Sosyal Medya

Makale

Liyâkati Olmayanın Sadâkati de Olmaz

Semazen ve mehter gösterilerinin düÄŸün, niÅŸan, sünnet merasimlerinde, ıvır zıvır her yerde ve ayrıca da çok kötü ÅŸekilde icra edilmesi sonucunda deÄŸersizleÅŸtirildiÄŸi örneÄŸinde olduÄŸu gibi; “Ehliyet” ve “Liyakat” gibi önemli kavramların da fazlaca dillendirilip gereÄŸi de yapılmadığından olsa gerek, bu ilkelerin de insanlar nezdinde sıradanlaÅŸtığına ve deÄŸersizleÅŸtiÄŸine ÅŸahit olmaktayız.

Uzun yıllar görüp yaÅŸadığım, ÅŸahit olduÄŸum olaylar ve edinmiÅŸ olduÄŸum tecrübe ile sizi temin ederim ki; kamu idarelerinin yönetilmesinde tercih edilen (seçilmiÅŸ veya atanmış) yöneticilerin seçiminde en az dikkat edilen özelliÄŸin, ehliyet ve liyakat olduÄŸunu söylersem abartmış olmam.

Kamu idarelerinde atamaya yetkili kiÅŸilerin kendi özel iÅŸletmesi olsa sıradan bir çalışan olarak bile görev vermeyeceÄŸi birini, kamunun herhangi bir birimine yönetici olarak atadığını, hatta farklı uzmanlık alanları gerektirse dahi, farklı makamlar için bile aynı kurumun vazgeçilmezi hâline getirildiÄŸine çokça ÅŸahit olmaktayız.

Özel sektörde ehliyet ve liyâkat sahibi olmayan birinin, hak etmediÄŸi bir yere getirilmesinin olumsuz etkileri çok çabuk hissedilebileceÄŸinden, tedbir almak da aynı hızla gerçekleÅŸir. Yani verilmiÅŸ yanlış bir karar, ilgili ÅŸirketin zarar etmesine ve birilerinin canının yanmasına neden olabilir.

Kamuda ise ehliyet ve liyâkat yoksunu yöneticilerin neden olduÄŸu olumsuzlukların sonuçlarını görmek uzun sürdüÄŸü, canı yanacak olanların bu acıyı uzun zaman sonra hissedebilecekleri için tedbir almak da gecikir.

Atamaya yetkili kiÅŸilerin kuruma verdiÄŸi zararlar, doÄŸrudan kendi ceplerinden çıkmadığı için bu tür olaylar pek de umurlarında olmaz. Daha acı olanı bunun hesabı da sorulmaz.

Ehliyet ve liyâkat yoksunu kiÅŸilerin uygulamaları nedeniyle kamuda meydana gelen büyük maddi kayıplardan daha önemlisi; geri dönüÅŸü mümkün olmayan zaman kaybının ve heba edilen insan emeÄŸinin, kurumlara ve sonuçta da diÄŸer uluslarla olan yarışımıza vermiÅŸ olduÄŸu zararlardır ki, bu zararların telafisi çoÄŸu zaman mümkün olmaz.

Liyâkat sahibi olmayanın sadâkatinin de olmayacağı kanaatindeyim, çünkü o kiÅŸinin, sadâkatin ne anlama geldiÄŸini ve kime karşı olacağını bildiÄŸi kanısında deÄŸilim. Aslında liyâkat sahibi kiÅŸi sadâkatin kiÅŸiye deÄŸil, devletine ve milletine karşı olması gerektiÄŸini çok iyi bilir. Ä°ÅŸte bu ilke veya prensip, kiÅŸinin sorumluluk bilincini ve sadakat duygusunu da zirveye taşır. 

Bu tür sorumluluk bilincine sahip olan herkes, bilgi, beceri ve aldığı eÄŸitime göre kamuda veya özel sektörde olsun her kademede görev almayı hak eder.

Ehliyet ve liyâkat sahibi kiÅŸilerle, sadece sadâkati olan kiÅŸilerin aralarındaki temel fark, antikacı ile eskici arasındaki farka benzer.

Eskici, elindeki ürüne, kapı kapı dolaÅŸarak iÅŸporta tezgâhlarında müÅŸteri ararken;  antikacı, elindeki ürünü veya deÄŸeri, müzayede salonlarında, o ürün veya deÄŸerden anlayan müÅŸterilerine sunar.

Eskicinin sunduÄŸu ürünün kısa bir geçmiÅŸi vardır. GeleceÄŸi olmadığı için de nesli kesik ama sayıları çoktur.

Antikacının sunduÄŸu ürünün ise hem kadim bir geçmiÅŸi hem de geleceÄŸi vardır. Nesli devamlıdır ancak sayıları azdır.

Sadâkat sahibi olmaktan baÅŸka bir özelliÄŸi olmayan kiÅŸi; kapılarda dolaşıp aÄŸlayarak döktüÄŸü gözyaşı ile kendini ifade ederken, ehliyet ve liyâkat sahibi kiÅŸi ise kendisini, emeÄŸine döktüÄŸü göznuru ile belli eder.

Åžimdi gelin, sadece bir örnek üzerinden giderek kamu kurumlarında en çok görülen ve hatta ilgililer tarafından en çok baÅŸvurulan bir yöntemi, birtakım metaforlar eÅŸliÄŸinde anlatmaya çalışalım. Ve böylece bazı insanların negatif yönde ne kadar liyâkat sahibi olduÄŸunu da göstermiÅŸ olalım.

Kamu kurumlarının bazılarında özellikle de birtakım çetrefilli konuların çözümü için lüks otellerde gerçekleÅŸtirilen ulusal veya uluslararası konferans, çalıştay, sempozyum, ÅŸura gibi etkinlikler ve bunların sonucunda ortaya çıkan plan, rapor, kitap ve benzeri dokümanlarla, aslında neyin hedeflendiÄŸini veya nelerin ötelendiÄŸini görmek mümkün olabilmektedir.

Zor ve çetrefilli konular için bu tür etkinliklerde bulunmak zaten böyle davranmayı gerektirmez mi diye düÅŸünebilirsiniz. Evet, böyle düÅŸünmeniz çok doÄŸal ancak, burada esas olanın aslında, sorunları çözmek deÄŸil, çözüyormuÅŸ gibi yapmak olduÄŸunu bilmeniz gerekir.

Bu tür etkinliklerde moderatör, konuÅŸmacı veya katılımcı olarak davet aldığımda aklıma hep, diÄŸer kurumlara gönderilecek dokümanların iç kapağında, selam çakacağı kiÅŸilerin fotoÄŸrafı ile onun kaleme aldığı yazı metinleri gelir. Bu metinler, genelde baÅŸkaları tarafından kaleme alınır ve bundan, altında imzası olan kiÅŸinin haberi dahi olmaz.

DiÄŸer bir husus da, “Efendim takdir edersiniz ki zor bir konu, daha önce birtakım benzer ÅŸeyler yapıldı ama çok yeterli deÄŸil, bu nedenle konuyu tüm taraflarla ve tam bir bütünlük içinde ele almak gerekiyor” gibi beylik laflarla daha önce yapılanlar bir kenara itilir.

Aslında yapılması gereken her ÅŸeyin çok iyi biliniyor olmasına raÄŸmen; neler yapılmalı konusu yine ve yeniden bu tür etkinliklerle gündeme getirilerek hiçbir ÅŸeyin yapılmaması, zor ve çetrefilli konuların çözümü için iÅŸe baÅŸlamak yerine, ilgili sorunlar bu tür etkinliklerle çaktırmadan ötelenmiÅŸ olurlar.

Sonuçta bürokratlar yerini korumaya devam ettiÄŸi için siyasilerden, siyasiler de, başını aÄŸrıtacakları ÅŸeylerden kendilerini uzak tuttukları için bürokratlardan memnun olarak bir ve beraberlik içinde makamlarını korumuÅŸ olurlar. Güya bir ÅŸey yapıyormuÅŸ gibi gözükerek körler (bazı siyasiler)  sağırlar (bazı bürokratlar) birbirini ağırlar.

Acı olan, en yetkili kurumların hâlâ bu ve benzeri konferans, çalıştay, sempozyum gibi etkinliklerin peÅŸinde koÅŸuyor olmalarıdır. Konu hakkında söylenmedik söz, yapılmadık analiz ve rapor kalmadı, artık “maçı” baÅŸlatalım dediÄŸinizde ise; “hakem” olmasına raÄŸmen, “hakem” arayışına girerler.

“Hakem” yani “liderlik” yapması gerekenler ise; sadık ekipler tarafından, daha önemli(!) maçlar nedeniyle sahadan uzak tutulur. Çünkü çok iyi bilirler ki, sorunun çözümü yani maçı yönetebilmek sadâkati deÄŸil liyâkati gerektiren bir konudur.

Seyirciden de çok korkarlar. Seyircilerin iÅŸin farkına varması ise, canları bir ÅŸekilde yanınca gerçekleÅŸir. Ama bu sefer de iÅŸ iÅŸten geçmiÅŸ olur. Seyirciyi ikna etmek, sakinleÅŸtirmek ise, herkes tarafından amacı dışında çokça sarfedilen o sihirli cümlenin ustaca kullanılması ile büyük oranda baÅŸarılır.

Bu kiÅŸiler, yaÅŸanan olumsuzluklar için kendilerinde bir kusur görmezler. Çünkü yıllarca birikmiÅŸ olan bu sorunları bir anda kucaklarında bulduklarını, daha yeni geldiklerini, konunun çözümü için kapsamlı bir çalışma baÅŸlattıklarını, zamanında bir ÅŸeyler yapılmış olsaymış diyerek gidenlere usulünce sövülür, gelenler övülür ve devran böyle döner durur.

O sihirli cümleyi de varın siz tahmin edin. Tahmininizi kolaylaÅŸtırmak için size bir ipucu vereyim: YaÅŸadığımız her felaketten sonra kullandığımız ya da dindar(!) bir insanın –farkında olmadan- Allah’a iftira ettiÄŸi cümle dersem belki tahmin edersiniz.

Osmanlı PadiÅŸahı Yavuz Sultan Selim’in ölümüne neden olayı naklederek sözümü baÄŸlamak isterim.

Yavuz Sultan Selim’in, vücudunda çıkan ve önem vermediÄŸi küçük bir sivilceden dolayı öldüÄŸü rivayet edilir. Yavuz, sırtında bir aÄŸrının olduÄŸunu ve kendisini rahatsız ettiÄŸini söyler. Yapılan kontrolde sırtında bir sivilcenin olduÄŸu görülür ve bunun üzerine Yavuz, sivilcenin sıkılıp patlatılmasını ister. Bunun tehlikeli olabileceÄŸi uyarısına raÄŸmen çok meÅŸhur olmuÅŸ ÅŸu sözünü söyler;

“Biz çelebi deÄŸiliz ki küçük bir çıban için cerraha baÅŸvuralım”. Ve sonuçta, hiç önem vermediÄŸi veya ihmal ettiÄŸi küçük bir sivilce yüzünden ölür.

Yavuz’un bu davranışına neden olan kibir midir, ihmal midir, tedbirsizlik midir bilinmez ama tecrübe edilen acı gerçek; dikkate alınmadığında veya ihmal edildiÄŸinde küçük bir sivilcenin koca bir padiÅŸahı yere sermiÅŸ olmasıdır.

Ä°hmal edildiÄŸinde veya dikkate alınmadığında küçük bir sivilcenin koca padiÅŸahı yere sermesi gibi, devlet yönetimlerinde de adalet, ehliyet ve liyâkatin dikkate alınmaması veya ihmal edilmesi de koca bir devleti yere serebilir. Tarih buna ÅŸahittir.

Allah’ın emirlerini ahlak ve ilke edindiÄŸini söyleyen herkese tekrar soralım:

Ä°ÅŸi ehline vermek ve adil olmak (4/58), namaz ve oruç gibi Allah’ın birer emri deÄŸil midir?

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.