Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Kemal Sayar: Hayat nasıl da geçiyor, zaman hiç geçmezken?

Buraya senden önce gelmiş birisi vardı. Eleğimsağmanın altından geçen, derelerde yıkanan çocukların neşesinden bir toz sen gelmeden önce serpilmişti buraya. Sen geldiğinde içine çektiğin ıhlamur kokusu, o başka ruhun sen onu izleyebilesin diye bıraktığı işarettUzaklara gittiğimde seni çağırıyorum, kaybolduğumda beni bulmanı, düştüğümde elimi tutmanı istiyorum.



Elli yaşımı devirdim, anamı ve babamı topraÄŸa verdim. Dostlarımın kimi erken ölümlerle ötelere sırlandı. Kaç yılım kaldı bilmiyorum, bir göz açıp kapaması kadar bir hayatta bilmem kendime, Rabbime, deÄŸer ve ülkülerime ne kadar sadık kalabildim? Annemin dizine başımı koyduÄŸum günleri hatırlıyorum, babamla tatlı bir sohbete tutuÅŸtuÄŸumuz anları, daha dün güç bela taşıdığı çantasıyla yatılı okuldan ana babasının sevincine koÅŸan bir çocuktum.  Ne ara büyüdüm ben, saçı sakalı aÄŸarmış bir adama döndüm?  Ne kadar sürer bir saat? Bir doktorun muayenehanesinde sıramızı beklerken, bir ambulans beklerken, bir sınavı beklerken hep aynı ölçüde mi sürer bir saat? SevdiÄŸimizin gözlerinin içine bakarken aynı mıdır? Bilinç kendi zamanını oluÅŸturuyor. Bir saat, bazen bir dakika bazen bir ay sürer. Ruhumuzun nabzı, içsel zamanımızda atar. GördüÄŸümüz, hissettiÄŸimiz ve düÅŸündüÄŸümüz her ÅŸey onunla ölçülür.  Varlığın kendi ritmi var, bitkilerin bile kendilerine mahsus bir içsel zamanı : Mimozalar her gün aynı saatte yapraklarını güneÅŸe kaldırır. ‘Hayat nasıl da geçiyor, zaman hiç geçmezken?’ demiÅŸti ustamız Cahit ZarifoÄŸlu.
 
Hatırlamak, yaÅŸamaktır. Unutmak ölmek. Dünyada var olmayan kiÅŸi belleÄŸimizde yaÅŸamaya devam eder. Yolda yürürken uzun yıllardır görmediÄŸiniz birine rastlarsınız, a o da ne? Nasıl da yaÅŸlanmış böyle? Geçen zaman sanki bize hiç uÄŸramamışçasına onun yaÅŸ almasına hayret ederiz. Oysa çoktan sizin de saçınız aÄŸarmış, yüz çizgileriniz derinleÅŸmiÅŸ, zaman hükmünü icra etmiÅŸtir. Hayatımızın bir döneminde bize eÅŸlik etmiÅŸ insanlar sonra görüÅŸ ve ilgi menzilimizden çıkar, birbirimizi aramaz sormaz oluruz. Ara sokaklarında hayatın kim bilir kaç dostumuzu kaybettik?  Zihnimiz baÅŸka insanların sadece biz onları gördüÄŸümüzde, onlara dokunduÄŸumuzda, onları duyduÄŸumuzda veya en azından onları düÅŸündüÄŸümüzde var olduÄŸunu söyler. Oysa onlar hayatın baÅŸka mahallelerinde ıstırap çekmeye, çalışmaya, keyif almaya veya hastalanmaya devam eder. Bir süreliÄŸine yollarımızın kesiÅŸtiÄŸi, yarenlik ettiÄŸimiz insanları gün gelir unuturuz. Belki de kendi benliÄŸimizin bir tarafını unuturuz, belki de birlikte düÅŸ kurduÄŸumuz insanları biz o düÅŸten gerisin geri yürüdüÄŸümüzde kaybederiz. Kendimizi mühim saydığımızda, kendimizi mühim saymadığımız zamanların hatırası solar, o zamanların ateÅŸin düÅŸleri ilkel ve çocuksu bir zamanın arkaik kalıntıları haline geliverir. Unutmak için hızlanıyoruz. Hızlandıkça unutuyor, öleceÄŸimizin bilgisini bilincimizden uzak tutuyoruz. Zamanımızın baskın ruhu hayatı hızlandırıyor, duygular sığlaşıyor ve iliÅŸkilerde çabuk tatmin ortaya çıkıyor. ArkadaÅŸlık da ‘menfaat dünyası’ndaki bütün öÄŸeler gibi kısa vadeli çıkara tahvil edilebildiÄŸinde deÄŸer buluyor. Ä°nsan iliÅŸkilerinde, kullan-at modeli. Ä°htiyaç duymadığımızı bir köÅŸeye atıveriyoruz.
 
Bizden ilgi bekleyen herkese dikkatimizi veremeyecek kadar meÅŸgul ve telaÅŸlıyız. Her gün yeni uyaranlar tarafından baÅŸtan çıkarılıyor ve bugünü, her seferinde ihtiyaçlara binaen yeniden inÅŸa ediyoruz. Her ÅŸey çok kısa ömürlü, saman alevi gibi bir anlığına yanıp sönüyor. Öyle ki kendimizle bile temasımız kayboluyor, insanın kendi öyküsüne, ideal ve kimliÄŸine sadakati dahi aşınıyor. Elli yaşımda, yirmi yaşımdaki samimiyetime ne kadar sadık kalabildim? Pek çok insan, çölde kaybolmuÅŸ kimseler gibi, tutarlı bir kimlik ve anlam duygusu geliÅŸtiremiyor, kendine yakışacağını sandığı bir kimlik edineceÄŸim derken bukalemun gibi renkten renge giriyor. PastiÅŸ kiÅŸilikler. Bukalemun benlikler. GeçmiÅŸimizdeki noktaları birleÅŸtirerek bunu tutarlı bir anlatıya dönüÅŸtürmek, hepimizin ortak arzusu. Anılarımız, hayatta öÄŸrendiÄŸimiz dersler, üstesinden geldiÄŸimiz güçlükler, baÅŸarı ve yenilgilerimiz, tanıdığımız insanlar: Hepsi hayatımızın parçası, hepsi bizim kim olduÄŸumuzu bilmemize yardım ediyor.
 
Ä°nsanoÄŸlu kendi tarihini durmadan yeniden yazar, geçmiÅŸ bugünün verileriyle yeniden inÅŸa edilir. Bellek bir yandan da toplumsal tutkaldır, bizimle ortak anıları olan insanlara kendimizi daha yakın hissederiz. Kendi tarihimize deÄŸebiliyor ve yolda karşımıza çıkan güçlüklerle barışabiliyorsak, ayaklarımız yere daha saÄŸlam basar. Kimilerimiz geçmiÅŸin zindanından bir türlü çıkamaz, esenliÄŸi o karanlıkta debelenmekte bulmuÅŸlardır. Mazi, durmadan bugünün  mezarını kazar. GeçmiÅŸ hiç yaÅŸanmamışçasına onu yok saymak da bizi ilk fırtınada uçup gidecek köksüz bir aÄŸaç gibi çaresiz bırakır. Kök salmak, varlığı saÄŸlam ve dik tutar. Kökünü bilen insan, daha gerçek insandır. Bir kökü olan, gökyüzüne uzanır.
 
Uzaklara gittiÄŸimde seni çağırıyorum, kaybolduÄŸumda beni bulmanı, düÅŸtüÄŸümde elimi tutmanı istiyorum. Sana dostum dediydim, bir tas suyunu içtim, seninle aynı safta durdum, bir çorbayı bölüÅŸtüm. ‘Ben uyuduÄŸumda, kapanan senin gözlerindi’. O yüzden aynı rüyayı gördük.
 
GeçmiÅŸte biliÅŸ olduÄŸumuz her insan, bir parçasıyla bizde yaÅŸamaya devam etmektedir. Bize bir derinlik katmış, bizden bir ÅŸey onun ruhuna bir renk çalmıştır. Sevdiklerimiz içsel zamanımızda soluk alıp verir. Uykuya yatar, uykudan uyanır. Bizimle sofraya oturur, sarp yokuÅŸu tırmanır. Nezaket sadakatle baÅŸlar. Ahde vefa, dosta vefa. Sadakat elbette risk içerir:  Ya güvenip de sırlarımı emanet ettiÄŸim o kiÅŸi bana ihanet ederse? Ancak bu riski almaz ve dostluÄŸa kendimizi adayacak cesareti gösteremezsek, sığ sularda boÄŸulur gideriz. Sadakat, bir telefon zırıltısının o ana adanmış dikkatimizi çelmesine izin vermeksizin, orada olmak/onunla olmak demektir. Bütün engellere raÄŸmen neyin daha deÄŸerli olduÄŸunu gösterebilmektir. Dostluk, sevdiÄŸimiz insanı,  yargılamadan ve bir talepte bulunmadan kalpte tutmaktır. Dostluk tutunmaktır, hatırda tutmak ve hatır tutmaktır. Zor zamanda dosta vefa, insanlığımızın miyara vurulduÄŸu bir ölçüdür. Sadakat, nezakete cevher ve güç verir.  Vefa, özensiz ve darmadağınık bir dünyada, paha biçilemez bir deÄŸerdir.
 
‘Ben baÅŸkalarının günahları için de aÄŸlıyorum’ diyor karşımdaki adam. Karşıma bir hasta olarak oturmuÅŸ ama  konuÅŸtukça, erdem timsali bu ruh karşısında gözlerim kamaşıyor. Sizden ÅŸifa arayan, bazen size ÅŸifa vermeye gelir. ‘Bana bir kötülük yapanı affetmeyi nasip et Allah’ım, ki senin karşında af dilemeye yüzüm olsun’ diye niyaz ediyor. Kaldı mıydı böyle sadıklar yeryüzünde? Hayır, bu kadarı gerçek olamaz.  Antidepresanın dozunu artırıyorum.en baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildi.
 
KEMAL SAYAR - GERÇEK HAYAT

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.