Sosyal Medya

Türkiye’nin çevresindeki gerilim hatları: Potansiyel çok boyutlu Yaratıcı Yıkım

ABD ve Çin arasındaki ticaret “savaşları” olarak isimlendirilen söz konusu ticaret görüşmeleri ya da yeniden düzenlemesi, içinde bulunduğumuz dönemde hem Ortadoğu coğrafyasını hem Uzak Asya coğrafyasını hem de Avrasya kuşağını çok boyutlu olarak etkisine alacaktır ve bu etki, önümüzdeki dönemde de jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik bileşenleri ile şiddetlenecek ve ülkemizin etrafında var olan “yüksek gerilim hatlarını” besleyecektir.



ABD-Çin arasında 13 Aralık 2019 tarihinde imzalanması beklenen ve uzun-dönemli bir ticaret düzenlemesi olarak tasarlanan Ticaret Antlaşması’nın birinci aşaması, yani Faz-1 şeklinde nitelenen kısmı, yaklaşık bir ay gecikmeli de olsa 15 Ocak 2020tarihinde imzalanmıştır. Uluslararası medya kuruluşları tarafından ticaret “savaşları” olarak isimlendirilen söz konusu ticaret görüşmeleri ya da yeniden düzenlemesi, içinde bulunduğumuz dönemde hem Ortadoğu coğrafyasını hem Uzak Asya coğrafyasını hem de Avrasya kuşağını çok boyutlu olarak etkisine alacaktır ve bu etki, önümüzdeki dönemde de jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik bileşenleri ile şiddetlenecek ve ülkemizin etrafında var olan “yüksek gerilim hatlarını” besleyecektir.
 
Türkiye, bu durum karşısında nasıl bir strateji tasarlamalıdır? Yaratıcı Yıkım Teorisi çok boyutlu ele alındığında bu sorunun cevabına dair önemli ipuçları vermektedir. Bu boyutlar İktisat, Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Bilimi’nin içerisinden meydana çıkmaktadır. Şöyle ki, aşağıda biraz daha detaylı eğileceğim Yaratıcı Yıkım Teorisi asıl olarak İktisat Bilim dalının iktisadi büyüme teorileri bünyesinde 1942 yılında J.Schumpeter tarafından tanımlanmış olmakla birlikte kavramsal çerçevesi itibarı ile 2000’lerin başından itibaren çok geniş bir uygulama alanı bulmakta ve Siyaset Bilimi ile Uluslararası İlişkiler ekseninde jeostrateji perspektifi1 olarak kullanılmaktadır.
 
Böylelikle incelemeye üç bilim dalını da ilgilendiren şöyle bir soru ile başlayabiliriz: Peki ABD ile Çin arasındaki ticaret görüşmeleri nasıl olur da bölgemiz ve ülkemiz için bu şiddette ve kapsamda etkilere sahip olabilir? Ülkemizi merkeze alıp, bu soruyu sormak, şu an itibarı ile ülke gündemini meşgul eden, Afrika-Akdeniz-Kafkasya hattındaki hamlelerimiz, İran-ABD-Irak gerginliği, NATO’nun son toplantısı ile yeni tehdit konumlanması, Rusya ile birden fazla coğrafyadaki değişken ilişkilerimiz başlıkları altında toplayacağımız çok yönlü alanlara evrilen politika eksenlerimizi aydınlatmada ve gözden geçirmede başlangıç noktamız olacaktır.
 
 
Hantal ekonomik katmanlar
 
O halde, bu sorunun yanıtlarından ilki iktisadidir; bu yanıt antlaşma sağlanan Faz-1’de değil, önümüzdeki dönemde gündeme gelecek Faz-2’nin çerçevesinde saklıdır. Şöyle ki, Faz-1 ABD ile Çin arasında gerçekleşen orta-teknolojiye sahip ürünler ile tarım ürünleri ticaretinin, bu iki ülkenin toplam ticaret hacminde yeni bir ağırlıklandırmaya tabi tutulmasını öngörmektedir. Öyle ki bu ürünler gelişmiş ülkelerin bir bakıma “eskimiş kabukları” şeklinde tabir edebileceğimiz hantal ekonomik katmanları ile ilişkilidir. Öte yandan Faz-2, sürücüsüz ulaşım araçları, yer-uydu haberleşme sistemleri, endüstriyel-elektronik temelli ve her alanda kullanım imkanı bulacak robotik teknolojisi, yapay zeka geliştirme çalışmaları vb. konuları kapsamaktadır. Peki Faz-2 neden bir sorun teşkil edecektir? Bu soruyu yanıtlamak için İktisadi bir kavramdan faydalanacağız. “Yaratıcı-Yıkım” kavramı ile ilişkili olan bu kavram “Adım-adım yenileşme” ismini taşımaktadır ve 1997-2001 dönemindeki öncü çalışma-matematik modelleri ile P.Aghion-P.Howitt tarafından İktisadi büyüme teorisine kazandırılmıştır.2
 
“Adım-adım yenileşme” uyarınca, “cutting-edge” olarak nitelediğimiz bilgi ve ona ilişkin teknolojiyi, yani bilginin günümüzde erişilebilen son sınırı ile şekillendirilen teknolojiyi kullanan sanayi sektörlerinde rekabet eden firmalar bu teknolojiyi “adım-adım” geliştirdikleri için birbirlerini piyasadan silemez ve fakat rakibin pazar payındaki ağırlığını azar azar değiştirirler. Şöyle ki, bu oranlar açısından bakıldığında bu tip sektörlerde yarışan firmalar ya lider-takipçi ya da başabaş konumda olurlar. Bunun için basit örnek verebilirim: “Adım-adım yenileşme” günümüzde akıllı telefon piyasasında gözlediğimiz, Apple, Samsung vb. firmaların içinde bulunduğu rekabet sürecini tanımlar ve bunun da her adımı patent koruması altında yürütülmektedir. Bu yarış ya sektör içerisindeki firmalardan birisinin ya da sektöre dışarıdan girecek olan yeni bir firmanın yapacağı ve ilk kez gerçekleşen yıkıcı tipte bir yenilik piyasaya çıkana kadar sürüp gider. Yıkıcı-yenilik piyasa çıktığında artık mevcut piyasa ortadan kalkar ve yeni özellikleri ile yeni bir piyasa vücuda gelir, piyasa evrilmiş olur. Var olanı yıkıp, yenisini vücuda getirdiği için bu duruma da “Yaratıcı-Yıkım” ismini veriyoruz. 15 sene önce Nokia’nın liderliğini yaptığı mobil telefon piyasasına akıllı telefon icadı (Iphone’un ilk modeli) ile giren Apple firmasının, bu piyasayı tamamen yıkıp-yenilemiş, rakiplerini de piyasadan silmiş olması buna örnek olarak verilebilir. Yüksek rekabet altında her bir sektörde firmaların bu şekilde “yenilik” üretme motivasyonu olacağı muhakkaktır. Bu “Adım-adım yenileşme” süreci ve bu süreç içinde açığa çıkan yeni bilgi ve yeni teknoloji’nin “birikmesi” ile meydana gelen “Yaratıcı-Yıkım” sürecinin ardışık devamlılığı göz önüne alındığında da o ülkenin ekonomik büyümesinin asıl itici gücünün sanayi sektörlerinin her birinde meydana gelen bu “yıkım-yeniden inşa” döngüsü ile yaratılan birim çıktıların ülke bazlı toplamı olduğu açıkça görülmektedir. ABD-Çin arasında gerçekleşecek olan Faz-2 görüşmeleri işte yukarıda açıkladığımız kavramsal çerçeveye oturmaktadır. Şöyle ki, Faz-2’yi gündeme getirerek ABD, Faz-2’nin kapsamına giren ve yukarıda örneklerini verdiğimiz, bilginin son sınırına gereksinim duyan, patent koruması altında olan teknoloji ürünlerinde Çin’in piyasalarını uluslararası hukuki temelli rekabete açmasını ve Çin hükümetinin bu piyasaları desteklemesinin önünü kesmeyi amaçlamaktadır. Şimdi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler’i çerçevesine alan ikinci bir soru soralım: ABD niçin böyle bir strateji benimseyerek Çin’i Faz-2’ye zorlayacaktır? Yanıt Faz-2’in kapsamı ile ekonomik büyüme ilişkisinde gizlidir. Şöyle ki, yukarıda açıkladığım, “Adım-adım yenileşme” ile “Yaratıcı-yıkım” ardışık süreçleri ile gerçekleştirilen yeni ekonomik büyüme modelini Çin son 17 yıldır çok başarılı şekilde uygulamıştır (Çin’in uyguladığı büyüme stratejisinin detaylı analizini başka bir çalışmaya bırakmak uygun olur). Bunun göstergesi olarak şu bilgiyi paylaşabiliriz: ABD 2003 yılında Irak işgaline başladığı zaman ABD’nin GSYIH’si Çin’in GSYIH miktarının tam tamına sekiz katı iken, bugün iki ülke GSYIH’si arasındaki oran yaklaşık 1,3 katına kadar düşmüştür ve iki ülke artık her sektörde başabaş yarış içine girmişlerdir. ABD’nin Çin’i masaya zorladığı ticaret görüşmelerinin Faz-2 ile ortaya çıkan nedeninin Çin’in ekonomik büyümesini yavaşlatmak, kendi ekonomik büyümesini de hızlandırarak farkı tekrar açmak olduğu anlaşıldığına göre, bu iki ülkenin iktisadi büyüme stratejisinin nasıl olup da içinde bulunduğumuz coğrafyadaki aktörlere yansımasının jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik “yüksek gerilim hatları” meydana getirdiğini ve aynı zamanda bunun da bölgemiz ile birlikte bizi de içerisine alan yeni bir paylaşım mücadelesi şeklinde kendini gösterdiğini incelemek gerekmektedir.
 
Asıl hedef İran rejimi değil
 
 
Şöyle ki,1990’ların sonundan itibaren ABD’nin uygulamaya koyduğu Küresel tek güç olma stratejisi temel olarak Yaratıcı Yıkım Teorisi’nin Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler uygulamasıdır. Bunun bir strateji olarak uygulandığının bir delili de ABD’nin savunma sanayii için ayırdığı bütçenin son 20 yıllık yüksek artışlı seyridir. Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile ortadan kalkmış olan fiziksel sınırların ötesine geçerek, Avrasya–Uzak Asya ile Ortadoğu ve Körfez doğrultularını tarayarak yerleşmeyi amaçlayan ABD bu amacına ulaşmak için kabiliyetlerine göre bölgesel güçler ve bölgesel referans ülkeler ile işbirliğine gitmiş, onları yönlendirmiş, bazı ülkeleri ise işgal etmiştir. Her iki durumda da ABD kendisinin geliştirdiği ve refahını meydana getiren demokrasi temelli modern kurumsal yapıdan ve bunun bilgi birikiminden söz konusu ülkeleri yararlandırmayı bugüne kadar tercih etmemiştir. Bunun doğal bir neticesi olarak da söz konusu bölgelerdeki insan topluluklarını, her ne kadar bu topluluklar bir devlet bayrağı altında belirli sınırlar dahilinde yaşıyor olsalar da sahip oldukları ortak yaşama ait bilinç seviyesi modern vatandaşlık kavramından daha evvel oluşmuş kavramlar ile şekillenmiş olduğu içindir ki, birbirleri ile uzlaşmazlığa yönlendirebilmiştir, hala da yönlendirebilmektedir. İşte bu uzlaşmazlık, kontrollü olarak “yıkıma” götüren en temel aşamadır. Günümüzden örnekler olarak; sınır uzlaşmazlıkları, Ortadoğu kökenli Sünni-Şii uzlaşmazlığı ve ikisinin alt grupları arasındaki uzlaşmazlıklar, daha başka mezhepsel vb. uzlaşmazlık tipleri sayılabilir. Bu uzlaşmazlık tipleri bir ülke sınırları dahilinde olabildiği gibi, ülkeler arasında da vuku bulabilir: Balkan ülkeleri arasındaki uzlaşmazlıklar, Güney Kore- Kuzey Kore uzlaşmazlığı, Rusya ile Ukranya’nın uzlaşmazlığı vb. gibi. Aynı tür sorunların Avrupa’da geçmişte Ortodoks, Katolik vb. arasında yaşandığını biliyoruz. O halde “yıkım”ın oluşabilmesi için iki gerek şart sayabiliriz: i.) Var olan ortak bilinç zemininde yer edinmiş bir veya daha çok tür karşıtlık, anlaşmazlık ve uzlaşmazlık bulunması lazım gelmektedir. ii.)Bu uzlaşmazlıkları yaşatacak grupların, kavimlerin, toplulukların ve de bunların ağırlıklandırılmış izdüşümü olan meclislerin ve onunla orantılı hükümetlerin, ve/veya buna ilişkin çoklu hukuk sisteminin vb., daima mevcut olmaları gerekmektedir. “Yaratıcı-Yıkım” stratejisinin çalışmaması için yeter şart ise, modern vatandaşlık kavramı üzerinde bina edilmiş, demokratik, öngörülebilir yani kanunlar ile tanımlı kurumsal yapıların varlığı olduğu kolayca görülebilir. İki durum arasındaki fark “bütün olamayan derleme” ile “bütün” arasındaki farktır.
 
Yıkımın, altyapısı itibarı ile nereden kaynaklandığı anlaşıldığına göre, yıkım sonundaki yenilenme nasıl gerçekleştirilmektedir? Bu yenilenme genellikle uluslararası meşruiyet aranarak Birleşmiş Milletler ya da NATO şemsiyesi ya da bu ikisinin alt gruplarından müteşekkil bir kümenin gözetimi altında söz konusu uzlaşmazlıkların “geçici” olarak sükunete erdirilmesi, yani yukarıda sözünü ettiğim ve yıkımda temel oluşturan ağırlıklandırmanın tarafların değişen çıkarları doğrultusunda güncellenmesi ile olmaktadır. İlgili insan toplulukları açısından bakıldığında ise bu “geçicilik” bir sonraki “yıkım”ı beklemek anlamına gelen bir döngüdür.
 
Ülkemizin etrafındaki “yüksek gerilim hatlarını” ve bu hatları besleyen etkenleri incelemeye ABD-İran ve ABD-Irak gerginliklerinden başlayalım. İran ve Irak’ın ortak özellikleri ekonomik çıktı tipi ve bu ekonomik çıktının da hangi ülke tarafından büyük ölçüde ekonomik girdi olarak kullanıldığıdır. İran ve Irak enerji ihracatçısıdır ve en iyi müşterileri de Çin’dir. Çin’in ekonomik büyümesini yavaşlatmak için enerji darboğazı yaratmak gerekebilir. İki hafta kadar önce İran ordusuna mensup yüksek rütbeli birçok subayın Irak’ta ABD tarafından bombalanmasını yukarıda izah ettiğim çerçeveden ele aldığım zaman, ABD’nin İran rejimini doğrudan hedef almadığını, ileride “yıkım”ın gerçekleştirilmesi için rejimin “şimdilik” yerinde kalması gerektiğini, ancak bazı “davranışlarının değişmesini” istediği sonucunu çıkarabiliyoruz: i.) Çin ile enerji işbirliğine son vermek, ii.) Kuşak-Yol projesi kapsamında Çin ile altyapı-üstyapı projeleri temelinde işbirliğinin yavaşlatılması, iii.) Lübnan ile İran-Irak fiziksel ve fiziksel olmayan bağlantılarının kesilmesi.
 
Rusya’nın pozisyonu
 
 
Öte yandan ABD-Irak gerilimine baktığımızda da benzer bir tablo gözükmektedir. Irak hükümetinin Çin ile Eylül 2019 tarihinde işbirliğine gitmesi gerilimin daha da tırmanacağının işaretidir.
 
Akdeniz’deki gerilim hatlarına baktığımız zaman ise birbiri ile ilişkisiz gibi görünen Libya’daki yerel grupların, toplulukların uzlaşmazlığı ile Doğu Akdeniz’de kıta sahanlıkları ve münhasır ekonomik bölge paylaşım mücadelesinde ülkelerin uzlaşmazlıkları ön plana çıkmaktadır. Ülkemiz her ikisinin de içinde yer almaktadır. Bu iki problemi birbirine bağlayan etken ise yine Çin’in enerji girdisini sağlayan Rusya’nın pozisyonudur. Rusya’nın şu an itibarı ile Küresel tek güç olmaya ekonomik, beşeri, kültürel kapasitesi henüz yeterli olmadığı için –hatırlamakta fayda var, kök yakınlığı olmasına rağmen eski Doğu Bloku ülkeleri kültürel çerçeve olarak Avrupa Birliği’ni tercih ettiler- İran’ın doğusu ile batısını ayıran bir hat tasarlarsak, bu iki kısımda (Afrika-Akdeniz-Orta Doğu ile Uzak-Asya) bölgesel güç olmak için strateji üretmektedir; ve iki kısım da bölgesel güç olduktan sonra, bu gücünün kümülasyonu ile Küresel güç olma yönünde ilerleyebileceğine dair gerçekçi bir bakış açısına sahiptir. “Yaratıcı-Yıkım” açısından değerlendiğimde Rusya ile Türkiye’nin yukarıda işaret ettiğim batı kısmında birbirinin etkilerini söndüren iki bölgesel aktöre dönüşmüş olmaları bu iki ülkenin kazançlarını minimize ederek, diğerlerinin kazançlarını da maksimize eder. Şu an itibarı ile Libya, Suriye ve Doğu Akdeniz’den oluşan toplam düzlemde gözlemlediğimiz durum budur. Benzer şekilde, Türkiye ile İran da İran’ın henüz modern devlet anlayışına erişmemiş olmasından dolayı, Suriye ve Irak’ta birbirinin etkilerini ve dolayısı ile kazanımlarını nötrlemektedir. Benzer bir örnek:İran-Irak Savaşı’nda sekiz yıllık sürecin gözlenebilen kazancı nedir diye sorulduğu zaman, İran ve Irak hükümetlerinin herhangi bir kazançtan bahsedebilecekleri düşünülemez, çok boyutlu kayıplarını ise sayamayız.
 
“Yaratıcı-Yıkım”’ın sürdürülebilmesi için gerek ve yeter şartın ise bölgesel güç ve bölgesel referans ülkeler dediğimiz yardımcı aktörlerin etkilerinin, onlar her ne zaman karşı karşıya gelseler kazanımlarını nötrleyecek şekilde bir jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik düzlemde bulunmalarını sağlamak olduğu anlaşılmıştır.
 
Çin’e rağmen sürdürülebilir mi?
 
 
O halde, son soru şudur: ABD’nin uyguladığı bu “Yaratıcı-Yıkım” stratejisi, Çin’e reğmen sürdürülebilir mi? İşte burası etrafımızda yer alan en tehlikeli gerilim hattının geçtiği noktadır. Çünkü, i.) Çin “Kuşak-Yol” projesi ile ABD’nin 2003’ten beri uyguladığı yukarıda anlattığımız stratejinin tam zıddını uygulamaya koyarak, bölge ülkelerine “Biz sizin uzlaşmazlıklarınızla, ayrılıklarınızla, devlet yönetim şeklinizle, kültürel birikiminizle uğraşmıyoruz ve onları değiştirmeye çalışmakla vs ile ilgilenmiyoruz. Biz bütün bunlarda bir alışveriş yapılabileceğini öngörüyoruz” demektedir. İşte bu zıt bakış açısı, bölge ülkelerini Çin’e yaklaştırmaktadır. ii.) İktsadi olarak izah ettiğimiz şekilde ABD, Çin’i Faz-2 ile sıkıştırmakta iken Faz-2 çerçevesine giren yeni ekonomik büyüme modeli ile Çin ürettiği mallara yeni pazarlar bulmak zorunda olduğu için bölgemize yönelmekte ve enerji-mal değiş tokuşu başta olmak üzere çeşitli işbirlikleri sunmaktadır. iii.) “Yaratıcı-Yıkım”ın sürdürülebilmesi için ABD küresel tek güç olma perspektifinde silahlanırken, Çin tam zıddı stratejisi gereği parasını küresel silahlanmaya harcamamakta ve bölgesel olarak silahlanmaktadır.
 
Bu üç madde bize açıkça göstermektedir ki, ABD “Yaratıcı-Yıkım” stratejisini değiştirmez ise bu küresel tek güç olma mücadelesini kaybedecektir. Bunun önemli nedeni ise, Çin’in kurumsal yapısının modern demokratik devlet anlayışında olmaması, kurumlarının aksiyonlarının ABD tarafından öngörülemiyor olması ve dolayısı ile ABD ve hatta NATO’nun strateji üretmesinin çok zorlaşmasıdır.
 
Türkiye’ etkileri azaltılabilir
 
Ülkemiz açısından değerlendirdiğimde ise i.) “Yaratcı-Yıkım”ın ülkemiz içerisindeki etkilerini en aza indirecek politikalara yönelmeliyiz,ii.) Bölgesel hak arama mücadelemizde, hızlı karar alma ve uygulama daha verimli hale getirilmeli;Rusya, İran ve Irak ile kazanımları -birçok bölgede karşı karşıya gelindiğinde- nötrleyecek jeoekonomik ve jeopolitik hamlelerden kaçınılmalıdır, iii.) NATO’nun Çin’in artan nüfuzunun tehdit olarak algılanması üzerine çalışılarak, önümüzdeki dönemde uygulanacak stratejinin erkenden belirlenmesi gerekmektedir., iv.) Çin’in Kuşak-Yol projesi ile sanayi sektörlerimizin rekabet gücünü tamamen yitirmemesi, işgücünün niteliksizleşerek hem hizmetler sektöründe ek yoğunlaşmanın meydana gelmemesi hem de işsizliğin bu vesile ile daha da yükselmemesi için gerekli ekopolitik önlemlerin alınması gerekmektedir. Bu sonuncusu uzun soluklu bir çalışma olduğu için ivedilikle başlanılması gerekmektedir.
 
Müellif: Doç. Dr. Ata Özkaya / Galatasaray Üniversitesi
 
Dipnotlar
 
1-Zbigniew Brzezinski, 1997.The Grand Chessboard: American Primacy and Its Geo-strategic Imperatives.
 
2-Aghion P, Howitt P. “Endogeneous Growth Theory”. Cambridge, MA: MIT Press; 1998. Bu çalışmayı takiben ise şu çalışma hayata geçirilmiştir. Aghion, Philippe, Christopher Harris, Peter Howitt, and John Vickers. 2001. “Competition, Imitation and Growth with Step-by-Step Innovation.” Review of Economic Studies 68 (3) (July): 467–492.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.