Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Tursun Beg'in dilinden Kostantıniyye’nin fethi

Kostantıniyye'nin alınması hayali, daima bahtı açık padişahın, yatak arkadaşı, yani rüyası olduğundan sürekli olarak adını dilden ve fikrini gönülden gidermez, elde edilmesi için acele edilmesine işaret ederdi.



Gazi Sultan Mehmed'in tahta çıkması
 
Sultan Murad Hân, öte dünyaya göçtüÄŸünde Sultan Mehmed'in bahtının buyrultusu öncelik divanında "Biz seni yeryüzünde bir halife yaptık." damgasıyla damgalanmıştı. Karşı çıkan ve karşı duran olmaksızın Manisa'dan gelip Hicretin 855. yılında (Milâdî 1451) PerÅŸembe günü saltanat tahtına çıktı… Ve Allah için, Allah yolunda kılıç kuÅŸandı. Kesin niyetle yöneliÅŸ atının arkasına sonuç alıcı gayret eyeri koyup, zafer gösteren dizgini gazâ yönüne salmayı kendisine farz-ı ayın bildi. Öyle bir yiÄŸit ki sürüp giden olayların akışı içinde Devletin temelleri yerleÅŸinceye kadar uyku uyumamış.
 
Boğazkesen Kalesi'nin yapılmasının nedeni
 
Kostantıniyye'nin alınması hayali, daima bahtı açık padiÅŸahın, yatak arkadaşı, yani rüyası olduÄŸundan sürekli olarak adını dilden ve fikrini gönülden gidermez, elde edilmesi için acele edilmesine iÅŸaret ederdi. Her ne kadar devlet erkânı ve sultanın yakınları açık ve kapalı olarak Kostantıniyye'nin dayanıklılığını ve saÄŸlamlığını, eski hükümdarların ele geçirilmesi niyetiyle hazineler harcayıp ordu topladıklarını, ancak yol bulamadıklarını kulağına salarlardı. Ve ona el uzatmanın karışıklığa yol açması kuruntu ve olasılığını dile getirirlerdi. Bu ÅŸekilde ne kadar bu düÅŸünceyle yatıp kalkmasını unutma girdabına atalım diye giriÅŸimde bulunurlarsa da o aslâ iltifat etmezdi. Ä°lk olarak kazâ gibi yerine gelen buyruÄŸu "Ä°stanbul'un üst yanında, boÄŸazda bir kale yaptırılsın." diye çıktı. O "boÄŸaz" denilen yer görenlere malûmdur, ama görmeyenlerin gönlünü onu ayrıntılı bir biçimde anlatarak açmak hikâyeye güzellik katıcı olduÄŸundan ÅŸöylece yazılıp gösterildi: Sonsuz bağışta bulunan Hakk'ın sınırsız gücüyle sanki Karadeniz'in taÅŸkınlığının birbirine çarpan dalgalarından bir daÄŸ yarılmış, Karadeniz'den bir nehir ayrılıp, Nil'den büyük ve Tuna'dan geniÅŸ bir engin deniz körfezi akıp yer yer girintiler ve çıkıntılar yapmış ve taÅŸkın bir nehir ÅŸeklinde akmış…
 
Ä°stanbul'un yapıldığı yere gelinceye dek, oradan yine Gelibolu kalesine varıncaya dek geniÅŸ ve derin, Kızıldeniz gibi büyük bir deniz olmuÅŸtur. Birçok köyleri bulunan ÅŸenlikli adaları vardır. Gelibolu'dan aÅŸağı yine daralıp ırmak olup akar. Sözün kısası baÅŸlangıcından aÅŸağı yukarı üç yüz altmış mil gittikten sonra yayılıp Afrika kıyılarını kuÅŸatan bir büyük deniz olur ki, dilimizde "Akdeniz" denilir. Bu söz ettiÄŸimiz akar denizciÄŸin doÄŸu yakası Anadolu topraklarıdır, batı yakası ise Rumeli diyarıdır ki, OsmanoÄŸullarının keskin kılıcının vuruÅŸuyla feth olunmuÅŸ, tapınaklarının putları Müslümanların mescitleri olmuÅŸtur. Ve Osmanlı ülkesi bu ikisinden oluÅŸur ki, "GeniÅŸliÄŸi yerle göÄŸün eni kadar olan" [Kur'an, 57:21] nitelemesi onun niteliÄŸi olsa yaraşır… Yeryüzü padiÅŸahı, ülkeler üzerinde Allah'ın gölgesi, Ä°stanbul'un üst yanında, Anadolu yakasındaki Yenicekale karşısında, Rumeli yakasında bir kale yaptırılmasını buyurdu. Hemen, "Bizim emrimiz, bir ÅŸey dilediÄŸimiz zaman ona ancak ‘Ol' dememizden ibarettir. O da oluverir." [Kur'an, 36:82] hük-münce, devlet görevlileri gerekli hazırlıkları yaptılar… O hisar yapılması istenen yeri devlet çadırlarıyla çadır tarlasına döndürdüÄŸünde ve uÄŸurlu geliÅŸiyle deÄŸerli kıldığında, uzman mühendislere ve yetkin müneccimlere danışılarak yer ve saat seçildi, kalenin temelini attılar… Karşısındaki Yenicekale tarafında da bunun gibi küçük bir hisar yapılıp toplar yerleÅŸtirildi, böylece boÄŸazı kestiler; ÅŸöyle ki, Akdeniz'den Karadeniz'e kuÅŸ uçurmazlar…
 
Kostantıniyye Kalesi'nin fethi
 
Hisar iÅŸi bitince mutlulukla saltanat merkezi Edirne'ye göçtü. Göç sırasında meÄŸer kapı halkından birkaç yiÄŸit Ä°stanbul çobanlarından zorla koyun istemiÅŸler. Arada kasap savaşı olmuÅŸ. Ä°stanbul'un kendini bilmezlerinden, sultan ordusunun göçünü seyretmeye çıkmış bazı sarhoÅŸ kâfirler araya girmiÅŸ, iki taraftan kılıçlar çekilmiÅŸ ve davarlar sürülmüÅŸ. Meydana gelen bu kavga tozunu kaledekiler düÅŸmanlık belirtisi sanıp düÅŸüncesizce düÅŸmanlık çanları çaldırdılar, kapılarını kapatıp düÅŸman oldular. Saltanat sığınağı olan ulu zâta, yani Osmanlı sultanına nispetle tekfurun sözünü daha güve-nilir sandıklarından bir miktar asker eÅŸya ve sandıklarını orduyla gönderip kendileri Ä°stanbul'un sohbeti ve temaÅŸasının son turfandasına eÄŸilim göstermiÅŸlermiÅŸ, yani son bir kez eÄŸlenmek istemiÅŸlermiÅŸ. Bu sırada sur içinde bulundular, kapanıp esir oldular. Lânetli tekfur gerçi bu olaydan son derecede üzüldü, ama kalede kapanıp kalan beylerine barış ve kurtuluÅŸ sebebi olur diye, sonuç olarak gönüllerini aldı. Muzaffer padiÅŸah kalede kalanları deryadan damla saydı, aslâ aldırış etmedi. Kâfir meydana gelen olayı yatıştırmanın yollarını ararken, iÅŸ bilir elçisiyle kalede kalanları gönderdi. Ne kadar özürde bulundu ve bağışlanmayı dilediyse de cevap ÅŸu oldu: "Nankör tekfur düÅŸüncesizce sözünü sıyıp dostluk gül suyunu kötü düÅŸünce çamuruyla bulandırdı ve pisletti. Özrü geçerli olmaz. Bundan sonra düÅŸmanlıktır. Ya kaleyi versin, ya başının çaresine baksın."
 
***
Elçi umutsuz bir ÅŸekilde gitti; kendisi mutluluk içinde, kaygısızca tahtına geldi, Ä°stanbul fethinin gelininin kızlığını almak ve o ulu ÅŸehirden firavunları sürüp çıkarmak düÅŸüncesiyle kale fethi için gerekli araçlar, büyüklük bağışlayan ve ülkeler ele geçirmeye yarayan gereçler ne ise, hazır olmasını emr etti. Kendisi fetih güzeli ile aÅŸk oyunu oynayarak o kışı huzursuz ve kararsız bir hâlde geçirdi.
 
***
 
Sözün kısası sebatlı, kararlı bir ÅŸekilde niyetini adalet ve merhamet üzerine yoÄŸunlaÅŸtırıp ÅŸeriat ka-nunlarını uyguladı, adalet ve hakkı gözetme ilkesini düzgün boyuna niÅŸan ve üstlük edip tam bir iç arılığıyla "Allah uÄŸrunda (nasıl savaÅŸmak lâzımsa, öylece) hakkıyla cihat edin." [Kur'an, 22:78] buyruÄŸuna kendisini teslim etti.
 
1453 Baharında Ä°stanbul'a…4
 
1453 senesi baharında, yani tabiat savaÅŸçılarının soÄŸukla savaşı bırakıp, kış askerinin ayakları altında ezilmiÅŸ ve soÄŸuk atlarının ayakları altında kalmış olan ilkbaharda yüz gösterici esirlere, yani kır çiçeklerine temizlikçi nisan bulutu eliyle yeni süs ve bukalemun giysisi giydirip onları seyretmekle eÄŸlendikleri mevsimde, üzerinde "Her ÅŸeyi en iyi bilici ve mülke dilediÄŸi gibi tasarruf edici olan Allah ona yardım etsin" yazılı zafer habercisi sancakları "Gerçekten onlar bunu uzak (imkân dışı) görürler; biz ise onu yakın görüyoruz." [Kur'an, 70:6-7] anlamını kılavuz edinip Ä°stanbul'u ele geçirmek ni-yetiyle üzerine zafer nakışı olan "Her ÅŸeyi en iyi bilici ve dilediÄŸi gibi mülke tasarruf edici olan Allah ona yardım etsin" duası nakÅŸedilmiÅŸ sancakların büklüm büklüm perçemini açtı, harekete geçti. Ejderha yapılı, ateÅŸ yaÄŸdırıcı, her biri, taşı Elbürz dağına dokunsa bir azını havaya, bir kısmını da denize savuracak nitelikteki büyük topları, vasıflı topları yayalara çektirdi ve gümüÅŸ madenlerinden usta nakkaplar, ayrıca ince gagalı, yılan yapılı kazmalarla yüzlerce nefer getirdi. Bu arada Gelibolu'da kazâ gibi hükmü geçerli buyruk uyarınca sür'atli gemiler hazırlatılmıştı… Bu nitelikteki gemileri deniz azeplerinden yiÄŸit erlerle ve savaÅŸ teçhizatıyla doldurup kendisi karadan, gemiler denizden konak konak yürüdü. Her gün bir yurdu mutluluk otağıyla ÅŸereflendirdi.
 
***
 
Ä°stanbul üzerine konacağı gün cihan hükümdarlığı yolu yordamınca saflarını ve alaylarını gerektiÄŸi biçimde düzdü. Yürüyen ak kale, atıcı erler, ordu yiÄŸitleri ve yerinde duruÅŸ birlikleri olan; örnek olarak, düÅŸmana karşı saf baÄŸladıklarında dalgalı denize benzeyen yeniçeri tayfasını, her birinin oku aydınlık günde göÄŸün okunu ÅŸaşırmayan okçuları ve her birinin oku, sevgilinin gamzesi gibi, niÅŸan yerinden ileri düÅŸmana adım attırmaz olan Türk ve Firenk iÅŸi zemberekçileri ve kurÅŸun bilyelerinin ve demir saçmalarının bir vuruÅŸuna on kat zırh ve miÄŸferin siper olamadığı tüfekçileri ve darbuzenleri, nitelikleri belirtilen bu birlikleri önüne koyup has askerinin başına yerleÅŸtirdi; uçan kızıl hisarı, yani ok atma sanatında Sa'd-i Vakkâs uçurmaları, ataklık ve atılganlıkta çerağı Amr-ı Ümeyye'den yakan azebleri saÄŸ ve sol kolun önüne yerleÅŸtirdi. Ardlarınca yiÄŸit süvariler ve kükremiÅŸ aslanlar yer almış bulunmaktaydı. Ordu bu düzende, "Birbirine kenetlenmiÅŸ (yekpare ve müstahkem) bir bina gibi saf(lar) baÄŸlayarak …" ayetinde belirtilen nitelik, haklarındaki övgü yargılarından olan alay alay saflar hâlinde yürüdüÄŸünde, kaleye karşı dalgalı bir deniz gibi aktı.
 
Göklerden gelen "aferin" sesi...
 
Mehterhanenin sesi, kös ve kerrenayın sadası göÄŸün kulağını çınlattı. At kiÅŸnemesinden alayların zelzelesi tozunu daÄŸlık yerlerin tepelerine eriÅŸtirdi. Çarha cengi için, damaklarına savaÅŸ günü zifaf gecesinden daha tatlı gelen nice görmüÅŸ geçirmiÅŸ koç yiÄŸitler kılıç sallamak için Kostantıniyye kapısına at sürdüler. O taraftan da Kostantıniyye tekfuru Rum (Bizans) kayseri geçindiÄŸinden, kâfir ülkelerinden, uzak ve yakın yollardan namlı savaÅŸçılar, kendini beÄŸenmiÅŸ küstah kâfirler cinsinden adamlar, kulluÄŸuna bel baÄŸlayıp, akılları sıra savaÅŸmak niyetiyle gelmiÅŸlerdi. Her ÅŸeyden önce, el deÄŸmemiÅŸ kız misali, kale hiçbir zamanda geçmiÅŸ hükümdarların nikâhlısı olmaya raÄŸbet göstermemiÅŸti ve onu elinde bulunduran, bir düÅŸmana baÅŸ indirir mel'un deÄŸildi. Bu cahilce gayretten kaynaklanan gururla bir sürü ifriti ve kudurmuÅŸ iti, kendilerini ve atlarını baÅŸtan ayaÄŸa kadar demire gark edip hasmı kapıya getirmemek maksadıyla karşı koymaÄŸa ve vuruÅŸmaya gönderdi. Bu ÅŸekilde her kapı önünde öyle toz koparan bir kapışma oldu ki, iyi kimselerin ruhlarının toplandığı gök katından gelen "Aferin" sesi, cihan sakinlerinin kulağına eriÅŸip küpe oldu. Birçok atılış ve geri çekiliÅŸten sonra "Hak üstündür, ona üstün gelinmez." hükmüne uygun olarak, bâtıl olan, alçak düÅŸtü. Kâfiri sığır gibi sürüp kale içine soktular, kale kapılarını kapattırdılar. Bu arada nice baÅŸlar kesildi ve diri kâfirler ele geçirildi.
 
İshak Paşa sağı tutuyor
 
Kısaca, baÅŸtan aÅŸağı uÄŸurlulukla donanmış ve her uÄŸursuzluktan arınmış bir uÄŸurlu vakitte kale üzerine, Tanrı katından gelen bir kazâ gibi, göz kamaÅŸtırıcı bir büyüklükle indi. Osmanlı ordugâh düzenine uygun biçimde, ortada süslü, göÄŸü andırır padiÅŸah otağı Ä°rem göÄŸü gibi kurulup, çevresinde yeniçeri çadırları, hale ayı çevreler gibi, daire oluÅŸturdu. Bu hâliyle karşısında Ä°stanbul kalesine benzer bir kale göründü. Merhum Sultan Murâd Han'ın (Allah'ın rahmeti ve rızası üzerine olsun.) yetiÅŸtirdiÄŸi vezirlerden olan Anadolu beylerbeyi Ä°shak PaÅŸa saÄŸ kolda, ve Sultan Alâeddin'in dayısı ve kılıç kullanma, ok atma ve görüÅŸ ve düÅŸünce konularında maharetli ve yürekli bahadır olan Rumeli beylerbeyi Dayı Karaca Bey Rumeli askeriyle sol kolda yer tuttular.
 
Sözün özü, iki derya, Kostantıniyye kalesini öyle çevirdi ki, toz yatıştığında tekfur ve kaledekiler kendilerini adada kuÅŸatılmış görüp, "Fakat onu (bu hâlde) görüverince dediler ki: ‘Herhâlde biz yanlış gelenleriz.'" [Kur'an, 68:26]. Hemen top kuracak yerlere metrisler yaptılar. Ä°ÅŸ buyurdular, yer yer burç görünüÅŸlü, Cevza kefeli, akan yıldız ipli, açışı kazâ gibi iÅŸler, etkisi kader gibi gelip çatar mancınıklar düzdüler, korunaklı yerler ve domuz damları kurdular ve nakkaplara bir uygun yer belirlediler. Her iÅŸ eri iÅŸiyle uÄŸraşıp, Ä°slâm adına, Allah için ve beyleri uÄŸruna çalışmakta ve her gün kale kapılarında kılıç kılıca dövüÅŸmekte. PadiÅŸah Ebülfeth zaferle sözleÅŸmiÅŸ karargâhında fetih gelini hayaliyle sohbet edip, kavuÅŸmak ve yüzünü görmek için beklemekteydi…
 
Fetih mü'minlerin kalplerinde dünyayı aydınlatan güneÅŸ gibi parladı.
 
Gemiler, karadan deÄŸil havadan yürütülüyor...
 
Ama liman tarafının önü tamamıyla kesilmiÅŸ olup, o taraftan kâfirle ilgilenmediklerinden padiÅŸahın ıtırlı gönlünde endiÅŸe eserleri eksik olmazdı. Bu endiÅŸesini gidermek için zoru baÅŸarıcı düÅŸünceye iÅŸ buyurdu. Çepçevre kuÅŸatılıp, düÅŸmanın gücünün dağılmasına yol açsın diye, kadırgalar ve en iyi kayıklardan bir sürü deniz aracını, Galata surlarının arkasından, boÄŸaz denizinden karadan çektirip liman denizine, yani Haliç'e indirmeleri emrini verdi, Bu kader gibi güçlü buyrukla, ağır ÅŸeyleri çekip nakletme sanatında uzman mühendisler ve denizciler hazırlandı. Ä°slâm padiÅŸahının isteÄŸine uygun ola-rak, gemileri türlü türlü ve renk renk bayraklarla bezeyip yelkenler açtılar, Galata kalesinin arkasından havada yürüttüler, belki uçurdular: "O, emri ile içinde gemileri râm etti." [bk. Kur'an, 14:32, 45:12]. Her birinden yayılan davul ve nakkara gürültüsünden, gemicilerin haykırışlarından ve deniz dalgalarının birbirine çarpmasıyla oluÅŸan seslerden, alçak yaradılışlı kâfirlere, Semûd kavmini yok eden çığlığın ne olduÄŸunu gösterdiler. Bu korku salıcı görüntüyle getirip teçhizat bakımından eksiksiz bir durumda halice indirdiler, gemi üzerinden saÄŸlam bir köprü yaptırdılar. Böylece denizden karaya yol oldu.
 
Soysuzlarla gaziler dövüÅŸürlerdi...
 
Kaleyi üç taraftan kuÅŸattıklarında toplar ve mancınıklarla dövdüler. Bu ÅŸekilde, her gün, günün aydınlanmaya baÅŸlamasından akÅŸam kızıllığının kaybolmasına kadar ve gün doÄŸuÅŸu kafilesinin iniÅŸ vaktinden gündüz kafilesinin geri dönüÅŸ vaktine varıncaya dek o bayağılar ve soysuzlarla gaziler dövüÅŸürlerdi… Uzun uzadı anlatmam gereksiz, yerinden kopup ayrılma ve çökme duvarı, saÄŸlam sur öyle bir gevÅŸeyip dağıldı ki, apaçık fetih belirtileri mü'minlerin kalplerinde dünyayı aydınlatan güneÅŸ gibi parladı.
 
***
 
MeÄŸer Avrupa'dan yardım için her biri büyüklükte Nuh'un gemisini andıran, içi türlü savaÅŸ malzemesiyle ve gözü peklik ve savaÅŸçılıkla ün yapmış pis dik baÅŸlılarla dolu iki daÄŸ gibi köÄŸe göndermiÅŸlermiÅŸ. Beklenmedik bir anda, devlet ileri gelenleri ve gemicilerin çoÄŸu gemileri limana indirmekle uÄŸraşırken, o köÄŸeler uygun rüzgâr bulup, yelken açıp, sert yaydan ok çıkar gibi gelir göründü. Hazır bulunan gemilerle Kaptan BaltaoÄŸlu Süleyman Bey o ÅŸeytanların üzerine gidip karşılarına çıktı, büyük bir savaÅŸa tutuÅŸtu, ama zafer kazanamadı. Kâfir liman kapısını açıp köÄŸeleri içeri aldı… Bu hadise gerçi Müslümanlar arasında bezginlik ve moral bozukluÄŸuna yol açtı, ama anlam bakımından "Olur ki bir ÅŸey hoÅŸunuza gitmezken o sizin için hayırlı olur." [Kur'an, 2:216] buyruÄŸu doÄŸrulandı, nitekim sonunda da kalenin fethine bu gemi sebep oldu.
 
***
KuÅŸatma sona erip de, "Yürü, çünkü fethini o Fettâh sana vermiÅŸtir" sesi padiÅŸahın ÅŸerefli kulağına yetiÅŸtiÄŸinde, 857 yılının Cemaziyelâhir ayının yirmi yedisinde ÇarÅŸamba günü ÅŸanı yüce Allah'ın inayetinden ve Hz. Risalet'in ruhundan yardım dileyip, yürüyüÅŸ ve yaÄŸma emr etti.
 
Gazi Sultan Mehmed, bilginlerle ÅŸehre girdi
 
Önce hazırlamış oldukları ecel elçilerini ve ölüm habercilerini, yani topları ileri saldılar ve sersemlemiÅŸ kâfir henüz top çarpmasından kendine gelemeden, taraf taraf ceng-i harbî çalınıp, gaziler bulundukları yerlerden, kükremiÅŸ aslan gibi "Allah Allah" diye seslenip yürüyüÅŸe geçtiler. Tam bu sırada yay bulutundan ok yaÄŸmuru yaÄŸmaya baÅŸladı. Ok kuÅŸu, doÄŸuÅŸu eÄŸri burçtan, yani yaydan kanat açtı, her ne uzuv dalına konduysa hayatının meyvesini derdi ve amellerinin sayfasını dürdü, yani iÅŸini bitirdi. Neft ÅŸiÅŸelerinin tutuÅŸmasından ve top öfkesinden gök gürlemesi ve ÅŸimÅŸek parıltısı göründü. Devlet ileri gelenleri ve sultanın yardımcıları kalenin kapılarını açtılar, Gazi Sultan Mehmed, Hz. Muhammed (Salat ve selam ona olsun) Burak'a binip cennette dolaşır gibi, bilginler ve beyleriyle kaleye teÅŸrif buyurdu.
 
Sultan Mehmed Ayasofya'da...
 
O eski ÅŸehrin ve o geniÅŸ kalenin evlerinin katlarını, yollarını ve çarşılarını seyr edip dolaÅŸarak cennetten bir niÅŸan olan Ayasofya adlı kiliseyi görmeyi arzuladı. O öyle bir saÄŸlam ve dayanıklı yapıdır ki, duruÅŸunun niteliÄŸine bakıldığında, gök gibi, bozulup baÅŸkalaÅŸarak zarar görme vehminden uzak olması kesin gibi ve benzeri imkân dışı, "Åžehirlerde bir benzeri yaratılmayandı." [Kur'an, 89:8]; ama her yapılan ÅŸey gibi, yıllar geçtikçe, eklentileri ve sonradan yapılan yerleri zenginlere kıskançlık duyanların evi, yani yüreÄŸi gibi yıkılmış ve onun deliÄŸine taÅŸ koyacak mimar imkân pergelinin çizdiÄŸi dairede kalmamış. Ondan yalnızca bir kubbe kalmış. Cihan padiÅŸahı kubbenin iç yüzündeki ÅŸaÅŸkınlık verici sanatları ve resimleri seyrettikten sonra yuvarlak dış yüzüne çıktı, Hz. Ä°sa'nın göÄŸün dördüncü katına yükselmesi gibi yükseldi. Katları arasındaki duvarlarının üstlerinden deniz gibi dalgalı zeminini seyrederek kubbe üzerine çıktı. Bu yıkılmaz yapının eklentilerini ve sonradan yapılan yerlerini yıkılmış görünce, âlemin geçiciliÄŸini ve kararsızlığını ve sonunda yıkılıp yok oluÅŸunu düÅŸünüp, üzüntü duyarak, ÅŸeker saçan aÄŸzından ÅŸu beyit kulağıma yetiÅŸip gönül levhama yazıldı: Örümcek Kisra'nın penceresinde perdedarlık yapıyor BaykuÅŸ Efrasiyâb'ın kalesinde nevbet vuruyor.
 
Tekrar Edirne'ye...
 
Dünya padiÅŸahı bu yapının durumu ile ilgili genel bilgi edindiÄŸinde, kalan özel yanlarıyla ilgilenmedi, "Daha önemlisi var, ona bakmak gerek" diyerek atını kutlu ordugâha yöneltti. Divan oldu, inançsızlığın ileri gelenleri olan esirlerin ÅŸeytanlarını bölük bölük getirdiler. Kimi yasa kılıcına katıldı, yani öldürüldü, bir bölüÄŸünün bir iÅŸte kullanılmak üzere saÄŸ bırakılması buyuruldu. GörmüÅŸ geçirmiÅŸ, iÅŸ bilir bir beÄŸ kiÅŸi olan Karıştıran Süleyman Bey'i vali olarak atadı; ÅŸenlikli ve bayındır olması dilendiÄŸinden yapılması gerekli iÅŸleri ona ısmarladı, kendisi dileklerini elde etmiÅŸ olarak Edirne (Allah onu fitneden korusun.) tarafına yöneldi. 
 
* Fatih dönemi tarihçilerinden Tursun BeÄŸ'in (1420-1499) Tarih-i Ebü'l-Feth eserinin Ä°stanbul'un fethi ile ilgili bölümünden derlenmiÅŸtir. Hem coÅŸkulu Türkçe için hem de bu Mayıs ayında fethi bir kez daha anmak için…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.