Sosyal Medya

Makale

Müstağnilik -Kendine Yeterlilik İddiası- ve İnsanın Hakikati

İnsan hangi ilkelere ve prensiplere tabi ise, ona uygun bir duruÅŸ sergilemekle yükümlüdür. Bu, iddia ile eylemin örtüşmesi, söz ile fiilin aynı dili konuÅŸması demektir. KiÅŸi, neye ve niçin inandığını derinlemesine idrak eder ve inandığı deÄŸerleri tüm benliÄŸiyle kuÅŸanırsa hem itibarı hem de inandırıcılığı artar. Bu, "altı kaval, üstü ÅŸiÅŸhane" olmama, yani çeliÅŸkiler yumağına dönüşmeme erdemidir. KiÅŸinin sahip olduÄŸu rengi her zeminde, her durumda muhafaza etme çabası, onun tutarlılığının ve iradeli duruÅŸunun en açık göstergesidir. Bu yazıda, modern insanın en büyük yanılgılarından biri olan "kendine yeterlilik" (müstaÄŸnilik) iddiasını, İslami düşünce sistematiÄŸi içinde ve Rabbimizin "el-Ganî" isminin tecellisi baÄŸlamında ele alacak; insanın aslında "fakir" (fakîr) olan yaratılış gerçeÄŸiyle yüzleÅŸmesinin, onu nasıl ahlaki ve ruhi bir olgunluÄŸa taşıyacağını irdeleyeceÄŸiz.

1. Mutlak Zenginlik: El-Ganî ve MüstaÄŸnî Olan Yalnızca Allah'tır

"Ganî" kelimesi, zengin, hiçbir ÅŸeye muhtaç olmayan, kendi kendine yeten, eÅŸsiz ve benzersiz olan demektir. Rabbimizin esmasından biri olan "el-Ganî", mutlak ve sonsuz bir zenginliÄŸi ifade eder. O, tüm âlemlerden müstaÄŸnidir; varoluÅŸsal gerçeklik içinde her ÅŸey O'na muhtaçtır, fakat O hiçbir ÅŸeye muhtaç deÄŸildir. Bu isim, "es-Samed" ismiyle de akrabadır. "Samed", parçalanamaz, bütün, güçsüz düşürülemez ve her türlü ihtiyacı gideren demektir. Rabbimizin zenginliÄŸi, sonradan kazanılan veya kaybedilebilen bir zenginlik deÄŸildir; O, zatı itibarıyla ve ezelden ebede mutlak Ganî'dir.

Buradan hareketle, "müstaÄŸnî" olma vasfının da sadece ve sadece Allah'a ait olduÄŸu hakikatiyle karşılaşırız. İnsan ise, bu mutlaklığın karşısında sınırlı, sonlu ve mukayyet bir varlıktır. Allah için mutlak olan her sıfat (hayat, kudret, zenginlik), insan için belirli bir ölçü ve sınır içinde tecelli eder.

2. İnsanın Yaratılış Gerçeği: "Fakir" Olmak

Yüce Allah, Fâtır Suresi'nin 15. ayetinde insanlığa hitaben şöyle buyurur: "Ey insanlar! Sizler Allah'a muhtaç (fukarâ) olanlarsınız. Allah ise, hiçbir ÅŸeye muhtaç olmayan (Ganî) ve her türlü övgüye layık olandır."

Bu ayet, insanın metafizik konumuna dair çarpıcı bir tespittir. Bizler "fukarâ"yız; yani yoksul, çaresiz ve her an Rabbimize muhtaç haldeyiz. Sahip olduÄŸumuzu zannettiÄŸimiz her ÅŸey –nefes, saÄŸlık, mal, mülk, bilgi– aslında bize verilmiÅŸ birer emanettir ve O'nun dilemesiyle varlığını sürdürür. Bizatihi kendimizden kaynaklanan, kalıcı ve mutlak bir zenginliÄŸimiz yoktur. Bu, bir eksiklik deÄŸil, yaratılmışlığımızın doÄŸal ve kaçınılmaz bir gerçeÄŸidir. İnsanlar ve tüm varlıklar, birbirine muhtaç olacak ÅŸekilde yaratılmıştır. Doktor hastaya, hasta doktora; öğretmen öğrenciye, öğrenci öğretmene muhtaçtır. Bu karşılıklı bağımlılık, kâinattaki ilahi düzenin ve sosyal hayatın temelidir.

3. İnsanın Azgınlaşma Sebebi: Kendini Müstağni Sanması

Alak Suresi'ndeki ayetler, insan psikolojisinin bu temel gerçeÄŸi nasıl görmezden geldiÄŸini anlatır: "Hayır! Gerçek ÅŸu ki, insan azar. Kendini kendine yeterli gördüğü için (istaÄŸnâ)." (Alak, 6-7)

İnsan, Rabbi karşısındaki fakirliÄŸini unutup, elindeki nimetleri kendi gücü ve becerisiyle elde ettiÄŸini zannettiÄŸi, kendini yeterli görmeye baÅŸladığı an, azgınlaÅŸmanın eÅŸiÄŸine gelir. Bu "istiÄŸna" hali, yani kendini müstaÄŸni addetme yanılgısı, Firavun'un "Ben sizin en yüce rabbinizim!" (Nâziât, 24) sözünde en uç noktasına ulaÅŸan bir küstahlıktır. Firavun, sorgulanamaz, dokunulamaz ve yargılanamaz olduÄŸunu iddia ederek, ilahlık taslamıştır. Bu, gömleÄŸin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesidir; temeldeki bir yanılgı, kiÅŸiyi tamamen batıla sürükler.

Modern çağın Firavunları da benzer bir mantıkla hareket eder: "Yerin altında 70 metre inilebiliyoruz", "nükleer başlıklı füzelerimiz var", "silah sanayisinde bir numarayız", "şu kadar altın stokumuz var" gibi maddi güç göstergeleri, onlara kendilerini mutlak güç sahibi, müstağni bir varlık gibi hissettirebilir. Oysa bu, büyük bir yanılgı ve en tehlikeli zaaflardan biridir.

4. BeÅŸer Düzleminde İki Karakter: Åžâkir ve Kâfir

İnsanoÄŸlu, kendini müstaÄŸni görme yanılgısı karşısında temelde iki farklı karakter sergiler: Åžâkir (şükreden) ve Kâfir (nankörlük eden, nimeti örten).

Åžâkir (Kanaat ve Sükûnet Ehli): Bu kimse, sahip olduÄŸu her ÅŸeyin Allah'tan geldiÄŸinin bilincindedir. Bu bilinç ona "kanaat ahlakı" kazandırır. Kanaat, azla yetinmek deÄŸil, sahip olunanı Rabb'inin bir lütfu bilip onun kıymetini bilmek ve O'na şükretmektir. Bu ahlak, kiÅŸiye bir "sükûnet" ve "dinginlik" verir. GösteriÅŸ, ÅŸatafat, kibir ve bencillikten uzak, sade ve mütevazi bir hayat sürer. Bedevi literatüründeki "zengin" tanımı bu hakikati ne güzel özetler: Çölde kendine yetecek çadırı, suyu ve devesi olan kiÅŸi zengindir. Bu tanım, lüks ve israfa deÄŸil, asgari ihtiyaçların karşılanmasına ve bir "yeterlilik" duygusuna iÅŸaret eder. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Duha Suresi'nde "Seni fakir bulup zengin etmedi mi?" ayetiyle iÅŸaret buyurulduÄŸu üzere, maddi bir servetle deÄŸil, bir "kanaat ahlakı" ve "şükür bilinci" ile zenginleÅŸtirilmesi buna örnektir. Åžâkir insan, malın mülkün deÄŸil, hizmetin efendisidir. Peygamberimiz'in (s.a.v.) "Bir kavmin efendisi, onlara hizmet edendir" sözü, bu anlayışın özüdür.

Kâfir (Nankör ve Hırs Ehli): Bu kimse ise, nimetin kaynağını görmezden gelir, elindekileri kendi çabasının ürünü zanneder. Bu, onu "muhteris" (aşırı hırslı) ve "müstekbir" (kibirli) bir karaktere sürükler. Muhteris, hırsı uÄŸruna helal-haram tanımaz, hukuk tanımaz, baÅŸkalarının hakkını çiÄŸner. Müstekbir ise, kendini herkesten üstün görür, Narsist gibi kendine aşık olur, her ÅŸeyin kendi etrafında dönmesini ister. Bu karakter, "istiÄŸna" iddiasının insanda yol açtığı tahribatın sonucudur. Hırs, aÄŸacı içten kemiren bir böcek gibi, insanın iç dünyasını çürütür. Gözün midesi, midenin gözünden daha büyüktür; fiziki kapasite sınırlı olsa da sonsuz bir açgözlülük ve doymazlık baÅŸlar. Bu durum, İbrahim Suresi 7. ayette ifade edildiÄŸi üzere, nankörlüğün azabı ÅŸiddetli kılması gerçeÄŸiyle de uyumludur.

5. Tevhidî Bütünlük ve İslami Düşüncenin Dört Temel Sıfatı

İslami düşünce sistemi, insanın bu çelişkilerden kurtularak tutarlı bir hayat sürmesini sağlayan bütünlüklü bir perspektif sunar. Bu perspektif dört temel sıfatla öne çıkar:

1.  Tutarlıdır: Tevhid inancı, hayatın tüm alanlarında bir bütünlük ve uyum öngörür. Yaratan ile yaratılan, insan fıtratı ile kâinat, ruh ile beden arasında bir tenasüp (uygunluk) vardır. "Bismillah" ile baÅŸlanan bir sofrada, baÅŸlangıç zikir, ortası nimetleri tefekkür, sonu ise şükürdür. Bu, bir bütünlüktür. DiÄŸer bazı beÅŸerî ideolojiler ise tutarsızdır; bir yaratıcıyı kabul edip hayata müdahil olmadığını söylemek gibi çeliÅŸkiler barındırır.

2.  Anlaşılırdır: İslam, insana "Nereden geldim? Nereye gidiyorum? Benim vazifem nedir?" sorularına net, mantıklı ve anlaşılır cevaplar verir. BeÅŸerî ideolojilerin çoÄŸunun ölüm ötesi ve ahiret inancı yoktur; "Ot olacaksın" gibi, insan fıtratına ve aklına hitap etmeyen, anlaşılmaz cevaplarla yetinir.

3.  Uygulanabilirdir: İslam'ın öngördüğü hayat tarzı, insan fıtratına uygundur. "Bismillah" deyip aldığımız doÄŸal gıdalar, bünyemizle tanışıktır; nerede nasıl kullanılacağını bilir. Bu, bir civata-somun iliÅŸkisi gibi uyumludur. DiÄŸer sistemler ise insan fıtratıyla savaÅŸan, sürdürülebilir olmayan düzenekler sunar. ÖrneÄŸin, insan fıtratına aykırı eÄŸilimleri "demokratik" addedip normalleÅŸtirmek, toplumun devamlılığını tehlikeye atan, uygulanabilir ve sürdürülebilir olmayan bir yaklaşımdır.

4.  Sürdürülebilirdir: Yaratılışla, yaratılan arasındaki dengeyi (mîzan) korumayı esas alan İslami yaÅŸam, doÄŸal olarak sürdürülebilirdir. GDO'lu mamuller, kimyasal bileÅŸenler, fıtratla çatışan yaÅŸam tarzları, onkoloji ünitelerini dolduran yeni hastalıklar üretirken; İslam'ın temiz, ölçülü ve doÄŸal olana yönelik prensipleri hem birey hem de toplum saÄŸlığı için sürdürülebilir bir yol haritası çizer.

6. Muvahhit Kimliğin Sıfatları: Hakikate Odaklanmak

Kendini müstağni addetmekten kurtulmuş, Rabbine karşı fakirliğini idrak etmiş bir mümin (muvahhit), belli bir karakter ve ahlak üzere yaşar:

Emanet Şuuru: Sahip olduğu her şeyin geçici bir emanet olduğunu bilir. Mülkiyet iddiasında bulunmaz; "Varlık emaneti, mülkiyet değildir" prensibini benimser. Seküler mantığın odaklandığı "hakimiyet" ve "egemenlik" yerine, "hakikat"e odaklanır. Egemenlik kayıtsız şartsız Allah'ındır.

Velayet Ahlakı: Rekabetin değil, velayetin (dostluk, kardeşlik, yardımlaşma) peşindedir. "Birbirinizin velisi olun" emri gereği, elindekini paylaşır, sıkışana yardım eder. Rekabet ilişkisi şeytanidir, velayet ilişkisi ise rahmanidir.

Ders ve Dert Sahibi Olmak: Derdi olanın dersi, dersi olanın derdi olur. Sürekli bir öğrenme ve hakikati anlama çabası içindedir. Bu, onu İdris (a.s.) gibi bir "müderris" olma yolunda ilerletir.

Fanilik Bilinci: Elinde olan her ÅŸeyin (saÄŸlık, mal, eÅŸ, dost) bir gün çıkabileceÄŸinin, bunların hepsinin sınırlı ve geçici olduÄŸunun farkındadır. Bu bilinç, ona dünyaya karşı bir kanaat ve sükûnet kazandırır.

Malın Efendisi Olmak: Servetin kölesi değil, efendisidir. Mal onu yönetmez, o malı Allah'ın rızası doğrultusunda yönetir. Bu dünyadan ahirete, malını "sevk eder", yani hayır yollarında harcayarak ebedi yatırım yapar.

İnsanın "kendine yeterlilik" iddiası, Firavuni bir yanılgıdan ibarettir. Hakikat, Fâtır Suresi'nin beyan ettiÄŸi gibidir: "Ey insanlar! Sizler Allah'a muhtaç (fukarâ) olanlarsınız. Allah ise, hiçbir ÅŸeye muhtaç olmayan (Ganî) ve her türlü övgüye layık olandır."

Bu hakikati kavrayan mümin, iddiası ile eylemini denk düşüren bir duruÅŸ sergiler. O, müstaÄŸni olma kibri yerine, fakir olma tevazuu kuÅŸanır. Bu tevazu, onu kanaat, şükür, sükûnet ve velayet ahlakına götürür. Elindeki nimetleri bir emanet bilir, onlara mülkiyet iddiasıyla deÄŸil, şükran ve sorumluluk bilinciyle yaklaşır. İslam'ın tutarlı, anlaşılır, uygulanabilir ve sürdürülebilir düsturları, ona bu yolda bir rehber olur.

Nihai hedef, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) "Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim" buyruÄŸu mucibince, müstaÄŸnilik iddiasının yıkıntıları üzerine inÅŸa edilmiÅŸ mütevazi, ÅŸâkir ve muvahhit bir kimliÄŸe bürünmektir. Rabbimiz, bizleri kendine muhtaç olduÄŸunun idrakinde olan, malın ve mülkün deÄŸil hizmetin efendisi olan, iddiası ile eylemi örtüşen kullarından eylesin. Güzel ahlakı tamamlanmış bir ömür nasip etsin ve bizi ebedi yurdunda yüzümüzü güldürsün.

Yasin AydoÄŸan

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.