Sosyal Medya

Makale

Modernleşme Serüvenimiz

 “Batının ilmini alalım, ahlakını deÄŸil” cümlesi son iki yüzyıldır modernleÅŸme tecrübemizin sloganıdır. Bu slogan bir ihtimalin imkanına, bütünüyle batıya entegre olmak veya bir sömürü ÅŸubesine dönüşmek dışında üçüncü bir yolun var olma imkanına yöneliktir. Kendi kültürel coÄŸrafyamızın köklerinden kopmaksızın deÄŸiÅŸmenin, geliÅŸmenin ve ilerlemenin bir ifadesidir. Belki de bu konudaki ilk adımları Osmanlı’nın modernist padiÅŸahları atmıştır denilebilir. Batıda cereyan eden umulmadık geliÅŸmelerin sonucu olarak Osmanlı devlet bürokrasisi, Avrupa’nın modern devletleriyle rekabet edemeyeceÄŸini anlamış II. Mahmut ile baÅŸlayıp II. Abdülhamid ile zirveyi gören bir dizi modern geliÅŸmeleri hem sosyal hayatta hem de devlet bürokrasisinde uygulamaya koymuÅŸtur. II. Mahmut çoklarına göre batı hayranı, “gavur padiÅŸah”tır, çünkü fes takmayı zorunlu kılmış ve batı tarzında giyim kuÅŸamın hem toplumsal hayatta yaygınlaÅŸmasında hem de devlet kademlerinde zorunlu olarak kullanılmasında önemli bir rol oynamıştır. Halbuki bu gayet çaÄŸdaÅŸ bir yorumdur. 19.yüzyılın ilk çeyreÄŸinin baÄŸlamında deÄŸerlendirdiÄŸimizde II. Mahmut, Avrupalı devletlerin rekabet edilmez siyasi ve ekonomik yükseliÅŸlerinin sonucu olan deÄŸer yargılarını temsil eden “yeni” olan her ÅŸeyin nihayetinde bir tahakküm nesnesine dönüşeceÄŸini biliyor olmalıdır. Önündeki seçenekler ise batının siyasi hegemonyasını toplumsal hayatta ve devlet bürokrasisinde tasdik edecek ÅŸekilde bütünüyle batı deÄŸer yargılarına entegre olmak veya böyle bir gerçekliÄŸi göz ardı ederek yakın zamanda bir sömürge veya koloni olarak aynı tahakküm kaderini cebren paylaÅŸmak. Fakat o, örneÄŸin giyim kuÅŸam konusunda, farklı bir yol bulmuÅŸtur: fes. Ziraaslolan devletin moderniteye ayak uyduracak ve alternatif kurumları üretebilecek refleksi gösterebilme kabiliyetinin olup olmadığıdır. Fes takıldığı zaman artık "eski" yani sürdürülebilir olmayan deÄŸilsin demektir ama aynı zamanda modern olup batılı da olmadığın manasına gelir. Bu aidiyet yani bir yandan bir kökü temsil etmek fakat batılı da olmamak Osmanlı kimliÄŸi altında ziyadesiyle var olmuÅŸtur. Özellikle Abdülmecid ve II. Abdülhamid’in bu yöndeki politikaları da yegane bir amacı güdüyor olmalıdır, geleneksel kurumları yıpratmaksızın bir geçiÅŸ süreci ve geçiÅŸ kurumları yaratmak.

Osmanlı’nın bu tecrübesi, 1.Dünya Savaşı’nın ardından yeni kurulan Cumhuriyet’te yerini tepkisellik ve bütünüyle entegre politikasına bırakmış olacak ki Kemalist devrimler, batıya raÄŸmen modern olmanın alternatifinin mümkün olmadığını ispat edercesine hem toplumsal hayatı hem de devlet kurumlarını deÄŸiÅŸmek için cebren bir taklide, batının taklidine mecbur bırakmışlardır. Fakat taklit edilen uygulamalar ise ne devlet kurumlarını ne de toplumu modern batı kurum ve toplumlarının geliÅŸmelerine ayak uyduramamış aksine devlet kurumları içerisinde kümeleÅŸen elit bir kesim ve sermayenin yeni kimliÄŸini temsil etmeye baÅŸlamıştır. Böylece modernleÅŸme tecrübemiz bir tür travmatik bir hastalığa dönüşmüş olmalıdır. Toplumun ekseriyeti tarafından “deÄŸiÅŸim”, “geliÅŸim”, “ilerleme”, “uygarlık” veya “çaÄŸdaÅŸlık” kavramları Kemalizmin anahtar kelimeleri olarak görülmektedir. Zira bu anahtar kelimeler vasıtasıyla kendi kimliklerini modernleÅŸme tecrübesi üzerinden meÅŸrulaÅŸtıran kemalizm toplum için bir korku ve yabancılık figürüdür, geliÅŸmeyi deÄŸil baÄŸnazlığı temsil eder. Bu yüzden ilerlemeye karşı muhafazakarlık refleksi, toplumun devletin kurumlarına kümelenmiÅŸ bir grup elit ve sermayedara yönelik sahici bir endiÅŸesine dayanır: “EÄŸer çaÄŸdaÅŸlık bu ise olmaz olsun”. Kemalist deÄŸer yargılarının hiçbir zaman bu kültürel coÄŸrafyanın kodlarını paylaÅŸmaması, aksine toplumun sahip olduÄŸu kimlikle birlikte anılmayı zül addetmesi de bu kanıyı pekiÅŸtirmiÅŸtir. Zira 90 yıl, deÄŸiÅŸimin ve geliÅŸimin imkanı, devleti ellerinde tutan bu kesimin inisiyatifindedir ve modernleÅŸme Türkiye’de iktidar mücadelesinin kullanışlı bir argümanı olmuÅŸtur. “ÇaÄŸdaÅŸ olmak”, “muasır medeniyetler seviyesine ulaÅŸmak” gibi söylemler bu cinstendir ve kati surette dillendirenlerin modern kimliklerini deÄŸil elit kimliklerini yansıtırlar. ModernleÅŸmek ise çaÄŸdaÅŸ devlet ve toplumsal yapılaÅŸmaya adapte olacak alternatifler üretmek deÄŸil bahsi geçen Kemalist kesimin belirli aralıklarla iktidarlarını saÄŸlama alacak bir dizi hamlelerinin söylemsel meÅŸruiyeti olarak görülmektedir. EÄŸer imkan verilse bu toplum bir yüz yıl daha modern olamayacaktır, zira bir yüz yıl daha Kemalist elitler devlet ve toplum üzerindeki nüfuzlarından vazgeçmek istemeyeceklerdir.

Yakın zamanda iktidarın toplumun geniÅŸ tabanını yansıtan, hassaten İslamcı arka plana sahip kiÅŸiler tarafından elde edilmesi ise modernleÅŸmeye dair algı dünyamızı deÄŸiÅŸtirmiÅŸ gibi gözükmekte. Gayet iyi bir izlenim olarak bu ülkede modernleÅŸme algısı ilk kez bu iktidar döneminde ilmi ve teknik ilerleme ve geliÅŸmeyi yansıtmıştır. ÇaÄŸdaÅŸ ve muasır olmak kavramlarının içerikleri yeniden gözden geçirilmiÅŸ; 90 yıldır maÄŸduriyetin sebep olduÄŸu tepkisel bakış açısı yerini hafif hafif kıpırdayan bir özgüvene bırakır olmuÅŸtur. “Müslüman da gayet muasır olur” cümlesi Kemalist elitlerin tecrübe etmediÄŸi üzere devlet ve toplum kurumlarının deÄŸiÅŸim ve geliÅŸiminde adaptasyon ve alternatif üretme mümkündürün bir ifadesi olmuÅŸtur. Aynı zamanda modern olmak batıya ait veya entegre manasında deÄŸil tam da bundan yüz elli yıl öncesindeki gibi “yeni” ye adapte olurken kültürel coÄŸrafyanın kodlarını paylaÅŸmanın imkan dahilinde olabileceÄŸi düşüncesini çaÄŸrıştırır olmuÅŸtur. Bu algı elbette siyasi kazancın bir neticesi; ve bu yüzden uzun soluklu olması, geniÅŸ tabanlara yayılması ve nüfuzunun hudutlar aÅŸması pek mümkün olmasa gerek. Zira modernleÅŸmeye yönelik böylesi bir söylem de siyasi kazancın bir tür meÅŸruiyetini ifade ediyor denebilir. Bu yüzden aynı iktidar boyunca aynı söylem ve aynı tecrübenin paylaşılması söz konusu olmayabilir.

 Köklere dayanarak deÄŸiÅŸmek ve geliÅŸmek son dönemlerde sıklıkla goygoy konusu haline getirilen yerlilik ve millilik gibi temaların etrafında yorumlandığı için gerçek kıymeti ya da baÅŸka bir ifadeyle gelecek nesiller için sahip olacağı nüfuzu göz ardı edilmekte. ModernleÅŸmek ya da bu sürece adapte olmak, deÄŸiÅŸime yönelik kaygının bir parçası deÄŸil. DeÄŸiÅŸime yönelik kaygının temeli, deÄŸiÅŸimin sebep olacağı kimliÄŸin nasıl olacağı, nasıl yönlendirileceÄŸi ve nasıl sınırlandırılacağı. Peki bütün bu geliÅŸmeleri kontrol edecek toplumsal bir mekanizma Türkiye’de mevcut mu?

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.