Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Sarıklı-cübbeli bir ihtilalci: Ali Suavi

II. Abdülhamit’e karşı giriştiği başarısız darbe girişimi ile bilinen bir tarihi kişiliktir. Bu olaydan ötürü kendisine “Sarıklı İhtilalci” denilmiştir.



Osmanlı Devleti’nin siyasi ve sosyal sıkıntılarına çözüm bulmak için kafa yormuş, İslam’ı referans olarak almış ve Türkçü, Turancı görüşler öne sürmüş bir kişiydi. Sultan Abdülaziz döneminde Genç Osmanlılar ile birlikte Paris ve Londra’da bulundu; hükûmet aleyhine yazılar yayınladı; gazete çıkardı. Abdülhamit döneminde yurda dönmüş; bir süre Galatasaray Sultanisi müdürlüğü yapmıştır. Bu görevden alındıktan sonra işsiz olduğu sırada örgütlediği birkaç yüz kişi ile Çırağan Sarayı’nı basarak V. Murat’ı tahta geçirmek istedi; bu girişimi sırasında öldürüldü.
 
1839 yılında İstanbul`da kâğıt tüccarı Çankırılı Hüseyin Ağa’nın oğlu olarak dünyaya geldi.  İlköğrenimini Davutpaşa’daki rüştiyede yaptıktan sonra Şehzadebaşı Camii’nin medrese ve okulunda din ve genel kültür dersleri aldı. Okulu bitirdikten sonra “Bâb-ı Seraskeri’de Dersaadet yoklama kalemi”ne memur olarak girmiştir. Bu dönemde bir yıl süren, İslami ilimleri, Arapça ve Farsça’yı geliştirmek için yaptığı Hac yolculuğu vardır. 1856 yılında 17 yaşındayken babasıyla Mekke`ye gidip hacı oldu. Bu Hac yolculuğundan sonra İzmir’e, oradan da Bursa’ya geçmiştir. Arapça ve Farsça’yı bilmesi, İslami ilimlere vakıf olması toplumun ve devlet erkânın teveccühünü kazanmasına sebep olmuştur.
 
Memuriyet hayatına İstanbul’da bir askerlik şubesinde kâtip olarak başladı. Üç yıl kadar bu görevde bulunduktan sonra, öğretmen seçimi için yapılan sınavı kazandı ve “muallimi evvel” oldu. Bursa’dan sonra hayatında önemli yeri olan iki olayın geçtiği, Simav’a gidecektir. 1858`de Simav’da Kuşu Medresesi’nde hocalık yaptıktan sonra Bursa’daki rüştiyeye öğretmen olarak atandı. Batılı tarzda bir okulda öğretmenlik yapmasına rağmen sarıklı idi. Öğretmenlik görevinin yanı sıra Bursa Ulu Camii’de vaazlar veriyordu. 1864–1866 yıllarında Rumeli’de idari görevler aldı ve Filibe`de bir rüştiyede öğretmenlik yaptı. Bu arada Yeşiloğlu Camiinde verdiği saray karşıtı vaazlar ve diğer nedenlerle bölgenin mülki idare amiri tarihçi Ali Bey’le arası açıldı ve görevinden azledildi; 1866 yılında İstanbul`a döndü.
 
Hacı Ali Suavi İstanbul’da Şehzadebaşı Camii’nde vaazları ile ün kazandı. 1867 yılı Ocak ayından itibaren Muhbir adlı gazetede yazılarını yayımlayarak gazetecilik hayatına başladı. Eğitim alanında yazılara ağırlık verdi. Şehzadebaşı Camiinde verdiği vaazlar ve Muhbir gazetesinin 32. sayısında yayınlanan siyasi makalesi nedeniyle bir gece ansızın tutuklanıp Kastamonu’ya sürüldü.
 
Tanzimat Fermanı (1839), Islahat Fermanı (1856), Kanun-ı Esasi (1876) gibi üç dönemin toplumsal ve fikri çalkantıları içinde yetişen Ali Suavi; dönemin birçok aydınında olan devletin bekasının muhafazası ve aynı zamanda, idari yenilenme, eğitim gibi birçok sosyal meseleyi tahlil edip daha rasyonel bir düzenin kurulması çabası ve aceleciliğine sahipti.
 
Tanzimat olarak kabul edecek olursak; tabandaki yansıması ise dogmatik bir otoriter yapıya sahip olan Osmanlı gibi bir toplumda, bu yapıdan sıyrılmış, bireysel inisiyatifiyle hayatına yön verebilen ve fikri düşünce sistemi oluşturabilen, “müesseseleşmiş doktrinlere kuşku ile bakan” bir aydın sınıfın oluşmasıdır. Bu aydın sınıf Ali Suavi’nin de içinde olduğu Yeni Osmanlıcılıktır.
 
Avrupa’ya Kaçışı  ve Siyasi Görüşleri
 
Ali Suavi, İngiliz parlamentarizmine benzeyen bir meşrutiyet arzusunu daimi olarak dile getiriyordu. Fransız filozoflarından büyük oranda etkilenmişti. Paris'te kısa bir süre La République adında bir gazete çıkartmıştı. Bu gazetede halk topluluklarının bir araya gelerek taleplerini hükümete özgürce sunabilecekleri bir sistem tasvir etmişti.
 
Klasik medrese tahsili görmemiş olan Suavi, Genç Osmanlılar arasında yazılarında dini konulara en çok yer veren yazardı. Dinde reform yapmak gerektiğini, hutbenin her milletin kendi dilinde okunmasını ısrarla savunmuştur. Suavi’nin bu fikirleri daha sonra Cemaleddin Efgani tarafından geliştirilecektir.
 
Padişah Abdülaziz’in bir fermanı ile Mısır hidivi olması engellenen ve haksızlığa uğradığı düşüncesiyle Abdülaziz’e düşman olan Mısır prensi Mustafa Fazıl Paşa, siyasi görüşleri nedeniyle İstanbul’daki görevlerinden alınıp Anadolu illerine atanmış olan Tanzimat dönemi edebiyatçıları Namık Kemal ve Ziya Paşa ile birlikte Ali Suavi’yi Paris’e davet etti. Üçü, Türkiye’den kaçarak Marsilya’da buluştular; 30 Mayıs 1867’de birlikte Paris’e gittiler. Mustafa Fazıl Paşa önderliğindeki Genç Osmanlılar Hürriyet, Ulum (ilimler), Muhbir gibi gazeteleri Paris’te yayınlayıp Osmanlı topraklarında dağıtılmasını sağladılar.
 
Suavi Londra’da yayınladığı ilk gazete olan Muhbir’de kaleme aldığı yazılarında, dönemin üzerinde en çok tartışılan meşveret olgusu üzerinde duracaktır. O’nun meşrutiyet yazılarında meseleleri tamamen İslami normlarda ele aldığını görürüz. Meşruti-yetin karşılığı olarak kullandığı ıstılah (usul-ü meşveret) dahi İslamidir. Muhbir gazetesinde “Meşveret meclisi olmadıkça devlet yaşamaz” diyen Suavi, “kurumsallaşmış bir devlette meclisi yapı taşı olarak görür. ( Hanefi Demirkıran, Ali Suavi, Hürriyet, Meşruiyet ve Cumhuriyet 1998 , 64. Sayı )
 
Suavi hürriyet kavramını irdelerken insan hürriyetinin her otoritenin fevkinde olduğu fikrini ortaya atar. Bir insanın diğe-rine tahakküm etmesine, her ne surette olursa olsun karşı çıkar. Meşruti idare sistemine geçmenin Avrupa kanunlarını kabul etmek anlamına gelmeyeceğini, Dört Halife ve Kanuni dönemindeki bazı uygulamalarla örneklendirerek açıklar.
 
Yeni bir medeniyeti kavramak ve benimsemek güçlüğü ile karşı karşıya olan bu dönem aydınlarının, birçoğunda olan fikri değişimler, Ali Suavi’nin hayatında belirgin derecede vardır. Ulum gazetesi devresinde Suavi’nin meşrutiyet anlayışında bazı değişmeler olmakla beraber, O, yine de bir millet meclisi kurulmasından yanadır. Ancak bu meclisin seçilme şekli ve bütün devlete şamil olması konusunda ciddi tereddütleri vardır. ( Hanefi Demirkıran, Ali Suavi, Hürriyet, Meşruiyet ve Cumhuriyet 1998 , 64. Sayı )
 
Sultan Abdülaziz (1861 – 1876) Avrupa seyahatine çıktı. Abdülaziz’in Paris’e ziyareti esnasında Dışişleri Bakanlığı’nın Fransız makamlarına Genç Osmanlıların Fransa’da bulundurulmaması şeklindeki talebi üzerine Fransız polisi bunların Paris’ten ayrılmalarını istedi. Bunun üzerine Namık Kemal, Ziya bey, Ali Suavi, Agâh Efendi ve bazıları Paris’ten ayrılıp Londra’ya gittiler. Londra’ya gitti. 31 Ağustos 1867’de Londra’da Muhbir Gazetesi’nin ilk sayısını çıkarıldı. Gazete, Kasım 1867’de maddi güçlükler nedeniyle kapandı. Ali Suavi, Londra’da tanıştığı bir İngiliz hanım ile evlendi. Diğer Genç Osmanlılar ile arası yaşam tarzları ve çeşitli fikirleri nedeniyle açıldıİstanbul’a Dönüşü
 
1872 yılında Genç Osmanlılar’ın büyük bölümü Abdülaziz’in doğum günü nedeniyle çıkan genel aftan yararlanarak yurda döndüyse de Ali Suavi’ye İstanbul dışında bir ile gitmesi şartı getirildiğinden Paris’te kaldı.  1876’da II. Abdülhamit’in tahta çıkmasından sonra verilen izinle İstanbul’a dönebildi.
 
Eski sadrazam Mithat Paşa aleyhine yazıları ile Abdülhamit’in gözüne giren Ali Suavi, Yıldız Sarayı Kütüphanesi Müdürü olarak görevlendirildi. Artık muhafazakâr ve saltanatçı bir çizgideydi. 1 Şubat 1877’de Galatasaray Sultanisi müdürlüğüne getirildi. Kendisinden daha liberal ve batı yanlısı düşüncelere sahip olan Maarif Nazırı Münif Paşa ile anlaşamadı ve 28 Ekim 1877’de görevden alındı. Bu olaydan sonra Abdülhamit yönetiminin şiddetli bir karşıtı oldu.
 
Çırağan Baskını
 
Avrupa’ya kaçtığı ilk yıllarda ihtilalci bir tavır sergileyen Suavi 1876 yılında yurda döndüğünde tam manasıyla muhafa-zakâr ve saltanatçıdır. Bu dönemde padişah II. Abdülhamit ile iyi ilişkiler içerisindedir. Suavi Galatasaray Sultanisi müdürlüğüne tayin edilmiştir. Osmanlı-Rus Savaşının getirdiği milli felaket onun Mekteb-i Sultani’deki görevinden alınmasından kaynaklanan felaketiyle birleşince, şuur altında yatışmış olarak duran ihtilalci tavrını tekrar gün yüzüne çıkarmıştı. 20 Mayıs 1878 günü V. Murat'ı tekrar tahta çıkarmak için yüz elli kadar Rumeli göçmeniyle Çırağan Sarayını basmıştır. Olay yerine yetişen Beşiktaş karakol komutanı Yedi Sekiz Hasan Paşa tarafından başına sopa darbeleriyle vurularak öldürüldü Yıldız Sarayı civarında bir yere defnedildi. Eşi, olayla ilgili belgeleri yaktıktan sonra Londra’ya kaçtı.
 
Ali Suavi hayatı boyunca çok atak, her an galeyan halindeki “impulsif” mizacıyla bir çok devlet, siyaset ve kültür adamı ile boğuşmuş ve bu yüzden pek çok düşmanı olmuştur. Nihayet son çağ Türk tarihine Çırağan hadisesinin tertipçisi ve kurbanı olarak, neticesi belli olan ümitsiz bir isyan hareketinin “sarıklı ihtilalcisi” olarak geçecektir. ( Hanefi Demirkıran, Ali Suavi, Hürriyet, Meşruiyet ve Cumhuriyet 1998 , 64. Sayı )
 
Eserleri
 
Kendi ifadesine göre Ali Suavi’nin kaleme aldığı kitaplarının sayısı 127’dir. Çoğu basılmamış, bir kısmı kaybolmuş, arandığı halde bulunamamıştır. Bugün 14 kitabı ile tercüme ettiği 4 eseri mevcuttur
 
Kamus-ül-Ulum vel-Maarif
Ali Paşa’nın Siyaseti
Hukuk-üş-Şevari
Hive Hanlığı (bakınız: Hive Hanlığı)
Gazete
 
Kaynaklar
 
 
1. Hüseyin Çelik, Ali Suavi ve Dönemi, İletişim Yayınları, İstanbul 1994.
2. İsmail Doğan, Tanzimatın İki Ucu: Münif Paşa ve Ali Suavi, İz Yayıncılık, İstanbul 1991.
3. Cemil Meriç, Mağaradakiler, İletişim Yayınları, İstanbul 199
4. Hanefi Demirkıran, Ali Suavi, Hürriyet, Meşruiyet ve Cumhuriyet 1998, 64. Sayı
5. http://tr.wikipedia.org/wiki/Ali_Suavi
6. Selahattin ÇETİNER, Ali Suavi ve Çırağan Sarayı Baskını, buyukkulupdergisi.com/kose-yazisi/ali-, Son erişim tarihi, 15,102012 )
7. Hilmi Ziya Ülken, 1979, Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul: Ülken, s. 74 ve devamı.
 
*Şahamettin Kuzucular - Edebiyat ve Sanat Akademisi

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.