Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

İstikamet üzere olmanın pusulası sabırdır

Sabır, başıma bir şey geldiyse, “Allah şimdiye kadar yaptıklarımın daha doğrusunu yapabileceğimi bildiği için beni gündeminde tutarak ilgilendi ve bana daha iyi olmam için şans verdi” diyerek, canı acısa da bu sürecin şart olduğunu, işte tam da burada yolunu, yolculuk biçimini ve inancını değiştirmeden, daha iyi olanı tercih edip, taşı delenin su değil, suyun devamlı akması olduğu gerçeğini hatırlayıp, sürece tâbi olup, Allah’a samimiyetle boyun eğmenin adıdır. Saliha Erdim yazdı.



İnsan, ailesinin ve çevresinin ürünüdür. Genetik kodlar bile aile ve çevredeki iletişim kalıplarına göre açılır ya da açılmaz. Her toplumun bir kültürü ve bu kültürün oluşturduğu toplu ve ferdi davranış kalıpları, yaşama biçimi vardır. İnsan, hangi durumda nasıl davranması gerektiğinin bilgisini, ilk öğretmenleri olan anne babasından, daha sonra da çevresinden görür ve uygular. Bu ilk bilgiler, insana en çok şekil veren ve kalıcı olan bilgilerdir.
 
Toplum, ikincil görgü kaynağı ve sosyal onay merkezi olması hasebiyle çoğunlukla “el ne der”in alt yapısıdır. Bu, kimi zaman olumlu ve gerekli sosyal murakabenin rüzgârını bize taşır. Kimi zaman da yapacağımız doğru şeylerin tuzağı ve yanlışa doğru akıl çeldiricilerinden olur. Aile atmosferinin kişide oluşturduğu tarz, yakın durduğu kesimin atmosferinden de etkilenir. Çünkü, yol o kesimle yürünür, görgü ve hissiyat bunu öngörür, sevgiyi besleyen kaynakların içinde bu yol arkadaşlarımız da vardır. Yol değişince yolculuk değişir, yolculuk değişince yolda gördüklerimiz ve yol arkadaşlarımız da değişir. Bu sebeple, yolda gördüklerimize, yol arkadaşlarımıza ve yaşadıklarımıza alışırız. Artık giderek bizim güvenli limanlarımız haline gelirler.
 
Bulunduğumuz ortamda güçlü kişilikler varsa, onların yaptıkları bize ve anlayışımıza da uyuyorsa, bu bize örnek alınacak modeller olarak yansır. Sevdiklerimize benzemeye hatta aynılaşmaya çeker bizi. Yani, benzer dil ve üslup geliştirir, istişareler eder, birbirimizi onarmaya, yapılandırmaya başlarız. Bu yüzden, aykırı söylemleri ve yaşama biçimleri olanlar, sosyal onay alamayacaklarını bildiklerinde, çok güçlü bir imanla savundukları bir dava ise yola çıkarlar, değilse sessiz kalmayı, tepki görmeyecekleri ortamlarda dillendirmeyi tercih ederler. Yani, ortam bizi bir kalıba sokar.
 
Yürekten bağlı olduklarımıza aklımız da bağlanır
 
İnsanın yüreğinde her zaman Yaradanına yakınlaşmayı isteyen bir ses, arzu ve yönelim vardır. Bu, huzura ve yüreğin derin bir nefes almasına duyulan ihtiyacın, ilaveten asıl güvenin bulunacağı yere ve tarza doğru, adeta akar gibi, uçar gibi yönelen fıtri eğilimin ışıltısıdır. Bu sese ve yönelim arzusuna küçüklükten itibaren itibar edilirse, bu ihtiyaç doğru okunup giderilirse, kişiyi gerçek yapılanma istikametinde kuşatır. Artık her an huzurunda olduğumuz Yaradanımızın bahşettiği dolu dolu hissiyat ve manevi tatmin ile baktıklarımız ve gördüklerimiz değişerek ve bu süreçte edindiklerimizi öncekilere ilave ederek ilerleriz.
 
Yürekten bağlı olduklarımıza aklımız da bağlanır. Çoğunlukla yürek ne diyorsa akıl onu onaylar ve hayata geçirmeye başlar. Çünkü yürek duygunun merkezidir ve insan, aklı ve mantığı daha ağır gelmedikçe, duyguları değişince yaptıkları da değişen bir yapıya sahiptir. Önceden zor gelen artık zor gelmez olur, hatta daha kolay gelir. Önceden ‘İmkansız, kabul edemem’ dediklerine, yüreği onay verirse, sevgi ile boynunu eğer ve sabır çiçekleri hayatında açmaya başlar. “Sevmeyene karınca fil, sevene filler karınca,/ Dağı bile taşır insan âşık olup inanınca.” der Şems-i Tebrizi…
 
Fakat, yol ve yolculuk ilerledikçe, insanın hem kendi bünyesindeki hem de yolculuğun gerektirdiği ihtiyaçlarına sunulan-arz edilen ihtiyaç gidericiler, akıl ve gönül tuzaklarıyla dolu çıkar karşımıza. Seçim, zorlaşmaya başlar. Burada hayatın sahibi ile olan yürek bağının, ilk kayıtların, görgünün ve tecrübenin ne olduğuna ve ne kadar sağlam bir ilişki ile korunduğuna bağlı olarak seçimlerimiz değişir. Her şeyde ve her durumda değişir. Eğer tercih ettiğimiz değişiklik bizi başka kulvara savuracak cinsten ise o zaman yeni yol, yolculuk ve yol arkadaşları devreye girer. Bunun için erdemli yüksek şahsiyetler derler ki “Yar başında yürüme. Yüz kere yürürsün düşmezsin, bir kere düşersen bu senin sonun olabilir.” Bir başka özlü sözde ise “Kartallar gibi uçmak istiyorsan sürüngenlerle oturup kalkma. Çünkü insan arkadaşına benzemeye meyillidir.” denir.
 
O zaman, insanın uyanık olma süresinin azami derecede fazla ve Rabbi ile bağının kesintisiz olması gibi bir zaruret vardır. Yoksa yol, yolculuk biçimi, o yolda yaşananlar ve yol arkadaşları değişir. Eylemler, söylemler de buna göre şekil alır.
 
Sinyalizasyonu duymazdan gelirsek…
 
İçimizde bizi uyaran ve bize hakikati söyleyen bir ses vardır. Buna iman, akıl-mantık ve sağduyu sesi diyebiliriz. Eğer bu sesi ciddiye almazsak, giderek o ses kısılmaya ve zamanla hiç duyulmamaya başlar. Aynen arabada koltuğa oturunca emniyet kemerini takmadığımızda, kemeri takmamızı isteyen sinyal gibi. Eğer biz, kemeri takmamaya devam eder, aklımızın gözünü kulağını kapatarak sinyalizasyonu duymazdan gelirsek, sistem bir süre sonra uyarı vermeyi bırakır. Artık bizi uyaracak ve aklımızı harekete geçirecek sesi kısmışız ve bu çok önemli uyarıdan yoksun kalmışız, demektir. Üstelik bunu da aklımızla yapınca, aklımız pusulasını şaşırır, bize rehberlik edememeye başlar. Çünkü “Bildiği ile amel edene Allah bilmediklerini öğretir.” buyuruyor Peygamber Efendimiz (s.a.).
 
Bu duruma tersi bir mantıkla yaklaşırsak, bildiklerimizi hayata geçirip, bilgi yolunu genişletmedikçe, o tercihin bizde kalıcı etki yapmasını sağlamadıkça; o yol gittikçe daralmaya başlar ve biz güvenli olmayan yolda yürümeye devam ediyor oluruz. Ve daha da tehlikelisi, terk etmemiz gereken bir şeyi, kişiyi, durumu, gözümüzün önünde tutmaya devam ettikçe, giderek rahatsız olmamaya başlarız. Artık bize tanıdık gelir çünkü. Bu, alışmak demektir. Alıştıkça da sinyal artık duyulmamaya başlar, uyarı kesilir, bu da giderek sevme riskini getirir. Ondan sonraki aşama ise savunma ve artık içinde olduğumuz, teneffüs ederek varlığını varlığımıza eklediğimiz hal ile tanımlanma halidir.
 
Bilgi değiştikçe, insanı da hayatı da değiştirir
 
Buraya kadar, insanda oluşan tercihlerin alt yapılarını, alışkanlık ve değerlerin hangi imbikten süzülerek bir insana şekil verdiğini, kabaca ifade etmeye çalıştım. İnsan bir şeyi yapmaya, yaşamaya başlamışsa, olgunlaşma aşamasına gelmiş demektir. Bu bir süreçtir ve pek çok bileşenle bu noktaya gelinir. Ani değişiklikler ise sağlam bir kaynaktan ve güçlü bir imandan kaynaklanmadıkça her zaman risk barındırır. İşte sabır ve sabırsızlıkta yaşanan onlarca demet, tercihin insanda bir seviyeye gelmesinin sonucunda oluşur. Sabır deyince, çoğunlukla alttan almak, muhatabı haklı olmadığı halde haklısın demek, aman sıkıntı-kavga çıkmasın diyerek onaylamak, istemediği halde mecbur kalıp istenen şeyleri yapmak, sonucunda da susmak ve içine atmak, söyleyeceğin bir ton söz varken bunları yutmak, devamında taşıyamayacak duruma gelince de ya kendi içinde patlayıp depresyona girmek ya da dışarıya patlayıp kendisini ve çevresindekileri tahrip etmek ile sonuçlanan çok bilindik bir süreci anlar ve yaşarız.
 
Biz Müslümanlar bir konuyu öğrenmek istediğimizde önce Allah’ın kitabına ve o konunun Hz. Peygamberin (s.a.) hayatında nasıl ele alınıp yaşandığına bakarız. Tek doğru kaynak bunlardır. Dini hakkıyla anlayıp yaşamaya çalışan birinin sabırdan anladığı şey ile dünyayı yaşamanın hayatın tek ve en önemli gayesi olduğu düşüncesindeki insanların sabır anlayışı arasında, dağlar kadar fark vardır. Tabi bu fark kadar olmasa da aynı tarafta olanların bilgi kaynaklarının değiştiği ve bozulduğu durumlarda da benzer açı farklılıkları yaşanır. Çünkü bilgi değiştikçe, insanı da hayatı da değiştirir. Bilgi, temiz-doğru ise hayatı yüceltir, kirli-yanlış ise aşağılara çeker.
 
“Bu dünyaya niçin geldik ve ben nasıl bir hayat yaşarsam geliş amacına uygun olur?” diye bir soru gündemimizde varsa, hayatı buna göre kurgulamaya çalışırız. O zaman sabır ve şükür gibi hayatın içinde karşılığı olan bütün değer, kavram ve detaylar, bu ana eksene uygun bir tanımlama ile hayata renk katar. Böyle bir yaklaşım, bizim duyuş ve hissedişlerimizi kökten etkileyeceği için duruş ve yaşayış biçimimizi de hizaya getirir. Eğer böyle bir sorumuz yoksa o zaman da günübirlik “ben haklıyım, sen haksızsın, bana niye bunu dedin, geçmişte de şunu şunu yapmıştın” gibi, birbirimizi tüketme mekanizmasına dönüşmüş iletişim tarzımızla, hayatı birbirimize dar ederiz.
 
Fail olan Allah’tır demenin adı sabırdır
 
Sabrı detaylandıracak olursak, şunları söylemek mümkün. Sabır ya da sıbır adıyla bilinen bir ot vardır. Bu ot çok acıdır fakat o kadar çok hastalığa iyi gelmektedir ki adeta şifa deposudur. Muhtelif şekillerde alınınca, pek çok hastalığı iyi eden bir şifa kaynağı özelliği taşır. Başımıza gelen ve bizi çok zorlayan olaylarda, durumlarda gereğini yapmak ve sabretmek içimizi acı sıbır otu gibi yakıp kavursa da, bizi doğru davrandıran, erken ve gereksiz müdahale etmekten alıkoyan sabır, adeta şifa gibi gelen iyilikleri, güzellikleri hayatımıza taşır. Bir başka deyişle, yaşadığımız sıkıntılı sürecin olgunlaşma zamanını ve neyin ne zaman değişeceği ya da hiç değişmeyeceği bilgisinin yalnızca Allah’ımızda olduğunu, sürecin bize dönük yanını yaşamanın bize takdir edildiğini öğrenmenin adıdır, sabır. Yani, gelen her ne ise Allah’tan gelmiştir. Yapan yanlış yapsa da bana isabet etmesi Allah’ın takdiriyledir, fail olan Allah’tır demenin adı sabırdır.
 
Yerinde, zamanında ve dozunda gösterilen sabır, keşke söylemeseydim, keşke yapmasaydım diyeceğimiz pişmanlıkları yok eder. Bunu yapmak o kadar zordur ki aynen sıbır otu yemiş gibi bizi zorlar, ağzımızı acı yapar ama verdiği şifa buna değer. “Sabır acıdır, ama tatlı meyvesi vardır.” der Sadi. “Sabır, kurtuluşun anahtarıdır.” der Mevlana da. Bu faydayı görebilmek için sabrı iyi anlamalı ve nerede susup nerede konuşacağımızı, nerede durup nerede hareket edeceğimizi iyi bilmeliyiz. Yani sabır, dişi ağrıyan birinin günlerce bu ağrıyı çekmesi değil, diş doktorunun koltuğuna oturduğunda, tedavi süreci bitene kadarki acıya, sıkıntıya dayanmanın adıdır.
 
Sabır, kolay olduğu halde yanlış olanı terk edip, zor olduğu halde doğruyu seçip, bu uğurda her türlü sıkıntıya göğüs gererek adeta Allah’ın makamına bir hediye gönderircesine, Rabbim, “Sen istediğin için bunu seçtim” demenin adıdır. Az verdiğinde hamd ederek aza, çok verdiğinde şükrederek infaka, zekâta yaslanıp, “bunlar sadece geçici bir yolculuğun aşamalarıdır” diyerek, her durumda eğilmeden, çamurlara bulanmadan, istikamet ayarını tutturabilmenin adıdır, sabır.
 
Öfkesiyle senin üzerine ateşler yağdırıp içini yakanlara karşı, Rabbimizin “Öfkesini yutanlar” diye övdüğü kullarının arasına girebilmek için, gözyaşlarını duygularına siper edip, “Hasbunallahi veniğmel” vekil diyerek sakince kalabilmenin adıdır, sabır.
 
“Sert oduna keskin balta gerekir.” atasözünde bildirilen sert odunları, yoluna çıkıp kendisini tökezletmeye çalışan engeller olarak görüp, Allah’ın dini ve güzel kullarına yapılan haksızlıklarda sesini değil, tavrını yükseltmek ve bir duruş sergilemek olarak anlamaktır sabır. Ve kendisinin doğru duruşunu korumaya çalışmanın adıdır.
 
Dini ve Peygamberimizi (s.a.) doğru anlama ve hayata geçirme noktasında, bunun ömür boyu devam edecek bir süreç olduğunu ve bilginin bizi doğru yolda yürütecek pusulasının, savuran etkiler karşısında şaşmaması için acil bir gereklilik olduğunu, bilgi ile yücelip amel ve teslimiyet ile derinleşmenin zaruretini anlayıp öğrenerek daha hayırlı bir hal üzere olmanın mücadelesini vermenin adıdır, sabır.
 
Şikayetin, aceleciliğin ve tahammülsüzlüğün değil, işlerini en büyük, en güçlü ve kendisini çok severek ve kendisi için en iyisini isteyerek muamele eden Güzeller Güzeline havale etmenin ve ardından tebessümle kendine düşeni yapmaya devam ederek Rabbinden gelene gönül rızasıyla teslim ve razı olmanın adıdır, sabır.
 
Oluş ve bozuluş kanunlarını iyi bilmenin ve her birinin hayattaki karşılığını anlayarak taşları yerli yerine koymanın adıdır.
 
Kulları devreden çıkararak, kendisi için doğru olanı titizlikle arayıp ona göre hareket edip, sonra da “Ben, bana düşeni eksiğiyle gediğiyle yaptım Ya İlahi, Sen doğru ve tam say, Senden gelen başım gözüm üstüne” diyerek, Allah’a teslim olup yüreğini ferah tutmaktır, sabır.
 
Sabır, başıma bir şey geldiyse, “Allah şimdiye kadar yaptıklarımın daha doğrusunu yapabileceğimi bildiği için beni gündeminde tutarak ilgilendi ve bana daha iyi olmam için şans verdi” diyerek, canı acısa da bu sürecin şart olduğunu, işte tam da burada yolunu, yolculuk biçimini ve inancını değiştirmeden, daha iyi olanı tercih edip, taşı delenin su değil, suyun devamlı akması olduğu gerçeğini hatırlayıp, sürece tâbi olup, Allah’a samimiyetle boyun eğmenin adıdır.
 
Bir insan benim davranışımdan dolayı “Ben zarar görüyorum.” diyorsa, “Ben doğru davransam bile bu, onun zarar gördüğü gerçeğini değiştirmeyecektir, çünkü öyle algılıyor.” diyerek, bu durumda kendi haklılığını ispata çalışmak yerine, “Belki de ben yanlış yapıyorumdur, haklı bile olsam bunu kırıp dökmeden ifade edebilirim.” diyerek içtenlikle gönül onarmaya çalışmak ve süreci bilgece yönetmek için çaba sarfetmektir sabır.
 
Hayatı daha doğru yaşamak için anlama, akletme ve meseleleri kavramada derinleşmeyi, yakıcı güneşin meyveyi olgunlaştırmak için şart olması gibi şart görmesi, yanarak da olsa bu yolu yürümeyi sürdürmenin adıdır, sabır.
 
Bilgilenme sürecini bütün ömre yayarak, hem öğrendiğini yaşamak hem de öğretmek, ilaveten bu süreçteki sıkıntılara göğüs germek ve azimle bunu sürdürerek bilgilenme yolunda ilerlemenin adıdır.
 
Bir başka açıdan da güzelliklerin, iyiliklerin, zenginliklerin ve nefsin konforuna hizmet eden her bir şeyin, bizi insan olmaktan çıkarmaması, şımartmaması; nimete şükrün, yoldan çıkmamaya ve bunu verenin Allah olduğuna inanarak infakı, sadakayı, zekâtı hakkıyla verip, yolda kalmaya çalışmanın; kadim dostlarını, çevresini, eşini ve diğer değerlerini, kazandıklarıyla beraber korumanın adıdır, sabır.
 
Bazen de kişi olarak değil toplum olarak acılar, haksızlıklar yaşarız. Her durumda doğruluktan ayrılmadan hareket etmemizin, yanımızdakileri, yakınımızdakileri ve sözümüzün ulaştıklarını Allah’ın bir emaneti bilip onların da haklarını korumanın, bütün bu yaşananların doğru anlaşılması ve durumun daha iyi olabilmesi için çabanın yanında, namazı, Kur’an’ı ve Allah’a güven duygumuzu daha dikkatli koruyarak yaşamanın adıdır, sabır.
 
Bazen bir ekmeğin olur, sana bile yetmezken onu ikiye-üçe bölerek, berekete talip olup sevdiğini sevilen için paylaşmaya verilen isimdir, sabır.
 
Başına gelen sıkıntı ve musibetlerin bir hak edişten dolayı olmaması için doğru yaşamaya, Haktan ayrılmamaya ve insanlara karşı merhametli ve adaletli olmaya çalışmanın ve bu uğurda her sıkıntıyı göze almanın adıdır.
 
Geçici dünya hayatında başımıza ne gelirse gelsin, nerede yaşarsak yaşayalım, doğru insanlarla irtibatımızı devam ettirip şikayet ve isyan çöllerinde kaybolmadan, fırtınaların ardından Allah dilerse sakin ve sütliman günlerin de geleceği ümidi ile birbirine tutunmak ve yardımdan asla ümit kesmeden Allah’a yakınlaşma sürecimizi dolu dolu yaşamanın adıdır, sabır.
 
En büyük yardım bazen sıkıntıdan kurtulmak olabilir, fakat daha da önemlisi sıkıntıdan kurtulmak değil, sıkıntının kişiyi savurup yoldan çıkarmasına engel olmaktır. Doğru yola tutunabilmektir aslolan. İşte bu anlayışın oluşması ve hayata katılması sabırdır.
 
Allah, kimseyi kırıp incitmeden, ibadet ve taate devam ederek, tam bir gönül rızası ile, Yusuf aleyhisselam gibi, kuyudan kimseyi suçlamadan Yusuf olarak çıkmamızı istiyor. İşte kuyudaki süreç, “Ben Allah’ın kuluyum. O bana bunları eziyet olsun diye yaşatmadı. Rabbim, bu olayı yaşamamdaki hikmeti açığa çıkaracak şekilde davranmamı nasip et, tam da istediğin gibi davranabilmem konusunda bana yardım et, beni doğru bilgi, doğru dost ve güçlü bir iman ile destekle.” diye dua ederek tam bir teslimiyetle, eğitim ve olgunlaşma sürecini yaşamanın adıdır, sabır.
 
Sabır, Allah’ın istediği yola girmenin ve o yolda kalmanın mücadelesidir.
 
Sonuç odaklı değil, süreç odaklı hareket edip, tam bir teslimiyetle, esmaları hayatımızın nadide yıldızları gibi görüp, yol aydınlığı yapmamızın adıdır, sabır.
 
Okumanın, düşünmenin, ağzımızdan bir söz tam da çıkmak üzereyken, “Bir dakika, bu sözden Allah razı olacak mı, karşımdakine istemeden zarar verme riski var mı, maksadımı ifadeye uygun mu, kolay anlaşılır bir cümle mi?” diye düşünüp, sabırsızlıkla dönüp duran kelimelere bir set çekmenin ve hizaya getirmenin adıdır, sabır.
 
Hangi niyetle, nasıl bir yol ve yolculuk algısı içinde olduğumuza dikkat ediyor Allah
 
Bazen de var olan durumun, “Hoşunuza gitmese de size savaş yazıldı (farz kılındı). Bazen hoşlanmadığınız bir şey, hakkınızda iyi olabilir ve hoşlandığınız bir şey de hakkınızda kötü olabilir. Allâh bilir, siz bilmezsiniz.” Bakara Suresi 216. ayet-i kerimesinde olduğu gibi kendi olgunluğumuzun bir aşaması, aceleciliğimizin törpülenmesi, narsist yapımızın budanması, gurur ve kibrin, anlayış, olgunluk ve tevazu ile yer değiştirmesi, aşıların yapılması ve yeni yapılanmaların oluşması için sabır gerekir. İçimizdeki gücünü kaybetmesi gereken nefret, bilgisizlik, sevgisizlik, şefkat ve merhametsizlik gibi hususlarla savaşmak hoşumuza gitmese de, Allah onlarla mücadelenin sonunun hayırlı olacağını bize bildiriyor. İmam-ı Gazali ise sabrı; “İnanç gücünün, bencil istek ve arzulara karşı koymasıdır.” diye tarif ediyor.
 
Aslında, elde edileceklerin ve ulaşılacak güzelliklerin ne olduğundan ziyade, hangi niyetle, nasıl bir yol ve yolculuk algısı içinde olduğumuza dikkat ediyor Allah. Bütün işleyişin kendi kontrolünde olduğunu, sadece bizim tercihimizin ve hangi yöntemlere başvurduğumuzun belirlenmesi için bunca şeyin yaşandığını anlamamızı istiyor. Bunun için de, yap ve yapma dediklerini net bir şekilde sıralamış. Peygamberleri aracılığı ile örneklemiş ve bizlere “ona uyun” çağrısı yapmış. Bu çağrıya kulak verdiğimizde, bizim ne gibi kazanımlar içinde olacağımızı belirtmiş. “Mademki iyilik ile kötülük bir değil, sen kötülüğü daha güzel olan ile sav; bak o zaman seninle aranızda düşmanlık olan kimse senin yakın bir dostun gerçek bir arkadaşınmış gibi sana davranır. Bu mazhariyet sadece sıkıntıya karşı sabredenlere verilmiştir; yalnızca faziletten en büyük payı almış olanlara verilmiştir.” (Fussilet Suresi, 34-35) buyurarak Rabbimiz bize yol haritamızı veriyor.
 
Bildikçe daha doğru düşünürüz, düşündükçe anlarız ve anladıkça imanımız güçlenir
 
Hayatta iki tip insan vardır, öğrenebilenler ve öğrenemeyenler. Allah’ımızın en çok değer verdiği şey, bilgi ve öğrenmedir ve devamında bunların hayata geçirilmesidir. O olmazsa hiçbir şey olmaz. Bu açıdan, Müslümanların kendileri için sağlam bilgi kaynakları bulma ve bilgi sirkülasyonunu canlı tutma zarureti vardır. Bildikçe daha doğru düşünürüz, düşündükçe anlarız ve anladıkça imanımız güçlenir. İmanımız güçlendikçe de artık yaşanacak her türlü durum, Rabbimizin süreci yönetmesi ve bizim hem tedbir hem tevekkül etmemizi sağlayıcı muhteşem öğrenme serüvenine dönüşür. İmanın giderek güçlenmesi, yürüdüğümüz yolda tereddütlerin yok olup, teslimiyetin verdiği iç rahatlığı ile başımıza gelenlere sabredeceğimiz durumlar olarak değil, Allah’ı hatırlatan, yaklaştıran ve daha iyi olmamız için sunulan fırsatlar olarak bakmamızı sağlar. “De ki hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Yalnızca akıl-izan sahipleri bunun farkındadır.” (Zümer Suresi, 9)
 
Bu mülk ve içindekiler Allah’ındır. O, bizi hangi adada, hangi gıdayla, hangi şartlarda yaşatacaksa, ben bana sunulanların içinden cüz-i irade ile tercih ederim. O, olması gerekeni takdir eder, ben de ona yürekten teslim olurum ve o zaman benim hayatımın tümü sabır olur.
 
Müellif: Saliha Erdim

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.