Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Mısır'ın eski Devlet Başkanı Cemal Abdülnasır Nasır'ın Süveyş kanalı hamlesi ve sonuçları

1954 yılının sonunda Cemal Abdülnasır yönetimindeki Mısır’ın dış politikası, iki temel sorunla karşı karşıyaydı: Sudan Sorunu ve Süveyş Sorunu. 1953 yılında Sudan’a özerklik tanıyan bir İngiliz-Mısır antlaşması imzalanmıştı. Bu özerkliği izleyecek bir bağımsızlık sonunda Mısır, Sudan’ın kendiliğinden Mısır’la birleşmek isteyeceğini düşünmekteydi. İngilizler ise Sudan’da yapılacak seçimlere umut bağlamışlardı ve İngiliz taraflısı tutucu Umma Partisi’nin iktidara geleceğini düşünüyorlardı. Ama Sudan’da seçimi Mısır yanlısı partiler kazandı. Bu seçim sonuçları İngilizleri ne kadar şaşırttıysa İsmail El Azeri’nin başkanlığında kurulan yeni Sudan hükümetinin tam bağımsızlık kararı alması da Mısırlıları o ölçüde şaşırtmıştı…



SüveyÅŸ sorununa gelince, bu bölgedeki üslerle ilgili görüÅŸmeler 1953 yılında baÅŸlamış ve 1954 yılının ilk aylarına kadar devam etmiÅŸti. Nasır Ä°ngilizlerin, SüveyÅŸ’te 7 bin Ä°ngiliz askeri bulundurma konusundaki isteklerini kesinlikle reddetti. Üsler, sadece, bir saldırı durumunda kullanılabilecekti. Sonunda bu konuda Ä°ngiltere’yle bir uzlaÅŸmaya varıldı. Bu uzlaÅŸma gereÄŸince Ä°ngiltere SüveyÅŸ’teki bütün askeri birliklerini çekecek; üsler 7 yıl için Ä°ngilizlere kiralanacak ve burada sadece Ä°ngiliz ÅŸirketlerine baÄŸlı sivil bir ekip bulundurulacaktı.
 
1955 yılının Nisan ayında baÅŸkan Nasır, daha sonra, “Bloksuzlar” adını alacak olan tarafsız ülkelerce düzenlenen Bandung Konferansı’na katıldı. Nasır bu konferansta Nehru ve Sukarno gibi Asyalı, Tito gibi Avrupalı önderlerle yakın iliÅŸkiler kurdu. Bu konferanstan sonra Mısır’ın “Üçüncü Dünya” ülkelerinin yanında olmayı seçmesi, ülkenin Batılı devletlerle olan iliÅŸkilerinde bir kötüleÅŸmeye yol açtı. Bu sırada Ä°ngiltere, Irak, Türkiye, Ä°ran ve Pakistan arasında imzalanan BaÄŸdat Paktı (bu pakt 24 Åžubat 1955’ten önce Türkiye ve Irak arasında imzalanmış; Ä°ngiltere 4 Nisan 1955’te, Pakistan ise 23 Eylül 1955’te bu pakta katılmıştı. 3 Kasım 1955’te de Ä°ran bu pakta katıldı) Batılı ülkelerle Mısır arasındaki gerginliÄŸi daha da arttırdı. Nasır, BaÄŸdat Paktı’na kesinlikle karşı çıktı. Mısır ve Suriye, özellikle Türkiye ve Irak’a karşı sert bir kampanyaya giriÅŸtiler. Bu pakt “batı emperyalizminin bir vasıtası, Ä°srail çıkarlarına hizmet eden bir araç” olarak gösterildi.
 
Irak ve Türkiye’nin BaÄŸdat Paktı’na dayalı bir OrtadoÄŸu savunma örgütü kurma giriÅŸiminin baÅŸta Mısır olmak üzere Arap devletlerinin birçoÄŸu tarafından tepkiyle karşılanması, doÄŸaldı. Çünkü SüveyÅŸ konusunda Ä°ngiltere’yle imzalanan anlaÅŸmanın parafe edilmesinden sonra Mısır, kendi önderliÄŸi altında bir Arap devletleri bloku kurmak üzere yoÄŸun diplomatik eylemlerde bulunmaktaydı. Oysa Arap dünyasının liderliÄŸi için Irak’la çekiÅŸen Nasır’a göre BaÄŸdat Paktı, onun Arap dünyası liderliÄŸine karşı apaçık bir meydan okumaydı. Bu pakt Arap dünyasının liderliÄŸini Kahire’den BaÄŸdat’a taşımakta ve kendisini Arap dünyasında güçsüz bir konuma düÅŸürmekteydi. Mısır Ulusal Ä°stikamet Bakanı Salah Salim 1955 yılının AÄŸustos ve Eylül aylarında Irak baÅŸkenti BaÄŸdat da dahil olmak üzere, Arap baÅŸkentlerine giderek görüÅŸmelerde bulunmuÅŸtu. Ancak Nasır’ın koyu bir Batı taraflısı olan Irak baÅŸbakanı Nuri Said PaÅŸa’yı ikna edemeyeceÄŸi de açıktı. Zira Irak’ın pakta katılma amacı da tam Nasır’ın düÅŸündüÄŸü gibiydi: Batının ekonomik ve askeri yardımını alarak bölgedeki en güçlü Arap devleti olmak.
 
1955 yılının Åžubat ayında Ä°srail’in, Gazze’deki Mısır ordusu kampına bir saldırıda bulunarak 38 kiÅŸiyi öldürmesiyle OrtadoÄŸu bunalımında yeni bir dönem baÅŸladı. Ä°srail’de Ben Gurion baÅŸbakan olmuÅŸ ve Gazze harekatını bizzat o düzenlemiÅŸti. Arap-Ä°srail Savaşı sona ermiÅŸ olabilirdi ama sınır bölgelerinde Mısır ve Ä°srail askerleri arasında yer yer ufak çaplı çatışmalar halen daha sürüyordu. Zor durumda kalan Nasır, Mısır ordusunu donatmak üzere modern silahlar bulmak, hem de ivedilikle bulmak zorundaydı. Ben Gurion tehlikesine karşı ordusunu donatması ÅŸarttı.
 
Gazze olayından birkaç gün sonra baÅŸkan Nasır, Kahire’deki Amerikan büyükelçisiyle görüÅŸerek ona Mısır’ın top, tank ve jet uçaklarına ihtiyacı olduÄŸunu söyledi; büyükelçiden bu mesajın en kısa zamanda Amerikan DışiÅŸleri Bakanı John Foster Dulles’e iletilmesini istedi. Dulles, Nasır’ın “Bloksuzlar” ile birlikte hareket etmesini affedemiyor; bunu komünizmle mücadele konusunda bir ihanet sayıyordu. ABD ve Ä°ngiltere’nin Mısır’a silah satma konusunda isteksiz davranması Sovyetler BirliÄŸi’ne büyük bir avantaj saÄŸladı. Bunun üzerine Nasır, silah satın alınması konusunda Sovyetler BirliÄŸi’ne baÅŸvurdu. 1955 Eylül’ünde de ilk Sovyet-Mısır ticaret anlaÅŸması imzalandı ve VarÅŸova Paktı üyesi olan Çekoslovakya üzerinden Mısır’a Sovyet yapımı silahlar gelmeye baÅŸladı. Tüm bu geliÅŸmeler Mısır ile Sovyetler BirliÄŸi’nin giderek yakınlaÅŸmakta olduÄŸunun iÅŸaretleriydi.
 
Nasır’ın Sovyetler BirliÄŸi’ne yönelmesi, Batıda ona karşı duyulan düÅŸmanlığı daha da arttırdı. Cezayir devrimci eyleminin Mısır tarafından düzenlendiÄŸine inanan Fransa da Mısır’a karşı açıkça cephe almıştı. Arap dünyasında görülen Batı aleyhtarı bütün eylemlerin arkasında Nasır’ın bulunduÄŸu sanısı gittikçe yaygınlaÅŸmaya baÅŸlamıştı. Ürdün’deki Arap lejyonu baÅŸkomutanı, Ä°ngiliz asıllı General Glubb’un iÅŸine, Ürdün hükümetince birdenbire son verilmesinin ardında bile Nasır’ın parmağı olduÄŸu düÅŸünülüyordu.
 
Assuan Barajı ile Gerginleşen İlişkiler
 
Ama Batılı ülkeler, Mısır’ı kendi çizgileri içinde tutma umudunu bütünüyle kaybetmiÅŸ deÄŸillerdi. Ellerindeki silah, ekonomik baskıydı. Nasır rejimi Nil üzerinde bir baraj yapmayı planlamaktaydı ve Assuan Barajı (Asvan) projesi, Mısır’ın kalkınma programının temelini oluÅŸturuyordu. 111 metre yüksekliÄŸinde ve 3.8 kilometre uzunluÄŸundaki bu devasa baraj, Yukarı Nil üzerinde Mısır’ın Sudan sınırına yakın bir yerde inÅŸa edilecekti. Baraj, Nil Vadisi’nin sulamasını düzenleyecekti ki, Mısır’ı her yıl olan su baskınlarına bağımlılıktan da kurtarmış olacaktı. 1956 yılı Åžubat ayında yapılan bir anlaÅŸmayla, Dünya Bankası Mısır’a 200 milyon dolarlık bir kredi açmayı kabul etmiÅŸti. Ama bu kredi, Amerika BirleÅŸik Devletleri ve Ä°ngiltere’nin para deÄŸerlerinde meydana gelebilecek deÄŸiÅŸiklikleri karşılamak amacıyla, 70 milyon dolar vermeleri ÅŸartına baÄŸlıydı. Assuan Barajı’nın bir milyar dolara mal olacağı ve bunun 400 milyonunun yabancı döviz olarak ödeneceÄŸi hesaplanmaktaydı.
 
Mısır’ın isteÄŸi, Ä°ngiltere ve Amerika’nın 200 milyon dolar borç vermesiydi. Nasır ne bir hibe ne de bir yardım; sadece borç istiyordu! Amerika BirleÅŸik Devletleri ve Ä°ngiltere bu konuyu görüÅŸtükten sonra, ilk yıl yapılacak çalışma masraflarının karşılanabilmesi için Mısır’a 70 milyon dolar saÄŸlayacaklarını açıkladılar. Nasır, bu kararı olumsuz karşıladı. Ona göre 10 yıl sürecek baraj projesine, sadece bir yıllık bir parayla baÅŸlamak olanaksızdı. Çünkü böyle kısa bir süre içinde herhangi bir politik deÄŸiÅŸiklik ortaya çıkarsa baraj projesi suya düÅŸebilir ve bir taÅŸ yığınından ibaret kalabilirdi…
 
O yılın Mayıs ayında Nasır’ın komünist Çin’i resmen tanıması, Dulles yönetimindeki Amerikan dış politikasının Nasır’a karşı daha da sertleÅŸmesine sebep oldu. Amerika ve Ä°ngiltere Mısır üzerindeki baskılarını yoÄŸunlaÅŸtırdılar. Assuan Barajı finansmanıyla ilgili mali koÅŸullardan baÅŸka yeni birtakım koÅŸullar öne sürdüler. Bu koÅŸullardan birincisi, Mısır’ın Sovyetler BirliÄŸi’nden artık silah almayacağını açıklamasıydı. Ä°kincisi ise Nasır’ın OrtadoÄŸu’daki liderliÄŸini kullanarak bir Arap-Ä°srail barışının saÄŸlanmasına çalışmasıydı.
 
Batılı ülkelere göre BaÅŸkan Nasır, Assuan Barajı hayalini gerçekleÅŸtirmek istiyorsa, ilk iÅŸ olarak, bölgedeki gerginlik nedenlerini ortadan kaldırmalıydı. “Kahire Dosyası” adlı kitabında Hasaneyn Heykel, Batılıların Mısır’ı karşı karşıya bıraktıkları açmazı ÅŸöyle anlatır:
 
Amerikan politikası böylece daha aydınlanmış oluyordu. Barajın yapımı için verilen yardım karşılığı Mısır, silah satın almanın kendisine ağır bir ekonomik güç yüklediÄŸini bahane ederek Sovyetler BirliÄŸi’yle iliÅŸkilerini kısıtlamak zorunda kalacaktı. Baraj için çabalarını yoÄŸunlaÅŸtırmak istiyorsa da her ÅŸeyden önce Ä°srail’le barışa varacaktı.
 
Nasır bu önerilerin hiçbirini kabul etmeyince Dulles 19 Temmuz’da son sözünü söyledi: Washington yönetimi, Mısır’ın ekonomik kapasitesinin bu barajın yükünü karşılayamayacağını anladığından hiçbir yardım yapmamaya karar vermiÅŸti! ABD Nasır’a bir ders vermek istiyordu ama Nasır Batılıları ÅŸaÅŸkınlığa düÅŸüren baÅŸka bir giriÅŸimde bulundu. Onların vermek istemediÄŸi yardımı Sovyet Rusya’dan saÄŸlayacağını açıkladı. 1956 Haziran ayında yeni Sovyet DışiÅŸleri Bakanı olan Dmitri Åžepilov Mısır’a gelmiÅŸ, Assuan Barajı’nın inÅŸası ve finansmanı için Mısır’a teklif sunmuÅŸtu. Ve Nasır ÅŸimdi Sovyetlerin bu teklifini kabul ettiÄŸini tüm dünyaya duyuruyordu. Batılı ülkeler tam bir ÅŸok içindeydi ama bu yalnızca bir baÅŸlangıçtı.
 
SüveyÅŸ Kanalı MillileÅŸtiriliyor
Bu açıklamadan bir hafta sonra 26 Temmuz 1956’da BaÅŸkan Nasır, SüveyÅŸ Kanalı Åžirketi’nin millileÅŸtirildiÄŸini ve elde edilecek gelirin Assuan Barajı’nın yapımında kullanılacağını, ancak kanaldan geçiÅŸlerin yine 1888 Ä°stanbul SözleÅŸmesi’ne uygun olarak süreceÄŸini açıkladı. SüveyÅŸ Kanalı’nın millileÅŸtirilmesi gerçekten umulmadık bir meydan okuma ve SüveyÅŸ Krizi’nin ana nedeni idi. Çünkü Ä°ngilizlerle Fransızların SüveyÅŸ Kanalı’nı Mısır’dan geri almaya, hatta bu amaçla gerektiÄŸinde savaÅŸmaya bile kararlı oldukları bilinmekteydi. Mısır Osmanlı egemenliÄŸi altında iken Sokullu SüveyÅŸ Kanalı’na niyet etmiÅŸ, onun bu düÅŸü Ä°ngilizler tarafından gerçekleÅŸtirilmiÅŸti. Kanal, Asya’dan ticari mallarla petrolün, Afrika kıtasını dolaÅŸmasına gerek olmadan, Avrupa’ya en kısa sürede ve daha az maliyete taşınmasına olanak saÄŸlamasının yanı sıra Hindistan’a ulaÅŸmada kilit nokta konumundaydı. Akdeniz’deki gücünü korumak isteyen Ä°ngiltere için SüveyÅŸ Kanalı yaÅŸamsal bir öneme sahipti. SüveyÅŸ Kanalı elinde olduÄŸu müddetçe, kendi etki alanlarındaki nüfuzunu da sürdüreceÄŸine inanılıyordu.
 
Nasır’ın bu açıklamayı yaptığı gece Ä°ngiliz BaÅŸbakanı Sir Anthony Eden Londra’da baÅŸbakanlık konutunda Irak Kralı Faysal onuruna bir yemek vermekteydi. Sofradan kalkılmak üzereyken içeri giren bir sekreter Eden’e bir kağıt uzattı. BaÅŸbakan kağıdı okudu. Yüzü sararmıştı. Konuklarına Nasır’ın SüveyÅŸ Kanalı’nı millileÅŸtirdiÄŸini söyledikten sonra soÄŸukkanlılığını kaybederek öfkeyle bağırmaya baÅŸladı: “Bunu nasıl yapabilir? Nasıl yapar bunu?” Eden, daha sonra konuklar arasında bulunan Irak BaÅŸbakanı Nuri Said PaÅŸa’ya dönerek ne düÅŸündüÄŸünü sordu. Nuri Said PaÅŸa Eden’e ÅŸu yanıtı verdi: “Vurun, hemen vurun ve sert vurun! Yoksa çok geç kalırsınız!” Nuri Said, millileÅŸtirmenin Arap dünyası üzerinde yaratacağı etkileri açık bir dille ortaya koydu. Ona göre SüveyÅŸ Kanalı’nın millileÅŸtirilmesi Arap dünyasında baÅŸkan Nasır’a karşı beslenen sevgiyi daha da artıracak ve bölgede Nasır’ı lider duruma getirecekti.
 
Ä°skenderiye’de kanalın millileÅŸtirildiÄŸine iliÅŸkin söylevini verdikten sonra Nasır, birkaç gün dinlendi. MillileÅŸtirme konusunda alınan karar, Mısır halkında baÅŸkan Nasır’a karşı büyük bir sevginin doÄŸmasına yol açmıştı. 29 Temmuz Pazar günü Ä°ngiliz BaÅŸbakanı Eden, Fransız ve Amerikan hükümetlerinin temsilcileriyle görüÅŸtü. ABD DışiÅŸleri Bakanı Dulles, Nasır’ın SüveyÅŸ Kanalı’nı millileÅŸtirme kararını Lima’da plajda iken öÄŸrenmiÅŸti ve hala Güney Amerika’da bulunuyordu. Bu yüzden üçlü toplantıya katılmadı. Bu toplantı üç ülkenin (ABD, Ä°ngiltere ve Fransa’nın) SüveyÅŸ konusunda alacakları tavrı saptamak üzere düzenlenmiÅŸti. Nasır ise büyük bir sükûnetle olup bitenleri izlemekte ve beklemekteydi. Üçlü toplantı haberinin açıklanmasından sonra bir sinemaya giderek, Cyd Charisse’nin oynadığı “Las Vegas’ta BuluÅŸma” filmini seyretti.
 
BaÅŸbakan Eden’in sinirleriyse, Nasır’ın tersine son derece gergindi. Bu arada Peru’dan uçakla dönerken Londra’da iki gün kalan Dulles, Eden’le ve Ä°ngiliz baÅŸkentinde bulunan Fransa BaÅŸbakanı Christian Pineau ile görüÅŸmüÅŸ ve Nasır’a karşı harekete geçme konusunda Ä°ngiliz baÅŸbakanının çok sert ve uzlaÅŸmaz bir tavır aldığını görmüÅŸtü. Dulles, Eden’in saÄŸlık durumundan kaygı duyduÄŸunu açık açık söyledi. Bu üçlü görüÅŸmelerde SüveyÅŸ Kanalı’ndan en çok yararlanan 22 ülkenin Londra’da bir toplantıya çaÄŸrılmalarına karar verildi. Bu arada Ä°ngiltere ve Fransa, Mısır’a karşı birçok ekonomik tedbir almışlardı. Mısır’ın dış ülkelerdeki fonları dondurulmuÅŸ, SüveyÅŸ Kanalı Åžirketi fonlarının da Mısır’a transferi yasaklanmıştı.
 
Ä°ngiltere-Fransa-Ä°srail Gizli GörüÅŸmesi
16 AÄŸustos’ta Londra’da Lancester House’da 22 ülkenin katılımıyla baÅŸlayan Londra Konferansı yaklaşık 3 ay sürdü.  Konferansı’n ardından kurulan BeÅŸli Komite’nin Dulles Planı’nı kabul ettirmek için Nasır’la yaptığı görüÅŸmeler sonuç vermedi. Fakat Nasır ne kadar kararlıysa Ä°ngiltere ve Fransa da o derece de kanalı geri almakta kararlıydı. Ä°ngiltere, Fransa ve Ä°srail  Sevr’de yaptıkları gizli bir toplantı ile SüveyÅŸ Krizi’nin nasıl sona erdirileceÄŸi konusunda fikir birliÄŸine vardılar. Plana göre Ä°srail bir bahaneyle Mısır’a saldıracak,  Ä°ngiltere ve Fransa savaşın durdurulması için iki ülkeye de ültimatom verecekti. Ä°srail bu ültimatoma uyacak ama elbette Nasır önderliÄŸindeki Mısır bunu kabul etmeyince (Nasır’ın bu ültimatomu reddedeceÄŸi konusunda en ufak kuÅŸku yoktu) Ä°ngiltere ve Fransa askeri güçlerini devreye sokacaktı.
 
Bu görüÅŸmelerden sonra Ä°srail 29 Ekim günü Sina’ya bir çıkarma yaptı.  Yalnızca bir gün sonra 30 Ekim’de, Ä°ngiltere ve Fransa tıpkı planladıkları gibi eÅŸ zamanlı olarak Mısır ve Ä°srail’e ültimatom vererek, her iki tarafın da çatışmalara son vermesini ve kanalın her iki yakasından 15 km’lik bir alanın gerisine 12 saat içinde çekilmesini istedi. Mısır tam da düÅŸünüldüÄŸü gibi ültimatomu kabul etmeyince 31 Ekim günü Ä°ngiliz ve Fransız uçakları Mısır havaalanlarını bombalamaya baÅŸladılar. 5 Kasım’da Ä°ngiliz ve Fransız birliklerinin Port Said Limanı’na askeri bir çıkarma düzenlemesiyle SüveyÅŸ Krizi bir savaÅŸa dönüÅŸmüÅŸ oldu
 
BaÅŸkan Nasır SüveyÅŸ saldırısını ÅŸöyle tahlil eder:
 
Emperyalizm SüveyÅŸ Savaşı’nda gerçek yüzünü açığa vurdu, üslerini belli etti ve iÅŸbirlikçilerini de gösterdi. Emperyalizm Mısır halkı üzerine silahlı saldırıya geçti. Çünkü Mısır halkı bağımsızlığını gerçekleÅŸtirmeye ve uzun zaman emperyalizm tarafından sömürülen, bütün geliri ve deÄŸeri emperyalizmin tekelinde bulunan bir ulusal gelir kaynağıyla kalkınmaya çalışmıştı. Mısır halkı SüveyÅŸ Kanalı’nı geri almakla emperyalizmi ve onun tekellerini can damarlarından vurdu ve silahlı çatışma da dahil, bu konudaki ısrarının sonuçlarını inatla göze almakla büyük saldırgan güçlerin karşısında durabileceÄŸini kanıtladı. Bağımsızlığını korumaya azmetmiÅŸ, onu nüfuz bölgelerine sürüklemeye çalışan bütün emperyalist oyunları reddetmiÅŸ ve BaÄŸdat Paktı’na karşı onu yerle bir edinceye kadar bütün OrtadoÄŸu’da amansız bir direnmeye öncülük etmiÅŸ olan halkımız, üçlü silahlı saldırıya karşı koymakta tereddüt etmedi. Bu saldırıya Arap ulusunu yıldırmayı ve parçalamayı öngören entrikaların yaratmış olduÄŸu emperyalist üsten, yani Ä°srail’den, halkımız üzerine dünyanın en büyük iki devleti giriÅŸmiÅŸti. SüveyÅŸ Savaşı’nda emperyalizmin uÄŸradığı acı yenilgi silahlı emperyalist serüvenler çağını sona erdirdi.
 
SüveyÅŸ’te çarpışmalar birkaç gün sürdü. Bu saldırı Arap ülkelerinde derin etkiler yaratmıştı ve bu ülkelerde Amerika ve Ä°ngiltere aleyhinde yapılan gösteriler birbirini izliyordu. Akdeniz’e giden petrol boruları havaya uçuruluyor; Arap devletlerinden çoÄŸu saldırgan ülkelerle diplomatik iliÅŸkilerini kesiyordu.
 
Ä°ngiltere, Fransa ve Ä°srail üçlüsünün hesaba hiç katmadıkları ÅŸey, ABD’nin beklenmedik biçimde kabaran barış damarıydı. ABD, BirleÅŸmiÅŸ Milletler’e sunduÄŸu son derece sert bir karar taslağı ile Ä°srail’in derhal ateÅŸkes çizgisinin gerisine çekilmesini isterken, Büyük Britanya ve Fransa 31 Ekim’de çatışmaya girdikleri zaman, ABD BaÅŸkanı Eisenhower aynı gün yaptığı bir televizyon konuÅŸmasında ÅŸunları söylüyordu:
 
Bu devletlerin her birinin, böyle kararlar almaya ve hareket etmeye hakları olduÄŸu gibi, bizim de eÄŸer mantığımız bunu emrediyorsa kabul etmeme hakkımız vardır. Bu eylemlerin hatalı olduÄŸuna inanıyoruz. Çünkü uluslararası anlaÅŸmazlıkların çözülmesi için kuvvet kullanılmasının akıllıca ve doÄŸru bir araç olduÄŸunu kabul etmiyoruz.
 
Bu elbette ki ABD yönetiminden hiç beklenmeyen bir açıklama ve hareket tarzıydı. Ama Arap dünyasında ABD’ye yönelik protestoların ÅŸiddeti ve tüm Arap dünyasını Sovyetler BirliÄŸi’nin hegemonyasına kaptırma olasılığı Washington’u buna zorlamıştı. BaÅŸkan Eisenhower Ä°ngiltere BaÅŸbakanı Eden’a yazdığı mektupta bu olasılığa dikkat çekiyordu:
 
…OrtadoÄŸu ve Kuzey Afrika halkları ve bir dereceye kadar tüm Asya ve Afrika halkları, Batı’ya karşı öyle birleÅŸebilirler ki, korkarım üzerinde bir kuÅŸak, hatta Rusların zarar verme yeteneÄŸini de göz önünde tutarsak bir yüzyıl geçmeden, bu düÅŸmanlığın üstesinden gelinemez.
 
Sonunda Batılı ülkeler arasında tam bir uzlaÅŸma olmadığını gören ve bu avantajı kullanmak isteyen Sovyetler BirliÄŸi diplomatik yollardan duruma müdahale etti. Kremlin her tarafa telgraflar yaÄŸdırmaya baÅŸladı. DışiÅŸleri Bakanı Åžepilov, Güvenlik Konseyi baÅŸkanına; BaÅŸbakan Bulganin Eden’e, Mollet’ye, Eisenhower’a ve Ä°srail BaÅŸbakanı Ben Gurion’a ayrı ayrı mesaj gönderdi. Sovyetler BirliÄŸi, saldırının derhal durdurulmasını ve askerlerin geri çekilmesini; yoksa Üçüncü Dünya Savaşı’nın çıkabileceÄŸi tehlikesinin göz önünde bulundurulmasını istiyordu. Her mesaj farklı unsurlar içeriyordu. ÖrneÄŸin Ä°ngiltere’ye gönderilen mesajda ÅŸunlar yazılıydı:
 
Ä°ngiltere, her çeÅŸit tahrip edici modern silahlara sahip daha güçlü ülkeler tarafından saldırıya uÄŸrarsa kendisini ne durumda bulacaktır? Bu ülkeler, ÅŸimdilik deniz veya hava kuvvetlerini Britanya kıyılarına göndermekten ve diÄŸer silahları –örneÄŸin, roketler– kullanmaktan kaçınıyor.
 
BaÅŸbakan Eden dehÅŸet içinde kalmıştı. Zira Sovyetler BirliÄŸi üstü kapalı da olsa Ä°ngiltere’yi nükleer silah kullanmakla tehdit ediyordu. Ä°srail BaÅŸbakanı Ben Gurion’a gönderilen mesaj ise çok daha sertti. Çünkü Ä°srail’in saldırgan tutumunun “bir devlet olarak Ä°srail’in mevcudiyetini tehlikeye soktuÄŸu” belirtiliyordu.
 
SüveyÅŸ saldırısı tarafsız ülkelerde de sert bir biçimde kınandı. Ä°ngiliz Milletler TopluluÄŸu’nun çözülmesi olasılığı, sterlinin deÄŸerinin giderek düÅŸmesi ve Sovyetler BirliÄŸi’nin uyarı notaları, Ä°ngiltere’yi SüveyÅŸ harekatından vazgeçirmek zorunda bıraktı. Ä°ngiltere 3 Aralık 1956’ya kadar Mısır’dan tamamen çekildi.
 
SüveyÅŸ Krizi’nin Sonuçları
Ä°ngiltere ile Fransa Mısır konusunda iki yanlış hesap yapmışlardı. Bunlardan birincisi Mısırlıların Kanal’ı kendi baÅŸlarına yönetemeyecekleri, ikincisi ise çatışma baÅŸlar baÅŸlamaz Mısır’da Nasır aleyhtarı bir ayaklanmanın ortaya çıkacağıydı. Ä°ki hesap da tutmadı. Mısırlılar Kanal’ın yönetimini büyük baÅŸarıyla sürdürdüler. SavaÅŸ Nasır’a yalnızca Mısır’da deÄŸil tüm Arap dünyasında ve Üçüncü Dünya ülkelerinde büyük prestij saÄŸladı; sömürgeci devletleri dize getiren bir kahraman olarak tartışmasız biçimde Arap dünyasının yeni önderi oldu. 1964 yılından öldüÄŸü 1970 yılına kadar Nasır, dünya nüfusunun yarısını temsil eden BaÄŸlantısızlar Hareketi’nin Genel Sekreteri oldu.
 
Onun kiÅŸiliÄŸinde somutlaÅŸan Arap milliyetçiliÄŸi ve bu akım etrafında Arapların tek bayrak altında birleÅŸme düÅŸüncesi tüm bölgede tırmanışa geçti. Suriye’deki Baascıların da etkisiyle 1958 yılında Mısır ve Suriye’nin birleÅŸerek BirleÅŸik Arap Cumhuriyeti’nin kurulması Nasır’ın Arap dünyası üzerindeki öncü rolünü de pekiÅŸtirdi. Ne var ki Nasır arkasında kurumsal bir yapı bırakmadığı için OrtadoÄŸu’yu bir Arap milliyetçiliÄŸi düÅŸüncesi etrafında birleÅŸtirme hedefi hiçbir zaman gerçekleÅŸmedi. Bu zafer aynı oranda, OrtadoÄŸu’da Nasır gibi darbe ile iktidara gelen benzer subay gruplarıyla aralarındaki baÄŸların güçlenmesini saÄŸlarken, bu oluÅŸumları kendilerine tehdit olarak gören özellikle Körfez monarÅŸileri ile bu devletler arasında bir rekabetin baÅŸlamasına neden oldu.
 
Karşısına çıkan büyük güce askeri yönden yenik düÅŸen ve hatta tüm hava gücünü yitiren Mısır, politik yönden önemli zaferler kazanmıştı. SüveyÅŸ Kanalı’ndaki Ä°ngiliz üssü, dolu depolarıyla Mısır’ın eline geçmiÅŸ, ayrıca Mısır’da Ä°ngiliz ve Fransızlara tanınmış birçok ekonomik ayrıcalık da millileÅŸtirilmiÅŸti. Böylece Mısır’daki Ä°ngiliz ve Fransız denetiminin son kalıntıları da ortadan kaldırılmış oluyordu.
 
Bölgesel düzeyde ise SüveyÅŸ Savaşı kanalın denetimi açısından yarar saÄŸlamamış, üstelik savaÅŸ baÅŸladığında kanaldaki birçok gemiyi batıran Nasır kanalın kapanmasına neden olmuÅŸtu. Bu Nasır’ın eline baÅŸka bir koz daha vermiÅŸti: Kanalın temizliÄŸi geciktirilerek Avrupa’ya petrol akışını yavaÅŸlatılabilirdi. Nitekim kısa süre sonra Avrupa’da petrol sıkıntısı baÅŸgösterdi.
 
Öte yandan Nasır’ın bu zaferi Cezayir’de Fransız sömürgecilere karşı savaÅŸan Ulusal KurtuluÅŸ Cephesi’ne büyük bir moral ve güç kaynağı oldu. Ve Fransa Cezayir’i tek etmek zorunda kaldı. Hem kendi ülkesinde hem de ABD’de iyice gözden düÅŸen Ä°ngiltere BaÅŸbakanı Anthony Eden ise savaÅŸtan üç ay sonra 1957 yılının baÅŸlarında görevinden istifa etti. YakındoÄŸu’da, özellikle Ürdün’de milletvekillerinin Mısır ve Suriye ile ittifaka yönelmeleriyle Ä°ngilizler bölgeden tamamen geri çekilmek zorunda kaldı.
 
Sovyetler BirliÄŸi tarafından nükleer silahlarla tehdit edilmek, Avrupa’nın nükleer silahlara gereksinim duymadığı, çünkü her zaman Amerika’nın desteÄŸine güvenebilecekleri yargısını yerle bir etti. SüveyÅŸ Krizi sırasında ABD’nin müttefikleriyle kopuk bir politika izlemesi sonucu hissedilen güven kaygısı BirleÅŸmiÅŸ Milletler’in iki daimi üyesini farklı arayışlara yöneltti. Fransız Le Populaire gazetesi sonradan Fransa’nın benimsediÄŸi bir tutumu ÅŸöyle ifade ediyordu: “Fransız hükümeti, kuÅŸkusuz kısa zamanda nükleer silah üretme kararını alacaktır… Sovyetlerin roket kullanma tehditleri, bütün hayalleri yok etti.” SüveyÅŸ Krizi sonucu nükleer ülkeler kulübüne yeni ülkeler katıldı.
 
SüveyÅŸ Krizi sonrası Ä°ngiltere bölgeden tamamen çekilirken, onun yerini ABD aldı. ABD ilk kez küresel güç olmanın gerçekleri ile karşılaÅŸtı. Büyük Britanya ve Fransa’nın, OrtadoÄŸu’daki tarihi rollerinden kovulmasının ardından bölgedeki güç dengesinin sorumluluÄŸunun kendi omuzlarına yüklendiÄŸini anlamıştı. Bölgede oluÅŸan boÅŸluÄŸun Sovyetler BirliÄŸi tarafından doldurulacağını düÅŸünen Eisenhower 5 Ocak 1957’de sonradan Eisenhower Doktrini olarak anılan doktrini onaylaması için Kongre’ye bir mesaj gönderdi. Temelinde komünizmin tüm OrtadoÄŸu’ya yayılmasını engellemek olan üç katlı bu doktrin uyarınca ABD bölgeye hem askeri hem de ekonomik yardım yapmayı vaat etmekteydi. Ayrıca komünist tehdidi altındaki ülkeler ABD’den yardım talep ettikleri anda ABD bu devletlerin yardımına koÅŸacaktı. Bu durum aynı zamanda Mısır-Sovyet yakınlaÅŸmasına da bir tepki niteliÄŸindeydi.
 
Bunalım sırasında Ä°ngiltere ve Fransa’yı atom bombasıyla, Ä°srail’i haritadan silmekle tehdit eden Sovyetlerin saygınlığı Arap dünyasında olaÄŸanüstü arttı. Deneme amaçlı Mısır’a yapılan Çek silah satışları, Atlantik Ä°ttifakı’nı bölen bir Sovyet stratejik hamlesine dönüÅŸtü ve Üçüncü Dünya ülkelerinin pazarlık gücünü arttırmak için Moskova’ya yönelmelerine neden oldu. KruÅŸçev önderliÄŸinde Sovyetler BirliÄŸi Küba’daki  füze krizine kadar SoÄŸuk SavaÅŸ’ın bu döneminde kendini aşırı derecede güçlü hissetti.
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.