdan, öz hissiyatımızdan, fıtrî cevherimizden ne kadar besleniyoruz? Bunu söylerken aslında insanın tabiatının hakiki iÅŸleyiÅŸine, hakikatle fıtrî bağına atıfta bulunmuÅŸ oluyoruz. Hal böyle deÄŸilse, bu tabii iÅŸleyiÅŸte kırılma ve aksaklıklar mevcutsa, devrelerdeki bir arızadan, bir kopukluktan, insanla fıtrî kabiliyetleri arasına tabii olmayan birtakım engellerin girmesinden söz etmek durumundayız.
Hay bin Yakzan’da geçip gidilmemesi, kerteriz alınması gereken ÅŸöyle bir izah var: “Eski ruhbilimciler, insandaki dış duyulardan baÅŸka, beÅŸ de iç duyu kabul ederlerdi. Bunlar bellek (hafıza), sezgi (vahime), imgelem (muhayyile), anımsama (müzekkire) ve düÅŸünme (müfekkire) idi. Bu beÅŸ duyu, bir ortak duyuda (hiss-i müÅŸterek) birleÅŸirdi.”
Bir hiss-i müÅŸterek ile mi bakıyoruz hayata, insana, eÅŸyaya bugün? Hafızamız kurgulanmış, sezgilerimiz manipüle edilmiÅŸ, hatırımız örselenmiÅŸ durumda büyük ölçüde. Muhayyilemiz iÅŸgal altında, tefekkürümüz devre dışı neredeyse! Kimler neyin hayalini kuruyor bir bakalım? Reklam ve propagandaların oltasına gelmeyen kaç tane hayalimiz var? Etiketi olmayan neyi arzuluyoruz? Neyi etkileyici, güzel, cazibeli bulurken kendi iç temayüllerimizden yola çıkıyoruz? Neyi baÅŸkalarından duymadan, ezberlere kapılmadan, kendi aklımızla kendi fikrimizle anlıyoruz? Neredeyse tamamen kodlanmış bir dünyanın insanlarıyız biz. Bize hazır verilenin yerine kendi muhakeme ve muhayyilemizden aldığımızı koyabilmek için en ufak bir gayretimiz yok. Daha kötüsü böyle bir farkındalığımız da yok! Üç aÅŸağı beÅŸ yukarı hepimizi aynı kiÅŸi yapan bir büyük felaket bu ve yazık ki pek de rahatsız deÄŸiliz bundan!
İnsan içinden sonsuza bakma kabiliyetiyle yaratılmıştır. Öyle olmasaydık ‘son’u olmayan hiçbir ÅŸeyi kavrayamazdı zihnimiz. Görmemek için büyük bir gafletle gözlerimizi kapattığımız hakikati bilelim o zaman! Bizi olduÄŸu-muzdan çok daha az kılanın ne olduÄŸunu anlayalım! Ve ÅŸunu itiraf edelim: Varlığın sonsuz geniÅŸliklerine zihnini ve kalbini kapatan, dış duyularından aldığının ötesine akıl erdiremeyen, fıtratının enginliÄŸine aykırı bir dünya kafesine kendini mahkûm ederek daraldıkça daralan insan bu gafletin kurbanıdır.
Ahmet Murat, ‘KuÅŸlarla Sohbetin Åžartları’ isimli güzel kitabında ÅŸöyle bir anekdot aktarıyor: “BBC, vakti zamanında çocuklar arasında bir araÅŸtırma yapar. Soru ÅŸudur: “Televizyonu mu yoksa radyoyu mu daha çok seviyorsun?” Sonucun televizyon lehine çıkmış olduÄŸunu bilmek için kâhin olmaya gerek yok. Ama ÅŸaşırtıcı olan ÅŸu ki, bazı çocuklar da radyoyu tercih etmiÅŸlerdi. Bu çocuklardan birinin “Niçin radyo?” sorusuna verdiÄŸi cevap ÅŸuydu: “Çünkü radyo dinlerken daha güzel ÅŸeyler görüyorum.”
Daldaki bir kuÅŸ daldaki bir kuÅŸtan mı ibarettir? Åžairleri topla da sor bakalım; dalda kaç dal var, kuÅŸta kaç kuÅŸ var?
Görsel bir taarruzla karşı karşıyayız her gün. Bitip tükenmeyen propagandalara, güdülemelere maruz kalıyoruz. Her saniye dikkatimizi beÅŸ duyumuzda tutacak meÅŸgaleler üretiliyor. Zihnimiz abur cubur ÅŸeylerle tıka basa dolduruluyor her an. Bizi kendimizle baÅŸ baÅŸa bırakacak hemen her an sıkıcılıkla, boÅŸlukla, dayanılmazlıkla yaftalanıp elimizden alınıyor. Kendimize gelebileceÄŸimiz bütün yollar bin bir türlü zamane icadıyla sürekli tıkanıyor. Bilincimiz, muhayyilemiz, muhakememiz esaret altında… Ve sonsuzla, sonsuzlukla, deruni nazarla, içimize ferahlık katacak geniÅŸliklerle, özümüzden damıtabileceÄŸimiz zenginliklerle irtibatımız neredeyse tamamen kesik! İçimiz çok sıkılıyor, çünkü hiçbir yoldan bize ulaÅŸamıyor!
“Öyle derin bir nazar kıl ki!” dedi meczup, “gördüklerinin içinde göremediklerin de ışıl ışıl ışıldasın!”
https://www.yenisafak.com/yazarlar/gokhan-ozcan/hiss-i-musterek-4728463
Henüz yorum yapılmamış.