Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Türkçülük mefkûresinin kalesi: Türk Ocakları

Bugün gelinen noktada Türk Ocağı siyasi parti temsilcilerini ağırlaması sebebiyle tartışmaların merkezinde yer aldı. Oysa Türk Ocağı kurulduğu ilk günden beri "Ameli" siyasetin göbeğinde yer alan bir kuruluştur



Türkçülük mefkûresi, ilk defa Åžemsettin Sami'nin "Kamus-ı Türki"nin önsözü olarak ele alabileceÄŸimiz "Ä°fade-i Meram" bölümü ile Rus mezalimi karşısında kültürel bir kimlik olarak "Turan" kavramıyla ortaya atıldı.
 
"Ä°fade-i Meram"ın aydınlar arasında bir karşılık bulmamasının en temel nedeni TürkçülüÄŸün henüz bir ideoloji olarak olgunlaÅŸmamasından kaynaklanıyordu.
 
Yusuf Akçura, 1904 yılında "Üç Tarz-ı Siyaset" eseri ile Türkçülük mefkûresini bir doktrin olarak politikacıların ve aydınların gündemine sokmayı baÅŸarır.
 
1911 yılında Ziya Gökalp'in neÅŸretmeye baÅŸladığı "Yeni Hayat" yazıları TürkçülüÄŸün güçlü bir teori olarak zemin bulmasını saÄŸlar.
 
Öte taraftan, Nazari TürkçülüÄŸün tüm teorik çalışmalarının somut bir karşılığı bulunmuyordu. Ta ki Ömer Seyfettin 1911 yılında "Bahar ve Kelebekler" eserini neÅŸredene kadar…
 
Bu tarihten sonra Türkçülük bir fikirden ideolojiye evirilmiÅŸ ve en önemlisi yalnızca nazari bir temsilden siyasi sahada da tatbik edilebilecek ameli bir mefkûreye dönüÅŸmüÅŸtür. 
 
3 AÄŸustos 1911 yılında talebelerin öncülüÄŸünde hem nazari hem de ameli TürkçülüÄŸü, Osmanlıcılık ve Ä°slamcılık fikrine karşı muhafaza etmek üzere "Türk Ocağı" kurulur.
 
 
Ocağın kurucu kadrosu ÅŸöyledir: 
 
Mehmet Emin (Yurdakul), Dr. Fuat Sabit, Ahmet Ferit (Tek) ve Ahmet AÄŸaoÄŸlu, 
 
Geçici Ä°dare Heyeti BaÅŸkanlığına: Mehmet Emin (Yurdakul), 
 
Ä°kinci BaÅŸkanlığa: AkçuraoÄŸlu Yusuf, 
 
KâtipliÄŸe: Mehmet Ali Tevfik Bey, Veznedarlığa: Dr. Fuat Sabit Bey…
 
Hamdullah Suphi Tanrıöver, Türk Ocağının kuruluÅŸu için ÅŸunları kaydeder:
 
Türk Ocağı 1912'de resmî açılışını yaptı. Asıl kuruluÅŸu doÄŸrudan doÄŸruya Türkler arasında iç ve dış tehlikelere karşı bir yardımlaÅŸmayı hedef tutmanın neticesidir. Fikrin doÄŸması ise daha bir sene evveline aittir, yani 1922'yeTürk Ocağı'nın fikir olarak doÄŸuÅŸu Karaca Ahmet mezarlığında Tıbbiyelilerin, cetlerimiz olan ana ve babalarımızın taÅŸları arasında, bir gece saatinde ay ışığında vermiÅŸ oldukları bir kararla baÅŸlar. Ondan sonra, her nevi çalışmalarımız her sahada inkiÅŸaflarımız bu karara dayanır.
 
(Hamdullah Suphi Tanrıöver, Türk Ocaklarının Tarihi, Neler Ä°stiyorduk ve Hala Neler Ä°stiyoruz)
 
Tanrıöver, 1912 tarihini, biz ise 3 AÄŸustos 1911 tarihini kuruluÅŸ olarak verdik. Ocağın kurucularından Hüseyin Enver Sarp ise 1910 yılını iÅŸaret eder.
 
Ocağın fiili olarak icraatına başlaması ise 25 Mart 1912 tarihi olarak ele alınabilir.
 
Ziya Gökalp
 
DerneÄŸin hangi ihtiyaca cevaben ortaya çıktığını Ä°ttihat ve Terakki Umum-i Ä°daresi Üyesi ve TürkçülüÄŸün öncü isimlerinden Ziya Gökalp ÅŸöyle bir tasvir ile esasen tespit eder:
 
Bir taraftan Hıristiyan kavimler muhtariyet daiyesini takip ederken diÄŸer cihetten de Ä°slâm devletleri milliyetçilik yapmaya baÅŸlamış, milletleri hakkında söz söyletmiyorlardı. Ä°slam âleminde milliyetçilik ön plan çıkmıştı Araplar ve Arnavutlar Ä°slam âleminde milliyetçilik akımlarına öncülük etmiÅŸlerdi. Rumeli halkını Arnavutlar oluÅŸturuyordu, Karadeniz'deki halk topluluÄŸu kendini Laz olarak nitelendiriyordu, Anadolu halkı kendini Kürt olarak nitelendiriyordu neredeyse kendini Türk olarak isimlendiren halk azınlığa düÅŸme derecesine gelmiÅŸti.
 
Ä°stanbul'daki halk kendini ÅŸehirli görüyor Anadolu'daki halkı aÅŸağılar bir görüntü sergiliyorlardı. Herhangi bir coÄŸrafi baÄŸlantıya sahip olmayan gençler kendilerini Arap, Arnavut, Kürt olarak gösterme çabasına giriyorlardı Türklük ayıplı unvanlar gibi kimse üzerine almıyordu. 'Türk' Åžarkî Anadolu'da 'KızılbaÅŸ' Ä°stanbul'da 'kaba ve köylü' manâlarına idi. Naim Bey'in hararetli arkadaÅŸlarından ikisi neseben TürkoÄŸlu Türk'tü.
 
Bunların telkiniyle Türk olduklarına asla ÅŸüphe olmayan bazı Diyarbekirli ve Harputlu doktorlar da kendilerini Kürt sanıyorlardı. Avrupa, Türkiye'deki rezaletlerden dolayı yalnız Türkleri itham ediyor dâhilde Müslim ve gayri Müslim bütün kavimler sarayın istibdadından, memurların zulmünden hükümetin yolsuzluÄŸundan ancak Türk kavmini mesul tanıyordu. Hâlbuki Türk kavmi 'ben varım' demiyordu. Tanzimatçılar TürklüÄŸün yüzüne aldatıcı bir nikap çekmek istemiÅŸti. Millî bir Türk lisanı yoktu müÅŸterek bir Osmanlıca vardı.
 
Ocağın kaderini değiştiren felaket: Balkan Savaşları
 
3 Ekim 1912 tarihinde Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve KaradaÄŸ Osmanlı Devleti'ne verdikleri notayla Makedonya, Girit, Arnavutluk ve eski Sırbistan'a üç gün içerisinde muhtariyet verilmesini talep ettiler.
 
Bu karşılık olumlu sonuç vermeyince KaradaÄŸ, Bulgaristan ve Yunanistan sırayla Osmanlı devletine savaÅŸ ilan etti.
 
Osmanlı Devleti savaÅŸa girdiÄŸinde tam bir siyasi kaosun içerisinde bulunuyordu. Ordu Ä°tilafçılar ve Ä°ttihatçılar olarak ikiye ayrılmıştı.
 
Ä°tilafçıların başında Nazım PaÅŸa ve Ä°ttihatçıların başında da Enver PaÅŸa bulunuyordu. 
 
Ordu siyaseten bölünmüÅŸtü. Türk edebiyatının büyük ismi ve savaşırken Yunanlılara esir düÅŸen Ömer Seyfettin'den ordunun sefaletini okuyalım. 
 
Ordunun savaÅŸtan haberi yok
 
Diyorlar ki 'Harp baÅŸladı...' Fakat kimsenin bir ÅŸeyden haberi yok. Ne telgraf geliyor, ne gazete. Bugün nöbetçiyim. Åžimdi, yani gece yedide hareket emri verildi. ÇavuÅŸlara ve saireye lâzım gelen tembihleri verdim. Yarın Güzeyil'e gideceÄŸiz. Bu küçük bir köymüÅŸ. Umumî harekâta dair bize hiç malûmat verilmiyor. Her gün bir alay emir neÅŸrolunuyorsa da anlamak mümkün deÄŸil.
 
(4 TeÅŸrinievvel [17 Ekim 1912], Köprülü)
 
Ömer Seyfettin
 
Oradan oraya savrulan ordu
 
Bütün gece, taÅŸlar ve çamurlar içinde, yaÄŸmur altında yürüdük. Darmadağın hâlâ gidiyoruz. Florina'ya. Orada ne yapacağız?... Saat on bir Florina'ya geldik. Ä°ki saat oturduk. Åžimdi gene kaçıyoruz. Harp etmeyeceÄŸiz. Yalnız esir olmaktan içtinap edeceÄŸiz.
 
 
Yunanlılar adaları bir bir ele geçiriyor
 
Yunanlılar, savaÅŸ baÅŸladıktan sonra Ege'deki Türk adalarını bir bir ele geçirir ve karada da büyük üstünlük kurar. Ä°stanbul'dakilerin savaÅŸta ne olup bittiÄŸinden dahi haberi yoktur.
 
Ä°stanbul hükümeti cepheden haber alamadığı için geliÅŸmeleri ya yabancı elçilerden yahut da Fransız gazetelerinden takip etmektedir. 
 
Savaşı daha baÅŸlarken kaybettiÄŸimizin itirafı ise Osmanlı ordusunda görevli MareÅŸal Gustov Von Hochwachter'den gelir;
 
Her bir kolordunun iaÅŸesi, üç erzak kolu tarafından gerçekleÅŸtiriliyor. Bunlar el konulmuÅŸ manda koÅŸulu kaÄŸnılar. Seyyar fırın kolları ise yok. Buna karşılık Yarbay V.Lossow'un önerisiyle ÅŸöyle bir sistem geliÅŸtirilmiÅŸ: Askere alınan fırıncılardan, fırıncı bölükleri teÅŸkil edilmiÅŸ, bunlar köylerdeki fırınların yardımı ile gerekli bölgelerde seyyar fırın kolları veya fırınlar kuruyor. Korkarım bu iÅŸe yaramayacak, daha ÅŸimdiden iaÅŸe iÅŸi zor gözüküyor.
 
Osmanlı Devleti cephedeki askerlerine iaÅŸe dahi saÄŸlayamamaktadır. Bu sırada Yunanlılar Selanik'i de alır ve az da sabık Sultan Abdülhamid'i esir edecekken Almanların araya girmesiyle Sultan bereket versin kurtarılabildi. 
 
Maceranın sonu
 
SavaÅŸ naraları atan maceraperestlerin galeyanı ile tedbirsiz bir ÅŸekilde savaÅŸa giren hükümet Ä°stanbul'u kaybetmenin eÅŸiÄŸine gelmiÅŸ, ata yadigârı olan Edirne gibi bir ÅŸehri düÅŸman eline vermiÅŸti. 
 
Ege'de baÅŸta Girit olmak üzere tüm stratejik adalar Yunanlıların eline geçmiÅŸti Ä°stanbul'da açlık baÅŸ göstermiÅŸ, muhacirler ÅŸehirde rahatsızlık unsuru olarak görülmüÅŸtü. 
 
Hükümet, çözüm olarak birçok gazeteyi kapatma teÅŸebbüsünde bulunmuÅŸtu. Balkanlardaki rezalet halktan saklanmaya giriÅŸilmiÅŸti. 
 
Balkan Devletleri, Osmanlı'dan öyle büyük bir pasta koparmışlardı ki kendi aralarında paylaÅŸamayınca savaÅŸa tutuÅŸtular. Bu kriz Edirne'nin kurtarılmasını saÄŸladı.
 
Balkan Bunalımı sonrası devlet idaresini elinde bulunduran Ä°ttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Türkçülük ideolojisine olan ilgisinin artması Türk Ocaklarına olan desteÄŸin artmasını saÄŸladı.
 
Hamdullah Suphi Tanrıöver'in liderliÄŸinde ocak hem maddi hem de siyasi destek görerek hızla büyüdü.
 
Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Atatürk
 
1918 yılında toplanan Türk Ocağı kongresinde Türk dünyasının önemli aydınları Ziya Gökalp, Halide Edip Adıvar, Hamdullah Suphi, Mehmet Emin Yurdakul Ahmet AÄŸoÄŸlu, Köprülü Zade Mehmet Fuat, Hüseyin zade Ali Bey yönetime seçilmesi ocağın kültürel sahada daha güçlü bir konuma gelmesini saÄŸladı. 
 
Anadolu'nun iÅŸgal edilmesi sonrası Türk Ocağı çok kritik bir karara imza atarak Atatürk'ü temsili olarak da olsa lideri olarak tanır. Hamdullah Suphi süreci ÅŸöyle aktarır:
 
Anadolu'da Kuvayı-ı Milliye henüz teÅŸekkül etmemiÅŸti. Meclis toplanmamış ve hükümet kurulmamıştı. O zamanki Türkiye'de mevcut 28 Ocağın merkezi olan Ä°stanbul Türk Ocağı kendi reisini (Mustafa Kemal'i) tanımakta müÅŸkülât çekmedir.
 
Türk mefkûresi ve kurtuluÅŸunu halka anlatmak için yurdun dört bir yanında konferanslar icra eden Türk Ocağı'nın programlarına katılan isimler ÅŸöyleydi:
 
Ziya Gökalp, Hamdullah Suphi, Yusuf Akçura, Mehmet Emin, Bursalı Mehmet Tahir, Halide Edip Adıvar, AÄŸaoÄŸlu Ahmet, Müfide Ferit, Akil Muhtar, Ömer Seyfettin, Necip Asım, VeledÇelebi, Semih Rıfat, Yahya Kemal, Ali Canip, Selim Sırrı, Rıza Tevfik, Emrullah Efendi, Celal Esat, Ahmet Hikmet, Süleyman Nazif, Mehmet Ä°hsan Sungu
 
Sultanahmet mitingi
 
Türk Ocağı, Ä°zmir'in iÅŸgali sonrası Fatih ve Sultanahmet Meydanı'nda organize edilen mitinglerde başı çekmesi nedeniyle bir anda hedef tahtasına oturtulur.
 
Ä°ÅŸgalin ilerlemesi üzerine faaliyetlerine geçici bir süreliÄŸine son vermek zorunda kalır. 
 
1922 yılında tekrar faaliyetlerine hız veren Türk Ocağı, 1925 Åžeyh Said Ä°syanı sonrası tekrar çalışmalarını durdurur.
 
1931 yılına gelindiÄŸinde kurumun tüm çalışmalarının durdurarak CHP çatısı altına girmesi kararlaÅŸtırılmış ve Atatürk konuyla ilgili ÅŸunları söylemiÅŸtir:
 
Milletlerin tarihinde bazı devirler vardır ki muayyen maksatlara eriÅŸebilmek için maddi ve manevi ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak aynı istikamette sevk etmek lazımdır. Memleketin ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı masumiyeti için bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması lazımdır. KuruluÅŸ tarihinden beri ilmi sahada halkçılık ve milliyetçilik akidelerini neÅŸir ve tamime sadakatle ve imanla çalışan ve bu yolda memnuniyeti mucip hizmetleri gerçekleÅŸtirmiÅŸ olan Türk Ocakları'nın aynı esasları siyasi ve tatbiki sahada tahakkuk ettiren fırkamla ve bütün manası ile tek vücut olarak çalışmalarını münasip görürüm. Bu kararım ise milli müessese hakkında duyduÄŸum itimat ve emniyetin ifadesidir. Aynı cinsten olan kuvvetler müÅŸterek gaye yolunda birleÅŸmelidir.
 
(Vakit,11Nisan 1931; Cumhuriyet, 11 Nisan 1931)
 
Bugün gelinen noktada Türk Ocağı siyasi parti temsilcilerini ağırlaması sebebiyle tartışmaların merkezinde yer almıştır.
 
Oysa Türk Ocağı kurulduÄŸu ilk günden beri "Ameli" siyasetin göbeÄŸinde yer alan bir kuruluÅŸtur.
 
Ä°ttihat ve Terakki Cemiyeti ile yakınlığı sonrası CHP ile organik baÄŸlar içinde bulunmuÅŸtur. MHP ile olan bağı ve yakınlığı ise baÅŸka bir dosyanın konusunu oluÅŸturacak bir meseledir.
 
Türk milliyetçiliÄŸini tek bir düÅŸünce ya da fırkadan ele almak ciddi bir cehaletin ürünü olsa gerek.
 
Bu konuda en güzel tasnifi TürkçülüÄŸü "Ameli" ve "Nazari" olarak ayıran merhum Ömer Seyfettin yapar. Bilhassa "Ameli" Türkçülük çok büyük deÄŸiÅŸimler ve bölünmeler yaÅŸar.
 
Müellif: Mehmet Mazlum Çelik Kaynak: The Independent Türkçe

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.