Sosyal Medya

Makale

Yeni bir diyalog zemini şarttır...

Diyalog, muhatapların birbirini doğru anladıkları bir zemine verilen addır. Orada muhataplar söyledikleri sözleri muhatabının anladığını bilerek sözünü söyler ve böylece birbirini anlayan insanların karşılıklı söyleştikleri ve ayrımlarını dile getirdikleri, uzlaştıkları noktaları öne çıkardıkları bir ortamdır.

Diyalogun oluÅŸmasında bir düşünce zemininin katkısı olabilir mi? Tabi ki diyalogdan kasıt düşüncelerin müzakere edilebildiÄŸi bir ortamdır. O yüzden diyalogu saÄŸlayacak olan da o düşüncenin kendisinin ürettiÄŸi edep ve adap üzerinden gerçekleÅŸir. Yani diyalogun saÄŸlıklı ve sahici bir ÅŸekilde yapılabilmesi için üretilmiÅŸ ilkeler ve kurallar olmalıdır. Yoksa diyalog yerine çatışma hâkim unsur olur.

Bugün dünyada veya İslam dünyasında diyalogu oluşturacak şartlar mevcut mu? İste dünyayı ele alalım, ister İslam dünyasını ele alalım; maalesef bir diyalog zemini yoktur. Bunun sebepleri üzerine düşünmekte fayda var!

Modern dünya doÄŸal olarak çatışma üzerine kuruludur. Toplumsal sözleÅŸme arayışı da bu çatışmayı bir noktada sabitleme arayışına tekabül eder. Çünkü modern düşünce, öteki üzerine kurgulanmış bir yapıdadır. Batı kendi dışındaki her ÅŸeyi barbar, geri ve ilkel olarak görmektedir. Kendi içinde de benzer duygular yaÅŸamaktadır. Liberal felsefeye raÄŸmen, Marksistler ve liberaller, kapitalistler, demokratlar, farklılıklarını öne çıkarmaktadırlar. Çünkü modern düşünce benzerlikler üzerine deÄŸil farklılıklar üzerine kuruludur. Hakların dağılımı hikâyesinin baÅŸka türlü bir açıklaması da bulunmamaktadır. Ailede erkek, kadın, çocukların her birinin ayrı haklara sahip olması bir koruma güdüsünden çok farklılığı korumaya matuf bir arayışın temelini izhar eder. Böylece birey olma özelliÄŸi kazanılır.

İslam, farklılıkları meşru görerek onu bütünlüğe doğru yöneltir. Bu yüzden İslam, hem düşünce olarak ve hem de eylem olarak ayrılığı değil bütünleşmeyi önerir. Tarih boyunca istisnalar hariç bu düzeyi de korumuştur. Cemaat ve toplum kavramlarının içeriklerinin analizi de bunu gösterir. Ümmet olma şuuru, ulus olma şuurunu aşan bir şeydir. Irk, renk, dil farklılığı ve siyasi ayrımlar bile ayırtamaz, birleşmeye engel değildir. Akıldaki soru ise; peki bugün İslam dünyası niye bu durumdadır; paramparçadır?

Bu sorunun cevabı dünyanın değişim mihveri ile ilgili bir durumu işaret eder. İslam dünyası yenilgiler çağının başlaması ile birlikte parçalandı, bu parçalanma aynı zamanda zihinsel bir parçalanmayı da beraberinde getirdi. Daha önceki ayrımlar, düşünsel zeminde ve içtihadi alanla sınırlı iken, bu sefer iktidar ve siyaset arenasındaki farklılıklar yüzünden çatışmalar baş gösterdi. Geleneksel yapıya yönelik yapılan eleştiriler bir tarafa; İslam düşüncesi kendi içinde çoğul bir karaktere sahiptir. Bu durum, Peygamberin yaşamından itibaren bu özelliğini korumuştur. Ehli kıble tekfir edilemez mottosu da bu durumu en dışsal boyutu içinde dahi gösteren bir ilkedir.

Yukarıdaki giriÅŸi, Ä°slam düşüncesinin çoÄŸulcu karakterine raÄŸmen, bugün nasıl oldu da tekfir hastalığı yeniden depreÅŸti ve neredeyse genel bir konuma ulaÅŸtı? Ä°ÅŸte yenilgi üzerinden geliÅŸen travmatik durum, siyasi, sosyal, entelektüel zeminde de bir parçalanmışlığa neden oldu. YaÅŸama güdüsü, imanın yerine geçince, içerden ihanetler meÅŸrulaÅŸtırıldı. Kazananlara yaltaklanma ve onların gücü ile iktidar sahibi olma arzusu normal olanı anormal hale getirdi. Yani çoÄŸul karakteri monist/tekçi karaktere taşıdı. Hakikat bilinemez iken hakikat benim söylediÄŸim ÅŸekline dönüştü. Bu da çatışmayı derinleÅŸtirdi. Sınıfsal ayrımlar, düşünsel ayrımlara tekabül etti. Irksal farklılıklar, ayrımın renklerine dönüştü. Peygamberin ayakları altına aldığı ırkçılığın geçer akçe olduÄŸu yeni bir siyasal rejimlerin varlığına tanıklık ettirdi…

Bugün Müslüman entelektüeller ve aydınlar ile âlimler, hem kendi cinsleri arasında bir bütünlük oluÅŸturmada yetersiz kalıyorlar, hem de kendi dışındaki aydın, âlim ve entelektüeller arasında da bir bütünlük oluÅŸturamadıkları gibi ayrımları keskinleÅŸtirmekten öteye geçmemektedir. Arada bazı sivil arayışlar olsa da genel ekseriyet durumu deÄŸiÅŸtirmemektedir.

Aklı başında olan her entelektüel, aydın ve âlim, yeni bir sözün, yeni bir anlamın ve yeni bir hedefin ortaya konması konusunda hemfikir. Ama bunun nasıl yapılacağı konusunda bir Ä°cma söz konusu deÄŸil! Ä°ÅŸte bu durumun deÄŸiÅŸebilmesi için yeni bir diyalog zeminine olan ihtiyaç kendisini göstermektedir. Bu ihtiyaç konusunda hem fikir bir olgudan söz edilebilir. Ancak bunun nasıl gerçekleÅŸtirileceÄŸi üzerine görebildiÄŸimiz kadarıyla tam bir ittifak söz konusu olamamaktadır.

Yeni bir diyalogun baÅŸlangıcı için tek ÅŸart vardır: mevcut durumun bir krize dönüştüğü ve bu krizin çözümünün ÅŸu an için imkânsız olduÄŸunu, sahip olunan kültür, düşünce ve bilginin bu durumu aÅŸmada yetersiz kaldığını kabullenmek ve Müslümanların acilen yeni bir ruha olan ihtiyacın apaçık olduÄŸuna inanmaktır. Acı da olsa Müslümanların içinde bulundukları ahvalin çok olumsuz olduÄŸu, kendi aralarında bir bütünlük oluÅŸturmada yetersiz kaldıkları, hatta bugüne kadar elde ettikleri düşünce biçimlerinin yetersizliklerinin ayan beyan ortada olmasına raÄŸmen bunun kabullenilmesinin gerçekleÅŸtirilmediÄŸini de ifade etmeliyiz…

Diyalog için gerek ÅŸart ikidir: ilki yetersizliÄŸini kabul etmek ve sahip olduÄŸu bilgileri yeniden eleÅŸtiriye tabi kılmanın elzem olduÄŸuna inanmaktır. Yani kendi bilgisinden şüphelenmeye baÅŸlaması ve onu eleÅŸtiriye tabi kılarak doÄŸru ve sahih olanla deÄŸiÅŸtirme inancının tezahürü. Ä°kincisi ise; fıtraten insanın yetersizliÄŸini idrak ederek, ancak bir baÅŸkasının yardımı ile bütünlüğe sahip olabileceÄŸine dair güçlü bir inanç…

Bu iki temel öğe olmadan bir diyalog saÄŸlıklı bir zemine sahip olamaz! Ama diyalogun devamında ve kalıcı hale gelmesinde, hatta diyalogu faydalı ve imtiyazlı hale getirmede ise iki temel unsur daha vardır. Ä°lki, bilgiye karşı tarafsız/yansız olma… KiÅŸinin bilgi ile iliÅŸkisi, kendisine sunulan bilgi veya sahip olduÄŸu bilgiye karşı tarafsızlığı kuÅŸanması, eksiÄŸini, fazlasını, zaafını ve güçlü yanını bulabilmenin yolunun bu olduÄŸuna ilke olarak inanmasıdır. Ä°kincisi ise anlamayı öncelemek, yargılamaktan vazgeçip anlamayı önceleyerek kendisine sunulan bilgi ile baÄŸ kurmaktır. Tarafsızlık ve anlamaya açıklık bir diyalogun olmazsa olmazıdır. Bu aynı zamanda hem zihni bir faaliyetin olmazsa olmazı, hem de psikolojik vasatın sahih ve sahici bir zeminde durmasının da garantisidir.

Diyalog, yukarıda ifade edildiÄŸi gibi iki boyutlu bir zemini kurduktan sonra yüz yüze gelindiÄŸinde bir müzakere adabı düzeyinde meselenin yeniden ele alınmasına ve buna dair belirleyici bazı ilkeleri ortaya koymakta yarar olacaktır. Diyalog bu düzeyi ile bir süreci iÅŸaret eder. Ä°ÅŸte bu sürecin saÄŸlıklı bir ÅŸekilde yürütülmesi için gerekli olan isteÄŸi oluÅŸturmakta önemlidir. Bu isteÄŸi ise saÄŸlayacak ve sürecin saÄŸlıklı bir ÅŸekilde yürütülmesine imkân tanıyacak olan ÅŸey; kiÅŸinin hakikate olan düşkünlüğü ve yaptığı iÅŸin hem anlamlı olduÄŸu ve hem de yaÅŸamının anlamını içereceÄŸi için kendisini bir dava sahibi kılacağına olan inançtır. Ezcümle; ilahi rızayı eksene alan bir yaklaşım üzerinden diyalogu saÄŸlama çabası ve bu çabanın ilahi rızaya mündemiç olacağına olan imandır. Bu isteÄŸi güçlendireceÄŸi gibi sürecin saÄŸlıklı yürümesine de zemin oluÅŸturur.

Artık müzakere adabına geçiÅŸ yapılabilir seviyeye gelindi. Diyalog bir müzakere biçimidir. Tartışma ve eleÅŸtiri deÄŸil! Tartışma hakikati açığa çıkarma amacı taşısa bile tartışmanın kendisinin psikolojik gerginlikler oluÅŸturması yüzünden çoÄŸu zaman maksadı hâsıl etmez. EleÅŸtiri de muhatabı yok sayan bir noktaya taşınma ihtimalini her zaman barındırmaktadır. Bu yüzden saÄŸlıklı bir zemine sahip deÄŸil! Zaten aklı başında her insan tartışma ve eleÅŸtiri zeminlerinde üslubun ve adabın sürekli zaaf taşıdığına tanıklık etmektedir. Bu, onların çatışma üzerine kurulu olan bir kültürün yapısını taşımayla birebir iliÅŸkili bir durumu içerdiÄŸini gösterir.

Müzakere ise bambaşka bir zemine işarettir. Müzakerede herkes kendi bilgisini sunar, yaklaşım biçimini önerir. Ama başkasının ne dediğine kulak kesilir, kendisinin söylediğinin doğru ama yanlış olma ihtimalini taşıdığını, başkasının söylediğinin ise yanlış ama doğru olma ihtimalinin olacağını peşinen kabul ederek müzakereye başlar. Ki klasik Mezhep İmamları bu sözü bir düstur olarak ifade etmişlerdir.

Artık müzakere adabına geçebiliriz. Burada da karşılıklı hoÅŸ görü, birbirini dinleme ve muhatabını yargılamak yerine anlamayı önceleme, suçlamayı bir tarafa bırakarak onda gördüğü doÄŸruyu dile getirme ve bir güven zemini oluÅŸturma çabası elzemdir. Hakaretten uzak durma, yetersizliÄŸini vurgulamama, bilmediÄŸine atıf yaparak onu öfkelendirmeme, aÅŸağılama hissiyatı taşımama gibi temel unsurlara riayet etmektir. Kendi bilgisinin niteliÄŸini ve niceliÄŸini bilmeli, muhatabının da bilgisine ve niteliÄŸine dikkat ederek hitap etmelidir. Bir ÅŸuur üzerinden hareket etmeli, amacını sadece doÄŸruya ulaÅŸma olarak ortaya koymalıdır. Ki böylece sürecin az hasarlı ilerlemesine zemin hazırlama ve oluÅŸan hasarı gidermenin kolaylığını saÄŸlamaya katkısı olsun…

Ä°ÅŸte diyalogu bu sürecin gerekliliÄŸine ikna olmuÅŸ kiÅŸiler yapabilir. Åžartları yerine getirdiklerinde ise yeni bir düşünce, yeni bir düşünme zemini ve yeni bir ruh ve dava sahibi olmaya imkân saÄŸlanabilir. Yoksa mı? Hali pür melalimiz ortada…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.