Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Kemal Sayar: 'Sen kimsin?'in cevabı peşinde değilim

Yeni bir seçimin arifesinde, kelimeler yine mızraklar halinde başka saydıklarımızın sinesine saplanıyor. Hiç de uzun uzadıya düşünmeden korkunç sözler dökülüyor dudaklarımızdan. Nefret yüklü sözler.



O gün fazladan vaktim vardı. Ä°laçları ve rahatsızlığı üzerine  epey bir konuÅŸtuktan sonra, kelimelerin uzayında serbest çaÄŸrışımlarla ilerlemeye baÅŸladık. Uzun sohbetimizin orta yerinde, birden o ana dek ondan hiç iÅŸitmediÄŸim bir ÅŸey söyledi bana: ‘Biliyor musunuz, ben Kürt ve aleviyim’. Bunu niçin söyleme gereÄŸi duyuyordu? Neden ÅŸimdi? Bunu söylüyordu çünkü salt bir hasta olarak deÄŸil bir insan olarak konuÅŸuyordu artık ve insan olarak yüklendiÄŸi dertleri de anlatmak istiyordu. KimliÄŸi yüzünden uÄŸradığı dışlanmaları, onca iyilikte bulunduÄŸu komÅŸularının onun kimliÄŸini öÄŸrendiklerinde yüz geri etmelerini, ‘derin bir içerleyiÅŸ’ olarak hayatı anlatıyordu. Ä°nsan olarak ruhların birbirine deÄŸmesi ancak bu içtenlik anlarında mümkün olabiliyor. Onun hikayesinin bu tarafına sokulmak aramızda dönüÅŸtürücü nitelikte bir sohbetin gerçekleÅŸmesiyle mümkün olabilmiÅŸti. DönüÅŸtürücü sohbet, muhatabımın hikayesini saygıyla dinlemekle olur. Onun ruhuna bir yer açmakla, onu gönül haneme buyur edebilmekle. 'SöylediÄŸin ÅŸeyi dinlemeye deÄŸer buluyorum. Senin gerçekliÄŸine, inanç ve deneyimlerine kendimi açıyorum' diyebildiÄŸimizde, ruhların birbirine dokunduÄŸu o tılsımlı alana adım atarız. 'Sen kimsin?'in cevabı peÅŸinde deÄŸilim, anlamaya çalıştığım, 'sen hangi hikayenin bir parçasısın?' Senin hikayeni duymak ve kendi hikayemi sana sunmakla birbirimizi insan olarak geçerli kılıyoruz. Sana kayıtsız deÄŸilim, sen de bana kayıtsız kalmıyorsun. Ä°yi bir sohbet bizi daha önce hiç uÄŸramadığımız yerlere götürür.
 
Her birimiz kendi içimizde farklı farklı var olma ihtimalleri barındırıyoruz. KonuÅŸmalarımızda deÄŸiÅŸik ‘ben konumları’ var. Bir büyüÄŸüme konuÅŸan ben ile çocuklarıma konuÅŸan ben farklı. Bu deÄŸiÅŸik ben konumları arasında bir ahenk arayabiliriz pekala ama bazen bir ben, diÄŸer benle uyuÅŸmayabilir. Bu durumda müphemliÄŸe yer açmak, içimizdeki çok sesliliÄŸe ve potansiyellere açık olmak daha iyi bir seçenek olabilir. Benliklerimiz her iliÅŸkiyle adeta yeniden inÅŸa edilir. Bu yüzden insanların ne olduklarını sezmeye harcadığımız çabayı onların ne olabileceklerini anlamak için de göstermeliyiz.
 
Bir insanın aslında ne olduÄŸu deÄŸil, ne olabileceÄŸi, hangi eylemleriyle içindeki hangi potansiyeli harekete geçirebileceÄŸi ilgimizi çekebilir. KurduÄŸumuz her iliÅŸki bize yepyeni bir dünyanın kapılarını aralar. Ä°nsan zihni sosyal dünyada var olmakla geliÅŸir. Bu yüzden benlik ve dünya, benlik ve öteki, benlik ve toplum arasında inÅŸa edilmiÅŸ duvarları aÅŸabilmek, birbirimizi sosyal süreçlerin eÅŸ üreticileri olarak görmek icap eder: ‘Biz oluncaya deÄŸin, sen ve ben yoktur’.
 
‘Nihayetinde hiçbir konuÅŸmacı, evrenin  ebedi sessizliÄŸini bozan o ilk konuÅŸmacı deÄŸildir’ der Bakhtin. Her birimizin sesi evrende deveran eden diÄŸer seslere ekleniyor. Seslerimiz birbiriyle karşılaşıyor, bazen birbirlerini bozuyor. Bazen kuvvetli bir ses diÄŸerlerini bastırmak ve susturmak istiyor. Bazen söylenen söylenemeyeni, görünür olan temsil edilemeyeni örter. Baskın grup kendi yaÅŸantı ve kültürünü evrenselleÅŸtirir ve bunu bir norm olarak dayatır, böylece tüm insanlığı temsil ettiÄŸini söylerse bunun adı kültürel sömürgeciliktir. Ä°nsanlar kimileyin ‘öz vatanında parya’ haline de getirilebilir, kendi yurtlarında kendi insanları tarafından da sesleri kısılıp hikayesiz kılınmak istenebilir. Mütehakkim ideolojinin yerli yüklenicileri bu iÅŸi büyük bir ‘yurtseverlik’le yapar. Kendinden nefret etme ideolojisi, yurtseverlik kılıfı içinde, kendi olmaktan ümitsizliÄŸe düÅŸmüÅŸ seçkinlere ‘yaban’ saydıklarını hizaya sokma gücü verir.
 
Yeni bir seçimin arifesinde,  kelimeler yine mızraklar halinde baÅŸka saydıklarımızın sinesine saplanıyor. Hiç de uzun uzadıya düÅŸünmeden korkunç sözler dökülüyor dudaklarımızdan. Nefret yüklü sözler. Ä°ç savaÅŸ senaryoları, ihanet ithamları, hayallerde kurulan dar aÄŸaçları. Her birimiz yurdumuzu çok sevdiÄŸimizi ve bu yüzden bize benzemeyen ötekinden nefret ettiÄŸimizi söylüyoruz. Nefret sıradan insanı güçlendiriyor, sosyal medya mecralarında bu kadar kükrememiz bundan. Sara Ahmed’i izleyelim: ‘Nefret duygusu sıradan insanı harekete geçirmeye, o fanteziyi gerçek kılmaya yarar; bunu da özellikle sıradan olanı kriz içinde, sıradan insanı ise gerçek maÄŸdur olarak göstermekle yapar. Sıradan insan, bir kiÅŸiye ya da bir yere yaklaÅŸmaları bile suç olan tahayyül edilmiÅŸ ötekiler tarafından tehdit edilen biri olur. Sıradan özne, ötekilerin istilası yüzünden incinmiÅŸ hatta yaralanmış bir olarak yeniden üretilir’. Nefret, elbette herkesin ortaklaÅŸa nefret edilebilir bulduÄŸuna yönelik olsaydı çok kolay olurdu. Burada nefret aynı sokağı, çarşıyı, okulu paylaÅŸtığımız kiÅŸilere yöneliyor ve aslında bir dizi bilinçdışı etmenden besleniyor. Buna geleceÄŸiz.
 
Biz çok travmalar geçirmiÅŸ bir milletiz. Yakın geçmiÅŸimiz, yakın tarihimiz travmalarla dolu. Pek çoÄŸumuzun atalarından biri ya da birkaçı  ya büyük göçlerde ya da Osmanlı’nın son büyük savaÅŸlarında can verdi. Kimlikler, diller ve hikayeler acımasızca bastırıldı, statükoya muhalefet edenler zindanlara tıkıldı, iÅŸkence gördü, asıldı. Ä°nsan haklarıyla ilgili etkin bir politik hareket olmadığı için bütün yakın dönem tanıklıkları sonunda etkin bir unutma eylemine dönüÅŸtü. YaÅŸamak ve hayata tutunmak için unutmak gerekiyordu. Kimileri Türkiye toplumu için istihza sadedinde ‘balık hafızalı’ nitelemesini yapar ya, ben tam tersini söylüyorum: Unutmak bizim için bir hayatta kalma stratejisiydi. Ä°nkar ve baskılama, bireysel bilinç kadar sosyal bilincin de savunma düzenekleri haline gelebilir. GeçmiÅŸ travmalar çözümlenip iyileÅŸmeden bırakıldığında, öfke, korku ve güvensizlik halinde hortlar ve toplumsal iÅŸbirliÄŸini engeller. Böylece yeni nefret ve karşıtlıklar üretilir. Travmadan üreyen önyargı ve psikolojik engeller, yeni nefret kaynaklarına ve yeni çatışma biçimlerine yol açar. Ä°yileÅŸmemiÅŸ kamusal travmalar, bastırılmış olanın ısrarcı ve yineleyici geri dönüÅŸüyle yeniden sahne alır. Sözgelimi, bitti dediÄŸiniz bir savaÅŸ, kendini aynı biçimlerde tekrar etme saplantısına düÅŸer.
 
Türkiye’de toplumsal kesimler arasında bir iç savaÅŸ olmayacak ve bunca ağır havaya raÄŸmen, nefret ilelebet borusunu öttüremeyecek. Bu yazıyı da sadece bunu söylemek için yazıyorum. Çocuk babaya ‘senden nefret ediyorum’ dediÄŸinde aslında ÅŸunu der: ‘Senden istediÄŸim sevgiyi alamıyorum’. Nefret konuÅŸmaları örtük arzu ve korkuları temsil eder. Nefret ideolojisi, Niza Yanay’ı izleyerek söylersem, bir arzu belirtisidir. KiÅŸi sevdiÄŸinden incinir. Nefret bağımlılık korkusundan da türeyebilir: Biz ve onlar arasındaki kutuplaÅŸmış dil negatif karşılıklı bağımlılığa dayanır. Biz iyilerizdir onlar da kötüler. Hegel’in köle efendi diyalektiÄŸinde olduÄŸu gibi biri diÄŸerini inÅŸa eder. Birinin grup kimliÄŸi iddiası diÄŸerinin grup kimliÄŸinin reddine dayanır. Nefretin içerdiÄŸi çeliÅŸki, iki hasmın birbirine fazla yakınlaÅŸmasının, çok iç içe geçmelerinin yarattığı korku ile ortaya çıkan uzaklaÅŸma/mesafe arzusudur. O zehirli dil hep onu benden uzaklaÅŸtırmak içindir. BaÄŸlanma ve yakınlık olmadan bir birey veya gruptan nefret edemezsiniz. BaÄŸlanma yokluÄŸu kayıtsızlık üretir, nefret deÄŸil.  Ayrı olmak istediÄŸimize benzemekten, ona çok yakın düÅŸmekten korkarız. Artık ben olamamaktan, onun içinde eriyip yitmekten korkarız. Nefret, onu dolaşıma sokan kiÅŸilere, aradaki ayrılığı derinleÅŸtirerek mesafeyi kontrol etme imkanı veriyor. Havada uçuÅŸan nefret sözcükleri aslında korku zerreciklerinden ibaret. Ä°yi haber ÅŸu, artık kolonyal bir tahakkümün cari olmadığını, birbirimize benzemek zorunda olmadığımızı bize söylüyor. Chantal Mouffe, yıllar önce okuduÄŸum bir söyleÅŸisinde iyi demokrasilerin de iyi evlilikler gibi patırtı gürültüyü hazmedebilen, çatışmaya dayanıklı bir doÄŸası olduÄŸundan dem vuruyor ve bu patırtıyı bir hayatiyet belirtisi olarak yorumluyordu. Güçlü duygular zıddına inkılap edebilir. Dolayısıyla nefretin az ilerisinde sevgi durmaktadır ve elimizi uzatsak belki de ona dokunabileceÄŸiz. DüÅŸman, kayıp arkadaÅŸtır. Politik dostluk, ön ÅŸartlar olmadan bizi barışa çağırır. ‘Bizden biri’ olmayanla bir araya gelmeyi mümkün kılar. Dostluk, nefreti içinde eritebilir. DostluÄŸu seçmekle düÅŸünülemez olan barış yeniden düÅŸünülebilir hale gelir. Ä°nkar edilen baÄŸlanma yeniden tesis edilir. Negatif karşılıklı bağımlılık yerine, birbirimize kaçınılmaz bağımlılığımızı kabullenmeliyiz. Kimse bize ‘ötekini sevme yasağı’ getiremez. Sevgiyi baskılamak, aramızdaki bağı yok saymak ve  birbirimize bağımlılığımızdan korkmak bizi bugüne dek nefrete esir kılmış olabilir. Burada fazla eÄŸleÅŸmeyeceÄŸiz. Nefretten sevgi doÄŸabilir: Kendi bağımlılığımızla yüzleÅŸir ve ötekine duyduÄŸumuz arzuyu kabullenebilirsek, sen ve ben kalarak da biz olmayı baÅŸarabileceÄŸiz.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.