Abdulaziz Tantik / İslam’a yaklaşımda ikili tepkisel/sorunlu yaklaşım…

Abdulaziz Tantik / Şarkul-Avsat
İslam ile ilgili yaklaşımın iki sorunlu boyutunun kaynağının batı düşüncesinde meydana gelen derin kırılma ile birlikte İslam düşüncesine de sıçradığını düşündüğüm ötekileştirme sorunu çerçevesinde ele alınması ve sonuçlarının iyi analiz edilerek ortaya çıkarılması elzemdir. Modern düşünce, kendini inşa ederken öteki üzerinden inşa etmektedir. Bu da kendi dışında kalan bütün düşünce birikimlerini ötekileştirerek onlardan istifade edecekse bile kendi düşünce mekaniğine uyumlulaştırarak onu kendi tarihsel kökeninden ayrıştırmaktadır. Bu temel yaklaşım, batı düşüncesinin doğal olarak kendi dışındaki düşünce birikimlerine yönelik bir tepkiselliğini de açığa çıkarmaktadır. Ki meselenin aslında bir hâkimiyet ve mülkiyet meselesi olduğunu dikkate aldığımızda bu sorunun nasıl bir katmerleşme ile karşı karşıya kaldığı da açığa çıkarılmış olur. Sorun, herhangi bir meseleyi ele alırken tepkisel bir yaklaşıma pirim vererek onu değerlendirmeye tabi kılarken kendi haklılığını da inşa etmeye yönelik eğilim ve yönelimdir.
İşte modern çağda yaşayan müslüman zihin de bu tepkiselliği miras alarak kendi tarihsel kökenleriyle ve bugünü anlamlandırmada aynı yöntemi kullanarak bir çatışma alanı inşa etmekten kaçınamamaktadır. Bu ikili yapı, tabi ki tek başına varlık sahasına hâkim değil, ama öyle baskın karakter ki farklılıklara tahammül sınırlarını zorlamaktan da kaçınmıyor.
Tarihsel birikim ile gerçek anlamda bir yüzleşmeyi sağlamak, elbette ki bugünün müslüman âlim ve entelektüelleri için zorunlu bir yüzleşmedir. Ancak bu yüzleşmeyi sağlarken ötekileştirici bir dil ve yöntem üzerinden bunu yapmak tehlikeli bir noktaya doğru anlayışı evriltmektedir. Aynı şekilde karşı tezi savunanlarda benzer bir durum üzerinden ötekileştirerek onun kısmi doğrularını da göz ardı ederek noksanlaştırılmış bir yaklaşım üzerinden tarihsel birikimin yüceltilmesine yönelmektedirler. Her iki durumda ise kısmi doğrulara rağmen çıkan sonuç yanlışa kapı aralamaktadır. İlki, ötekileştirici tutumun doğal sonucu hep bir noksanlık ve eksiklik ile malul olmaktadır. Bu her iki tutumun da sabit özelliği olmaktadır. İkincisi, her iki tutumun da yöntem sorunu oluşmaktadır. Yenileme ve tarihsel sürekliliği sağlama gibi bir yaklaşım devre dışı tutulduğu için gerçeklikle yüzleştiğinde yeni sorunlara neden olmaktadır. Üçüncüsü, tarihsel birikime yönelik eleştiriyi, tarihsel yoksunluk olarak tasarımlandığında ise meydana gelen tarihsel kopukluğun sağladığı vasat üzerinden modern olana yönelimi gerçekleştirerek dinin doğasına yönelik bir şüpheyi inşa ederek zihinleri işgale zemin oluşturmaktadır. Dördüncüsü ise geleneğin kutsanması bağlamında tarihte kalma/anakronik bir durum oluşturarak güncele hitap etme niteliğini kaybettiği için ibadetlerin ruhu kaybolmaktadır. Benzer bir durum; ibadetin hikmeti ve kuralları bağlamında yaşanan tarihsel tartışmada da ortaya çıkmaktadır. Ama asıl olması gereken ise; hikmet ve kurallar bir bütünlük içinde birlikte var oldukları zaman müslüman şuurunu gerçekleştirdiğidir. Bu durum aynı şekilde bugün tarihsel müktesebat ile karşı karşıya kalındığında ele alınması gereken tavrında neye tekabül etmesi gerektiğini ilzam eder.
Bu durumda bir yöntem arayışı kaçınılmaz hale gelmektedir. Hem tarihsel müktesebatı ele alırken ret ve kabul üzerinden değil, anlama üzerinden yeni bir yönteme işaret etmelidir. Bunun içinde gerekli olan şey; ret ve kabul şartlarını değil, anlama şartlarını inşa edecek bir yöntemin varlığının elzemliliğidir. Etki ve tepkinin meseleyi sağlıklı bir zeminde anlaşılmasına yönelik bir engel oluşturduğu bilinmektedir. Anlamayı öncelemek meseleyi anlamayı sağlaması bağlamında aslidir. Tepki, doğal olarak bir refleksi öne çıkardığı için meseleyi olduğu gibi görme imkânını ortadan kaldırır. Bu yüzden anlamak ise meseleyi olduğu görme açısından tek seçenek olarak önümüzde duruyor.
Şimdi meseleyi ele alırken modern düşüncenin etkisinde hareket eden ve adına modernist İslami düşünce denilen düşünme biçiminin tarih ile kurduğu sorunlu ilişkinin mahiyetini daha rahat bir şekilde tartışmalım. Tarihsel bir birikimi ele alırken, onun mahiyet ve varlığını aynı bütünlük içinde anlamlı bir şekilde anlamaya çalışmanın zorluğu, varlığı baskın karaktere dönüşmüş modern düşüncenin tesirinde kalan bakış için çok zor bir durum olduğu bilinir. Çünkü modern düşünce daha somut, daha akli ve daha kesinleştirilmiş bir bakışa ihtiyaç hisseder. Bütünlük ise tam tersi, daha sezgisel ve daha soyut bir idrake ihtiyaç hisseder. İşte bu tezatlık ikili yapının birbirine yönelik ilgisinde zaaflar oluşturmaktadır. Dolayısıyla tarihsel müktesebata yönelik eleştirel tutum, bu modern etki üzerinden gerçekleştirildiğinde biçimi/varlığı eleştirerek ruha/anlama yönelik bir tepkisellik ile açığa çıkmaktadır. Çünkü biçim ve varlığın yetersizliğine kani olunmuş ve değiştirilmesi şartlar içinde tasarımlanmıştır zaten! Bu yaklaşım, doğal olarak biçimi reddederken ruha/anlama yönelik bir arayışı öne çıkarmaktadır. Fakat bu ruh, yeniden biçime kavuşturulması elzem olanı işaret eder. İşte sorun burada açığa çıkmaktadır. Yeni biçim inşa edilirken doğal olarak tarihsel olana yönelik verilen tepkisellik yüzünden devre dışı kalmış tarihsel varlık ve biçim yeni bir varlık ve biçimi kabul edecek düzeyde yeniden tasarımlanmaktadır. Bu da dinin bizzat kendi doğasına yönelik bir ilgisizliği ve zaafı işaret ederken, aynı zamanda Müslümanlar arasında da farklılığı ve çatışmayı zorunlu hale getirmektedir. İşte son iki yüzyılın hikâyesinin bir kısmı burada açığa çıkmaktadır.
Meselenin ikinci boyutu olan, ruhu kaybolmuş bir tarihselliğin biçim ve varlığını işaret ederek, ruhun kayboluşuna yönelik itirazları yok sayarak tarihi kutsamak ve tarihte kültür olarak inşa edilmiş varlığı ve biçimi bütünüyle kabullenip kültürü dinin yerine ikame etmek, sorunu farklı bir bağlamda derinleştirmeye yaramaktadır. Modern eleştiriye, tarihe sığınarak cevap üretmek ve bu cevabı eskinin anlamı üzerine değil de biçimi üzerinden yapmak başka sorunlara kapı aralamaktadır. İlki, bu yaklaşım, değişimi ve değişimin mihveri konusunda etkisiz kalmaktadır, doğru bir değişim yöntemi ve bakışı geliştirmekten uzaklaşmakta ve müslüman zihnin uyanışını ve dirilişini geciktirmekten başka bir seçenek bırakmamaktadır. Dirilişe yönelik her yaklaşım, peşinen mahkûm edilerek, farklılıkları monist/tekçi bakış içinde eriterek doğrunun kaybına neden olmaktadır. İkincisi, din ve kültür arasındaki bağı sahici olmaktan çıkartarak kültürün dinin yerine ikame edilmesine zemin oluşturarak dine yönelik zihinde oluşabilecek istifhamlara/sorulara kaynaklık etmektedir. Bunun örneklerini bugün bolca görebilmekteyiz. Üçüncüsü, modern kültür ve düşüncenin ürettiği yeni sorunlara yönelik dinden hareketle yeni bir öneri veya çözüm önerisi yanında alternatif bir bakış oluşturma zeminine dair arayışı zaafa uğratmakta ve eskiyi olduğu gibi kabullenerek aslında yeniliği ve olması gereken makul değişimi imkânsız kılmaktadır. Bu çok temel bir sorun olarak önümüzde durmakta ve İslam’ın temel ilkelerinin yanlış anlaşılmasına zemin oluşturmaktadır. Örneğin, yakın tarihte Müslümanların katledilmesinin zemini inşa edilerek bir grup müslüman, kendi dışında kalan Müslümanların kendileri gibi düşünmemelerini işaret ederek onları müslüman olmaktan çıkararak katledilmelerine fetva verebilmektedir. Ki bu tarihte Müslümanların ana gövde hareketi bağlamında asla kabul edilemez olanı işaret eder. Dördüncüsü ise, Müslümanların birliklerine yönelik ciddi bir tehdit oluşturmakta ve Müslümanların siyasal egemenliklerine yönelik bir tehdide dönüşmekte ve müslüman dünyasının batı hegemonyasına yenik düşmesine zemin oluşturmaktadır. Çünkü Müslümanların vahdetini bozan bu ikili yaklaşım, siyasal işgale zemin oluşturarak Müslümanları işgal edilmiş topraklara sahip olmakla birlikte, işgal edilmiş zihne de yönlendirmektedir. Beşincisi ise, bu çatışma, ötekileştirme ve tarihsel varlığa mahkûm olma yüzünden bugün ile sahih ve sahici bir bağ kurma imkânı kalmamakta ve anla irtibatı kaybeden müslüman zihin, ya an’a teslim olmakta veya an’dan dışarıda kalarak an’dan kopuk yaşamak zorunda kalarak mevcudiyetini kaybetmektedir. Bu durum hem ruhu hem bedeni yaralamakta ve Müslüman’ın yokluğuna neden olmaktadır.
Çözüm nedir?
Öncelikle bu ikili tutumu içeren tepkiselliği ve ötekileştirici dili bir tarafa bırakarak anlamı öncelemektir. Bu bize zihni bir vasat temin eder. Anlamayı önceleyen bu yaklaşım, ayrıca din ve kültür arasındaki farkı, dengeyi ve uyumu anlamayı sağlar. Böylece dinin lehine olan değişimin ilkelerini tespit ederek kültürde kalması gereken ve değişime açık olan boyutları daha sahici bir zeminde konuşulabilir, tefekküre konu edinebilir hale getirir. Yöntem ise ruhun neliği meselesini, ilkeleri sağlıklı ve sahih bir şekilde sağlama almaktır. Bunu inşa edecek yöntemin ise, tarihsel sürekliliğini sağlamış, üzerinde ittifak oluşturulmuş bir yöntemi dikkate alarak yeniden kurma çabaları sonucu elde edilen olmalıdır. Bu noktada son olarak yapılması gereken ise; İslam düşüncesinin tek - tek disiplinlerini ayrı - ayrı yorumlamak yerine bütünlüğüne yönelik bir perspektifi yeniden düşünmek ve ruhunu bugünün anlamını inşa edecek düzeyde bir dile sahip kılmayı irade ve eğilimine sahip olmaktır.
Yukarıdan itibaren söylediğim şeyler aslında öyle çok çetrefilli şeyler değil, farklı bakış ve sözlerle ifade edilmiş şeyler olduğunu biliyorum. Ben bugüne ve diline yönelik bir sesleniş olarak söze getirmek istedim…
Müslüman an’larını müslüman olarak yaşamak isteyen olmalıdır. Bu isteğini yerine getirmek için an’ı müslümanca düşünmekle sorumludur. Bu sorumluluğunun altında ezilmeden onu yerine getirmek için ise kendi hürlüğünü her türlü çatışmanın ve ötekileştirmenin dışında konumlandırmalıdır. Yani hür olmak bir başka esarete düşmek değil, tüm esaretlerden kurtulmayı hedef kılmaktır.
Henüz yorum yapılmamış.