Sosyal Medya

Allah'ı anlamak mümkün müdür?

İnsan, Allah tasavvurunu dışsal etkenlerle oluşturur. Önce ailesi, sonra okul, sonra kendi kişisel çalışmaları, çevresi, adetler, kültür, üzerine yaslandığı tarihi havza, coğrafya ve medeniyet.



Ä°nsanoÄŸlu doÄŸumundan ölümüne kadar idame ettirdiÄŸi yaÅŸamını, zaruri ihtiyaçları ve keyfilikleri haricinde cevabını aradığı soruların üzerine inÅŸa eder. Ä°nsan soru sorar, her soru yeni bir soru getirir beraberinde (her cevap da), cevabın ise gelip gelmeyeceÄŸi meçhuldür. Bazı sorulara cevap bulmak için bir ömür yetmez, daha fazlasına ihtiyaç vardır. Ve cevapsız her soru, sancıdır. MuÄŸlaklık, mutlak bunalımdır.

Ä°nsanın en temel sorusu yaratıcı ile kurduÄŸu/kuracağı/ kuramadığı iliÅŸki üzerine gerçekleÅŸir. Kastım Allah’ın olup olmaması, Allah’ın kendisinden daha güçlü bir canlı yaratıp yaratamayacağı gibi yanlış sorular deÄŸil, Allah’ı/Tanrı’yı/Yaratıcıyı anlayıp anlamamanın mümkün olup olmaması gibi gerçek sorulardan bahsediyorum.

Ä°nsan, Allah tasavvurunu dışsal etkenlerle oluÅŸturur. Önce ailesi, sonra okul, sonra kendi kiÅŸisel çalışmaları, çevresi, adetler, kültür, üzerine yaslandığı tarihi havza, coÄŸrafya ve medeniyet. Hepsinden ortaya bir tasavvur çıkar ve insan sahip olduÄŸu tasavvurun hepsinden mülhem olduÄŸunu anlamaz. Anladığı andan itibaren ise sorular sormaya baÅŸlar. Anlamadan önce sahip olduÄŸu Allah tasavvuru, insanın Tanrısını biricik kılar. Tek Allah itikadından ayrı bir ÅŸey söylüyorum. Peki, sorular sormaya baÅŸladığı andan sonra tasavvurundaki Allah, ona özel ve biricik olmaktan çıkar mı? Çıkmaz. Bilakis, daha da özel ve biricik bir Tanrısı olur kiÅŸinin. Çünkü herkes, tek tek bütün insanlar özel ve biriciktir ve Allah her ÅŸeyden münezzehtir. Allah iki farklı insana aynı ÅŸekilde tecelli etmeyeceÄŸi gibi, bir insana da iki kez aynı ÅŸekilde tecelli etmez. Dolayısıyla herkesin “zannındaki” inanç kendine hastır. Ä°bn’ül Arabi buna ilahi mutekad der, yani inanılan ilah. Nitekim bir kudsi hadiste Allah “Ben kulumun zannı üzereyim” buyurmaktadır. Burada akla “O zaman herkes doÄŸruya inanmaktadır, kimsenin cehenneme gitmemesi gerekir” gibi bir soru gelebilir. Gelmelidir de. Cevap, Muhammedilikte saklıdır. Biz ancak kendi zanlarımızla bir Allah tasavvuruna sahip olacağımız için, Allah’ı en doÄŸru ve en iyi bilen Hz. Muhammed Efendimiz’e uyarak kurtulabiliriz. Rasulullah’a uyan herkes aynı Allah tasavvuruna sahip olacak mı derseniz, hayır olmayacaktır tabii ki de. KiÅŸi hükmü altında olduÄŸu esmanın, yani kendi özel Rabbi’nin mahiyeti ölçüsünde bir tasavvura sahip olacaktır.

Ä°nsan, belirli farkındalıktan sonra sorular sorduÄŸunda, zihninde oluÅŸan Allah tasavvuru, esasında Allah’ı anlama çabasının ürünüdür. Biz Allah’ı ne kadar anlamaya çalışırsak, zihnimizdeki tasavvur o derecede etkilenecektir. Perspektifi geniÅŸ tutmak zorundayız: Dünyada gerçekleÅŸen onca kötülüÄŸün sebebini dahi (Madem Allah var, kötülük neden var? vb.) sorduÄŸumuzda, anlamaya çalıştığımız ÅŸey Allah’ın kendisidir. Ä°bn’ül Arabi, Nuh kıssasını Füsus’ta yorumlarken tenzih-teÅŸbih iliÅŸkisi üzerinden ele alır. Nuh’un kavmi Allah’a teÅŸbih üzerinden iman etmektedir. Nuh ise kavmini tenzih üzerinden imana çağırmaktadır. Ä°bn’ül Arabi’ye göre eÄŸer Hz. Nuh kavmini hem tenzih hem teÅŸbih üzerinden imana çağırsaydı kavmi iman edecekti. TeÅŸbih, Allah’ı benzetmek, tenzih ise Allah’ı benzerlikten münezzeh kılmaktır. Allah da Kuran’da her ÅŸeyden münezzeh olduÄŸunu belirtmektedir. Ancak Ä°bn’ül Arabi’ye göre Allah’ın her ÅŸeyden münezzeh olması hem tenzih hem de teÅŸbih içerir. Bu kez Allah’ı hiçbir ÅŸeye benzememesine benzetmiÅŸ oluruz. Tam da aynı sebeple Allah hiçbir ÅŸekilde tanımlanamaz. Ne dersek diyelim Allah’ı kayıtlamış ve sınırlamış oluruz. Hatta Allah’ın tanımlanamaz oluÅŸu da bir tanımdır. Dolayısıyla paradoksa çıkar konu. Ki varlığın birlenmesi iÅŸimize burada yaramaktadır: Varlık birlenmediÄŸi takdirde dini meseleler paradoksa çıkmaya mahkûmdur!

Allah’a A’dır dediÄŸimizde teÅŸbihte bulunmuÅŸ oluruz. Allah’a A deÄŸildir dediÄŸimizde tenzihte bulunmuÅŸ oluruz. Allah hem A’dır, hem de A deÄŸildir. Ama aynı zamanda Allah ne A’dır, ne de A deÄŸildir. Allah’ın Zat’ını Kendi’sinden baÅŸkası bilemez. BilemeyeceÄŸi için de her tanım, açıklama yanlıştır, çünkü soru yanlıştır. Allah’ı anlamak mümkün deÄŸildir. Allah’ı anladığımızı düÅŸündüÄŸümüzde kendi tasavvurumuza inanmış oluruz aslında. O mutlak doÄŸru deÄŸildir, o bize ait doÄŸrudur. Bazı soruların bu yüzden cevabı yoktur çünkü soru, yanlış sorulmuÅŸtur. Allah’ın bizi imtihan ettiÄŸine inanırız ama bizi neden imtihan ettiÄŸini sorduÄŸumuzda tatmin edici bir cevapla karşılaÅŸmayız. Çünkü soru yanlıştır. Öyle bir soru olamayacağı için sorunun cevabı da yoktur. O soru, Allah’ın “Ben gizli bir hazineydim” dediÄŸi mertebede, Kendi’sinden Kendi’sine sorup cevapladığı bir sorudur.

Wittgenstein “KonuÅŸulamayan hakkında susulmalı” demiÅŸti. Yunus Emre ise “Ya ben öleyim mi söylemeyince” dedi. Wittgenstein hakikati anlamaya çalışmıştı çünkü. Yunus Emre anlamaya çalışmadı, o arzuladı, yandı ve yaÅŸadı. Yunus Emre yaÅŸadığı için susamazdı, dile getiremediÄŸinde ölecek gibi olurdu. Yunus Emre dile getirebildi mi peki? Ancak yaÅŸayanların anlayabileceÄŸi bir ÅŸekilde dile getirebildi. YaÅŸayamayanların anlayamayacağı âleme tasavvuf dendi. Neden yaÅŸayamadıklarına gelince ise… Sordukları sorular yanlış olduÄŸu için aldıkları cevaplar da yanlış oldu çünkü. Allah, sorulardan da münezzehtir! Allah ancak yaÅŸayarak zevk edilir. YaÅŸayan da, yaÅŸadığında, asıl yaÅŸayanın kendisi olmadığını görür! O halde soruların içinde debelenmekten azade kılalım kendimizi. Çünkü yaÅŸadığımızı zannediyoruz ama aslında yaÅŸamıyoruz. Allah ise “zannımız üzere!”

Ä°nsan, Allah tasavvurunu dışsal etkenlerle oluÅŸturur. Önce ailesi, sonra okul, sonra kendi kiÅŸisel çalışmaları, çevresi, adetler, kültür, üzerine yaslandığı tarihi havza, coÄŸrafya ve medeniyet.

 

Yasin Tacar / Cins Dergi

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.