Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

İhsan Fazlıoğlu: Bir gelecek idraki olarak tarih

Şöyle bir istiare-i temsiliye'de bulunalım: Bir arkadaşımızın hasta olduğunu düşünelim; etrafında bekleşen yakınları ve dostları hastalığın teşhisi için değişik görüşler ileri sürerken, aralarında bulunan, güngörmüş, benzer olaylar hakkındaki teşhislerinde bazen isabet ettiği bilinen ve topluluk nezdinde belirli bir saygınlığa sahip yaşlıca bir kişi (kadın ya da erkek), tıbbî terimleri de içeren bir betimlemede ve sonucunda da bir yargıda bulunsa; kısaca hem hastalığı teşhis etse hem de bu teşhise uygun bir tedavi önerse... Halk arasında, eğitime (talim) değil yalnızca günlük deneyime bağlı olduğundan kocakarı teşhisi ve tedavisi denilen bu süreç tamamlandığı sırada, tam o anda, içeriye tıp eğitimi almış, mesleğinde tecrübe sahibi bir tabip girse; topluluk içinden biri kalkıp bir önceki kocakarı teşhisini özetleyerek tabibe "Ne dersiniz?" diye sorsa, tabip nasıl davranmalıdır?



Hiç ÅŸüphesiz önünde duran hastanın hastalığını teÅŸhis etmek, kısaca olgu ya da olayla bizzat muhatap olmak ile kocakarının teÅŸhisi üzerinde konuÅŸmak arasında alacağı tavır, tabibin ÅŸahsiyetini, mesleÄŸine iliÅŸkin mensubiyetini, her ÅŸeyden önce de tıbbî ehliyetini gösterecektir. Bir olgu ve olay üzerinde yapılan bir yorumu incelemek, tartışmak ile bizatihi o olgu ve olayla muhatap olmak arasında, en azından, bir metni aracılı ya da aracısız okumak, Tanrı'ya doÄŸrudan dua etmek ile bir rahibi vesile kılmak kadar fark vardır.
 
Bu istiare-i temsiliye, Türkiye'de tarihimiz hakkında, son günlerde, günlük gazetelerde yapılan bazı yorumlar üzerine "ne düÅŸündüÄŸümü" öÄŸrenmek için elektronik posta gönderen dostlarımın isteklerini temsil etmek üzere tasarlandı. BaÅŸkalarının yanlışlarını tespit etmekle uÄŸraşırken kendi doÄŸrularını ortaya koyamayan insanların tavrına benzetilebilecek bu istek, aynı zamanda kendini baÅŸkalarına karşı konumlandırarak tanımlama uÄŸraşısının bir sonucudur ve cedelî (diyalektik) bir yönteme dayanır. Burada kullanıldığı anlamıyla cedel, bir olgu ve olay hakkında öÄŸrenirken ya da düÅŸünürken, doÄŸrudan o olgu ve olayın kendisine yönelmekten çok, o olgu ve olay hakkında baÅŸkalarının ne dediÄŸini eleÅŸtirerek bir fikir sahibi olma uÄŸraşısıdır. Bu tür insanlar, kendilerine bir ÅŸey hakkında soru sorulduÄŸunda, ÅŸey'in kendisinden çok, o ÅŸey hakkında baÅŸkalarının söylediklerini öne çıkartır ya da eleÅŸtirirler. Bu yöntemin, genç yaÅŸta, öÄŸrenirken ve öÄŸretirken yararlı olduÄŸunu dile getiren Ä°bn Sina, ekler: Belirli bir yaÅŸtan sonra bu tür bir öÄŸrenme tarzı, ÅŸey hakkında hakikati (burhan) deÄŸil, baÅŸkalarının o ÅŸey hakkında ne düÅŸündüÄŸünü ya da ne düÅŸünmediÄŸini verir; bu nedenle yalnızca zaman kaybıdır. Durum buysa ÅŸu soruyu sorabiliriz: Niçin bu tür bir duruma düÅŸülmektedir? Bu çerçevede, bu soruya verilen aÅŸağıdaki yanıtlar, elektronik posta gönderen dostlarımla bir tür açık bir sohbet olarak düÅŸünülebilir.
 
Her ÅŸeyden önce ÅŸunu vurgulamakta yarar var: "Malumatın yanlış olduÄŸu yerde yorum üzerinde konuÅŸmak, abesle iÅŸtigaldir". Öte yandan söz kadar sözün sahibi de önemlidir; bu nedenle, Ä°blis'in "Tanrı Bir'dir" deyiÅŸi bile ihtiyatla karşılanmalıdır. Bu tür bir bakış, daha baÅŸtan bir tür niyet okuması olarak görülebilir. Ancak, günlük hayatta yalnızca ÅŸeyin hakikatine iliÅŸkin bilgi sahibi olmak yanında bu bilginin davranışını, baÅŸka bir deyiÅŸle, siyasetini de edinmek; bir tür, davranışta firâset sahibi olmak gerekir. Firâset, bir terim olarak, bir kiÅŸinin dış görünüÅŸüne, davranışlarına (zâhirine) bakarak, iç görünüÅŸünü (bâtınını) zan yoluyla bilmek anlamına gelir. Elbette, zan, kesin (yakin) bilginin bir alt türü olmakla birlikte, baÅŸkasını belirlemez (ilzam), ancak kiÅŸiyi davranışlarında ayık tutar, hakikati koruyan siyaset sahibi kılar.
 
Öte yandan, konumuz çerçevesinde, bir ÅŸey'in hakikati yoksa, sureti olmaz; sureti olmayan bir ÅŸeyin de bilgisi (ilmi) bulunmaz; kısaca, mahsus olmayan makul hale gelmez; makul hale gelmeyenin de bilgisi ortaya çıkmaz. Bu nedenledir ki, Tanrı'nın, Ruh'un ve Aklın ilminden deÄŸil, marifetinden bahsedilir; çünkü mahiyetleri bilinmez, çünkü suretleri yoktur; çünkü mahsus deÄŸillerdir. Bu çıkarımın sonucu ÅŸudur: Türkiye'de, tarihimiz mahsus olmadığından, makul deÄŸildir; makul olmadığından da bilgisi yoktur; ya mitolojik bir söylentidir; ya psikolojik bir avuntudur; ya da akademik bir gevezeliktir; ama her halükârda idrak deÄŸildir; eÄŸitim (terbiye) ve öÄŸretimin (talim) ve erdemimizin (edeb) içine yedirilmiÅŸ, eritilmiÅŸ bir halde bulunmadığından da davranış haline gelmemiÅŸtir. Bu nedenledir ki, idrak ve davranış haline gelmediÄŸinden, Türkler kendi tarihi içinde deÄŸil baÅŸkalarının tarihleri içinde yaÅŸamaktadırlar. Bu durumu en güzel, aynı kültür ve tarihe ait, herkesin bilmesi gereken bir konudan konuÅŸtuÄŸunuzda bile yanınızdakinin, sanki yabancı bir kültürün tarihinden bahsediyormuÅŸçasına, "Yazın da öÄŸrenelim!" deyiÅŸi özetler. Kendisi hakkında bir idraki bulunmayan kiÅŸi, ne kendisine ne de tarihine saygı duyar; baÅŸka milletlerin kültür ve tarihlerinde yanaÅŸma, sığıntı olarak yaÅŸar.
 
YenilmiÅŸ, yok edilmiÅŸ üç-beÅŸ Kızılderilinin Türk olduÄŸunu kanıtlamak için uÄŸraÅŸanların, Selçuklu-Osmanlı çizgisi için tereddütsüz "Türk deÄŸiller; ya Fars ya da Bizans'tırlar" deyiÅŸleri, yalnızca cehaletle, hatta gafletle açıklanamaz; tersine kendinden derin bir kaçışın ve ihanetin sonucudur. Çünkü gaflet, tenbihle; cehalet, talimle giderilebilir; ama ihanetin ilacı yoktur; hele sözde-aydın ihanetinin. Bu nedenle, Anadolu ve Balkanlar'da yaÅŸayan insanlar arasında, genelde Ä°slam medeniyeti özelde de bu çizginin, doÄŸal ama önemli bir devamı Selçuklu-Osmanlı (OÄŸuz) tarihi hakkında ileri-geri konuÅŸanlara (bilimsel açıdan eleÅŸtirenler deÄŸil!), ön-yargıda bulunanlara (bilimsel yargıda bulunanlar deÄŸil!) yanıt yetiÅŸtirmek kanımca doÄŸru bir davranış deÄŸildir. Bu tür kiÅŸilerin yaÅŸlılarıyla hiç uÄŸraÅŸmamak, gençlerine de yanaÅŸması oldukları kültürlerin, tarihlerin Efendileri'nin kaleme aldığı kitapları salık vermek yeterlidir.
 
Åžimdiye deÄŸin özetlediklerimizde, tespit açısından, Türkiye'de farklı ideolojik öbekler arasında mahiyet farkının bulunmadığını da vurgulamakta yarar var. Çünkü tarihî mensubiyetlerini yalnızca mitolojik ve psikolojik saiklerle sürdürenler, savunmacılar, neyi muhafaza ettiÄŸini bilmeyen, idrak etmeyen, muhafazakarlardır. Bu tür kiÅŸilerin en bâriz vasfı, belirli bir yönteme göre belgelere dayalı yapılmış bilimsel eleÅŸtiri ve yargılara bile tahammül edememeleridir; çünkü ne dogma ne de duygu eleÅŸtiri kaldırır; çünkü eleÅŸtiri ancak idrakin iÅŸidir.
 
Tarih, bir gelecek idrakidir; bir milletin gelecek idrakine aktarılan geçmiÅŸi o milletin tarihi olur. Bu nedenledir ki, Türkiye'de siyasal harekete dönüÅŸtürülen, sosyolojik aidiyetler, ciddi bir kültürel/tarihî bakış açısına (perspektife), gelecek idrakine sahip ol(a)madıklarından, politik alanda kısa süreli baÅŸarılı olsalar da, milletin önünü açan bir ufuk sunamamakta, milletin tarihi de siyasî çıkar öbekleri arasında simgesel ÅŸiddetin bir aracı haline gelmektedir.
 
Anlayış Dergisi
(Sayı 70)
Nisan 2009

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.