Sosyal Medya

Makale

Kalbin halleri ve eÄŸitimi

Gazzâlî kalbin hallerini, iyi ve kötü sıfatlarını, kötülerin yok edilerek iyilerin  geliÅŸtirilmesi yoluyla kalbin eÄŸitilmesini bilmeye “muâmele” ilmi diyor ve yönü ebedî olana dönük âhiret alimlerine göre asıl bu ilmin farz olduÄŸunu ifade ediyor, zamanında ilim taliplerinin bu ilmi, dünyalık menfaatler uÄŸruna terk etmiÅŸ olmalarından ÅŸikayet ediyordu.

Zamanındaki durumu şöyle  anlatıyor:

Bir fıkıhçıya (fakihe) ihlası, tevekkülü, riyadan kurtulmanın yolunu sorsanız duraklar; halbuki bu ilim, kendisine farz olan ve ihmal ettiÄŸi takdirde âhirette helak olacağı ilimdir. Ona liânı, zıhârı (bunlar yemin ve boÅŸanma hukuku ile ilgili terimlerdir), koÅŸu veya atıcılığı sorsanız, yıllar geçse de hiçbirine ihtiyaç duyulmayacağı halde sana ciltler dolusu bilgi verebilir. Diyelim ihtiyaç duyuldu, çevrede bunları bilen bir alimin bulunması yeterli olduÄŸu halde  bunları öğrenmek için yıllarını veriyor, asıl kendine gerekli, önemli ve farz olan ilmi ihmal ediyorlar.

Onlara bu ilimlerle niçin meÅŸgul olduklarını sorsanız size “din ilimleridir, bunları bilmek farz-ı kifayedir, bunun için yıllarımızı veriyoruz” derler; halbuki zeki kiÅŸi ÅŸunu hemen anlar: EÄŸer onların gayesi farz-ı kifaye emrini yerine getirmek olsaydı önce farz-ı ayn olanı öğrenirler, ayrıca daha önemli ve acil olan baÅŸka farz-ı kifayeleri öğrenmeye yönelirlerdi. Bugün birçok ÅŸehirde gayr-i Müslimlerden baÅŸka tabip (doktor) yok, fıkıh konularında gayr-i Müslimlerin tanıklıkları kabul edilmez, ama ilim peÅŸinde olanlar mesela farz-ı kifaye olan bu tıp ilmini deÄŸil de fıkıhçıların ihtilaflarını ve tartışmalarını bütün detaylarıyla öğrenmeye yöneliyorlar, her tarafta, vaki meselelere  fetva ve cevap veren sayısız fıkıhçı var; böylece fıkıh konusunda farz-ı kifaye yerine gelmiÅŸ olduÄŸu halde din fıkıhçıları nasıl oluyor da açık ve yetersiz bulunan farz-ı kifayeler dururken bunlara izin veriyorlar!

Bunun sebebi başka değil, şudur: Tıp ilmini tahsil edip tabip olanlar bu ilim sayesinde vakıflardan beslenemez, vasiyetlerden yararlanamaz, yetimlerin mallarına el koyamaz, kadı ve hakem olamaz, akranına fark atamaz, düşmanlarına musallat olamazlar; halbuki fıkhın farz-ı kifaye olan teferruatını öğrenerek fakih geçinenler bunları elde edebiliyorlar.

Heyhat! Yazıklar olsun ki, din ilmi, kötüler yüzünden çöktü, itibardan düştü; Allah Teâlâ ÅŸeytanı güldüren,  Rahmân’ı ise öfkelendiren bu gafletten bizleri korusun!

Yukarıda özetlediÄŸim tasvirinden ve ÅŸikayetinden sonra Gazzâlî, geçmiÅŸ güzel zamanlarda Ä°mam Åžafiî,  Yahyâ b. Maîn gibi   takva sahibi din alimlerinin (zahir ilim sahiplerinin) Åžeybân er-Râ’î, Serî es-Sekatî, Cüneyd el-BaÄŸdâdî benzeri manevî kalb doktorlarına gittiklerini, bâtın ilmine dair bilgiler aldıklarını kaydediyor, sonra da ÅŸu önemli ifadeye yer veriyor:

Zâhir alimleri yeryüzünün ve devletin zinetidir, bâtın alimleri ise semanın ve melekût âleminin zinetleridir.

Ve kulaklara küpe olması gereken ÅŸu cümleyi de kuruyor: Kim önce hadisi ve zahir ilmi öğrenir sonra tasavvufa yönelirse kurtulur, kim de ilimden önce tasavvufa girerse kendini tehlikeye atmış olur (Ä°hya, ‘ilim’ bölümü).

Bu ifadeler içinde yer alan bâtın ilimden maksat “muâmele ve mükâşefe” ilimleridir.

Muâmele ilmi kalbin, aklın, ruhun, nefsin eÄŸitimidir; Peygamberimiz (s.a.) “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyurmuÅŸtur, iÅŸte bu muamele ilmi de “güzel ahlak eÄŸitimi” ilmidir. Bu ilim ve eÄŸitim sayesinde kalbini ıslah, nefsini tezkiye, aklını terbiye eden mümin (evet, Batı’dan anlama yöntemleri devÅŸirmeye uÄŸraÅŸan kafası karışıklar deÄŸil, bu mümin) Kur’ân’ı ve dini doÄŸru anlar, perdenin arkasında olup dünya hayatında genel olarak insanlara kapalı bulunan âlemler hakkında doÄŸru bilgilere ulaşır, madde âleminin ötesine ait sorularına tefekkür, ilham ve keÅŸif  vasıtasıyla cevaplar alır, ilmi ve imanı “yakîn” mertebelerine ulaşır, iÅŸte bu da mükâşefe ilmidir.

Gelecek yazıda Gazzalî’den bir de mükâşefe ilmini dinleyelim.

Yeni Åžafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.