Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Dücane Cündioğlu: İslam dünyası ‘Ey insanlar’ deme yeteneğini yitirdi

Bugünlerde hava kurşun gibi ağır... İslam dünyası, tarihinin en büyük krizini yaşıyor. Amerika, Müslümanları ülkeye sokup sokmamayı tartışıyor. Ortadoğu mezhep kavgasına teslim. Bir yandan Putin, Türkiye’den intikam almak için tetikte bekliyor... “3. Dünya Savaşı çıkar mı” sorusu artık gülüp geçilen bir şey değil. Ve insanlığın birlikte yaşama kültürü, yaşama sevinci yara alıyor. Bu küresel krizi derinlikli biçimde anlamak için Batı’yı da Doğu’yu da tanımak gerekiyor. Hatta iki kültürü birden içinde taşımak... Düşünür Dücane Cündioğlu’nun Büyükada’daki evindeyiz. Girişteki duvarda Kuran’dan sureler de var; Eski Yunanca ‘Akademia’ tabelası da...



Bölgede Suudi Arabistan, Katar ve biz; karşımızda ise İran, Esad, dışardan Rusya ittifak kurmuş görünüyor. Bu kamplaşma dini ve tarihsel olarak kaçınılmaz mı?
- Hiç kuşkunuz olmasın. Selefiler (Araplar) ile Sünniler (Türkler) bir tarafta, Şiiler (İranlılar) ise karşı tarafta. Sünni Kürtlerin durumuysa ikircimli. Konjonktür değişse de Mezopotamya’nın yazgısını daima coğrafya belirlemiştir. Etnik ve dinsel ayrımlar da ne yazık ki bu yazgının bir parçası.
 
Dücane Cündioğlu: İslam dünyası ‘Ey insanlar’ deme yeteneğini yitirdi
 
İş dönüp dolaşıp dine geliyor. Terör örgütleri tamamen dini iddialarla ortaya çıkıyor. Kuran şiddeti onaylar mı?
- Dini metinler değişik koşullarda değişik biçimlerde yorumlanır. Hz. İsa her ne kadar şefkat ve merhametin timsali bir sevgi peygamberi olsa da kilise bu imgeyi İncil’deki şiddet öneren pasajlar ışığında yorumlamaktan kaçınmamıştır. Haçlı Seferleri’ni organize eden bilinç gerektiğinde Kitab-ı Mukaddes’i savaşı destekleyecek şekilde yorumlarken, başka koşullarda merhamet, şefkat ve hoşgörüyü öne çıkarmıştır. Bu durum Kur’an-ı Kerim için de söz konusudur. Metinler kendi kendine konuşmaz, konuşturan insandır. Yorumlayan bilinçtir. İslam dünyası aynı yüzyılda İbn Teymiye’yi de çıkarmış, İbn Arabi’yi de. Tümüyle karşıt iki yorumcu. Hangisi gerçek İslam?
 

 

Uzlaşmacı akımlarda reformist bir çaba var mı? Yorumlama, yumuşatma gibi... Dini metinleri kafamıza göre değiştirebilir miyiz?
- Gelenek bunu yapmasa hiçbir din günümüze ulaşamazdı. Kutsal metinler değişmez ama güncellenir. Değişen koşullara yorumun gücü sayesinde ayak uydururlar.
 
Hep yapılmış mı bu?
- Elbette. Dini hukukun yüzde 90’ı en nihayet asırlar içinde ulemanın yaptığı incelikli yorumlardan ibarettir, yoksa Kuran-ı Kerim’deki yasaklar 5-10 maddeyi geçmez. Ancak 18-19. yüzyıllarda İslam dünyası kendisini güncellemeyi, inançlarla dünya bilgisi arasındaki irtibatı tam anlamıyla kurmayı beceremedi. “Hırsızın elini kesin” buyruğu ulema tarafından nasıl tatbik edilmiştir? Uygulanmayarak. Caydırıcı, psikolojik bir araç olarak. İslam tarihinde eli kesilen hırsız sayısı yok denecek kadar azdır.
 

 

Peki “Bunlar dinden saptı” diyenlere nasıl cevap veriliyor?
- Kuran’da Allah’ın elinden, gözünden söz edilir. Allah’ın dünya semasına ‘indiğine’ dair rivayetler vardır. Çoğu âlim bu ifadelerin zahiren anlaşılmasını aşırı yorum olarak kabul etmiştir. Çünkü üç boyutlu bir cisim gibi hareket etmek Tanrı’ya yakıştırılmaz. Cisimler çürür, yok olur. Bu ifadeler mecaz olarak görülmüş, ama “kutsal metinde böyle diyorsa böyledir” denmemiştir. Hem akla uygunluk hem de toplumun maslahatı dikkate alınarak sadece hukukta değil, inanç ilkelerinde bile yorumlar sürekli güncellenmiştir. Modern döneme kadar...
 
Modern dönemde neden durmuş?
- 15. yüzyılda İstanbul’u fetheden, 17. yüzyılda Viyana kapılarına dayanan güç ideolojik dayanaklarından hiç şüphe etmedi, ama barutlu tüfekler, Amerika’nın fethi, Atlas Okyanusu’na açılan Avrupa ve ardından gelen sürekli yenilgiler kuşkuya yol açtı, bir ideolojik yetersizlik duygusuna... Çağın koşullarına entegre olmak zayıflığın onaylanması olarak algılandığından direnç ve ayrışma isteği kemikleşti. Bu ergence bir tepkiydi. Eziklik şiddete dönüştü. Kuran “Ey insanlar!” der; çünkü iddiası itibariyle tüm insanlara gönderilmiş bir kitap! Ne yazık ki İslam dünyası bu geri çekiliş sürecinde “Ey İnsanlar!” deme yeteneğini yitirdi, ister istemez sadece “Ey iman edenler!” hitabının sınırları içinde kaldı.
 
Eskiden evrensel bir yaklaşımı mı vardı İslam’ın?
- Hem de nasıl. Salt kendi insanına değil, doğrudan insana hitap eden özenli bir dili vardı: Dervişane, birleştirici bir dil. Osmanlı’nın tarihsel zemini bu 13-14. yüzyıl zeminidir. Ellerinde tefler, kudümler, ut çalan, kulaklarında küpe, boyunlarında halkalar, yalınayak, saçlarını kazıtmış nice uyumsuz zekânın toplumu şenlendirdiği bir dönem. Dilenen, hatta kıtlık dönemlerinde halka yiyecek dağıtmak için örgütlenen insanlar komünal yaşantı alanları kurdular. Halk o katılaşma, kutuplaşma yıllarında bu alanların içinde nefes aldı, müslim-gayrimüslim ayrımları zayıfladı. İlk fırsatta İslam dünyası yine bu refleksi 
verecektir.
 

 

Paris saldırıları, Charlie Hebdo, Danimarkalı yönetmen, Salman Rüşdi’ye ölüm fetvası... Neden kutsallara dokunulduğunda öldürme refleksi ortaya çıkıyor? Dini temeli var mı?
- Tanrı değil, asıl peygamberlik söz konusu olduğu zaman insan devreye girer, bilhassa insani ilişkiler, toplumsal duyarlılıklar. İslam dünyasının kendi kimliğini koruyabilmek için sığınabileceği birleştirici başka bir merkezi şahsiyet mi var? İster istemez bu konudaki eleştirileri varlığının temeline yönelmiş acımasız bir saldırı olarak algılıyor.
 
Duvarlarında Meryem Ana ya da Hazreti İsa resmi olmayan bir Katolik evi bulamazsınız. Onlar için de kutsal figürler. Charlie Hebdo’da onlarla da ilgili yayın yapıldı. Hıristiyanlar neden öldürmüyor kimseyi?
- Değerler alanında hiçbir inanç sistemi sözde-hoşgörü üzerinden aklanamaz. Hz. İsa İslam dünyası açısından bir insandır, bir peygamberdir ama Hıristiyan dünyası için Tanrı’nın insan suretindeki belirlenimidir, yani hem insandır hem tanrıdır, son peygamber ise sadece insandır, bizim gibi bir insan. İslam dünyasının üzerine titreyeceği, titizleneceği daha üst bir değer mi var?
 
Peki ne olacak? “Biz istediğimizi çizeriz” diyor adam. Sosyal medya var. O olmadı, öbürü yapacak. Herkesi öldürecekler mi sonsuza kadar?
- İslam dünyasında şu anda karşılaşılan şiddet geleneksel duyarlılıkların modernleşmiş bir ifadesi: Modern şiddet! Geleneksel değerlerine bağlı halk, Anadolu halkı bu tür tepkiler verir mi?
 
Anadolu’da bir dergi bunu yapsın, verebilir bana sorarsanız...
- Hürmet karşılıklıdır. Bir Buda heykeline yapacağınız saygısızlığı da Hintliler affetmez. Hindistan’da bir inek kesip kızartma yapın bakalım size ne tepki verecekler? “Ne canım, alt tarafı biftek yiyoruz” diyemezsiniz.
 
Hindu teröristler Paris’te biftek yiyen insanları öldürse onları anlayışla mı karşılayacağız? 
- Şiddetin her türlüsüne karşı çıkmalıyız, bilhassa örgütlü şiddetin ama özellikle devlet şiddetinin. Walter Benjamin’in ‘kurucu şiddet-koruyucu şiddet’ ayrımının yanı sıra, benim, ‘nedensiz şiddet’ olarak adlandırdığım bir başka durum daha var: Şiddet olarak şiddet, varoluşsal şiddet. Tümüyle irrasyonel, nedensiz şiddet. Sorun da burada, İslam dünyası tam da böylesi bir şiddetin içine itiliyor, ne kurucu ne koruyucu, sadece varoluşsal bir ifade aracı olarak kör bir şiddetin içine. 
 
Devletleşmek, hilafet kurmak amacıyla yapmıyor mu?
- İslam savaş hukukunda kadınlar, çocuklar, masumlar öldürülmez. Savaşanla savaşırsın. Savaşmayanla savaşmazsın. Ortaçağ savaş hukukundan söz ediyoruz. Her örgüt, bir bölgede hâkimiyetini kurarken, yoğun ve acımasız, irrasyonel bir şiddet uygular. “Burada artık ben varım, burası benden sorulur” demek ister. Amacı yine kendisidir: Şiddet olarak şiddet, yani dehşet. Sözün özü hiçbir İslam âlimi atom bombası atılsın diye fetva veremez.
 
Kaynak: Hürriyet
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.