Sosyal Medya

Makale

Çöp Adamlar Cumhuriyeti

Düşünün, sıcak bir yaz sabahı güzelce kahvaltınızı etmiÅŸsiniz. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte düşmüşsünüz yollara. Amacınız, bir haftalık güzel bir tatil yapmak. Arabanız altınızda; iÅŸiniz, derdiniz, tasanız arkanızda; asfaltı yeni dökülmüş yol önümüzde uzayıp gidiyor. Radyoda sevdiÄŸiniz sanatçı her kimse onun sesi, sol cam açık, dışarda hafif serin bir rüzgar esiyor, kolunuzu pencerenin canına dayamışsınız. Kısaca keyfiniz gıcır yanı! Sigaranızdan derin bir nefes alıyorsunuz ve izmariti fırlatıp atıyorsunuz. O da ne! Bir tabela iliÅŸiyor gözünüze: “Çöp Adamlar Cumhuriyetine HoÅŸ Geldiniz.”

Tabii ki bu bir hayal, kurgu, böyle bir tabela da yok elbette. Ama bu sizin bir çöp adamlar cumhuriyeti vatandaşı olmanızı engellemiyor. Åžimdi bazıları hemen yine dudak büküp, “Yahu, bu Çelebi’yi biz gelenekçi bilirdik bu sefer de çevreci takılıyor, ne iÅŸ?” diyebilir. Hatta bazılarınız daha da ileri gidip “Hocam, bu yaÅŸtan sonra çevre-ci mi olunur? Allah aÅŸkına, git köşende tesbihini çek” de diyebilirsiniz, memlekette demokrasi ve dolayısıyla söz hürriyeti var (mı?) O da ayrı bir yazının mevzusu. Sosyal medyada görüşünü beÄŸenmedikleri adamı iki dakikada parça pinçik ediyorlar...

Åžimdi dönelim bizim mevzumuza ve derviÅŸliÄŸimize. KardeÅŸim sizin yaptığınızı Molla Kasım bile yapmaz. Siz bari vazgeçin, insanları kategorize etme sevdasından. Bu yüzden Müslümanlığın birçok hayati deÄŸeri de gitme gidiyor, farkında deÄŸil misiniz? Sırf çevrecilere muhalefet olsun diye ortalığa sigara izmariti atmak, olmadı çöp kovası boÅŸaltmak nedir yanı? Muhalefet, birinin A dediÄŸine diÄŸerinin B demesi deÄŸildir ki. Bir ifadenin ya da eylemin kimin iÅŸine yarayacağı deÄŸildir, asıl olan doÄŸru olup olmadığıdır. Dostun ya da bizim tarafın hatırı, hakikatin hatırından âli olmasa gerek!

Televizyonların ana haber bültenlerinde bir ara, hangi kanalı açsanız, kapısına çöp kamyonu dayanmış bir vatandaşın "bırakın çöplerimi almayın" feryadına şahit olup hayrete düştüğünüz olmuştur. Hele bir tanesinin, "Bunlar milli servet, nereye götürüyorsunuz?" sözü üzerine yukarıda yazının başlığı olan cümle, uzun süre hafızamı meşgul etmişti. Sonraları istemeden de olsa o adama hak verdim. Hak vermenin birinci nedeni, ülkemizdeki ambalaj sektörünün trilyonlarla ifade edilen bütçesi ve dolayısıyla bazen ambalajın içindeki üründen daha pahalıya mal olduğu gerçeğiydi. Şimdi bu kadar çok para ödediğiniz ürünün şişesini, tenekesini ya da kutusunu nasıl kıyıp da atar insan? İkinci neden ise hepimiz için geçerli, çünkü şu veya bu şekilde doğayı kirletiyoruz. Doğa ise ortak kullandığımız bir ev değil mi? En masum olanımız çöplerimizi çöp sepetine boşaltıyoruz. Onları da belediye işçileri olan çöpçüler alıp doğanın çöplük haline getirdikleri bir köşesine yığıyorlar. Bizimse içimiz rahat, yataklarımıza uzanıyoruz. Evimizin içi temiz ya!

“Tüketim toplumunda ve özellikle ÅŸehirlerde çöpten kurtulmak mümkün mü kardeÅŸim?” diyenleriniz olabilir. Peki, ilk bakışta makul gibi görünen bu yaklaşıma teslim olmak doÄŸru mu? Köyden kente göç edenler, bir düşünün bakalım. Köyümüzde çöplük ne tarafa düşüyordu? Gerçi modern zamanlarda bu soruda anlamın kaybetti ama neyse kastımın anlaşıldığını umut ederek devam edeyim. “Åžimdi ÅŸehirli olduk, çöplükleri doldurduk” nakaratını söyleyip faturayı tüketim ekonomisine ve modernizme kesmek kolay. Zor olan istek ve arzularımızı dizginleyip, mesela israftan kaçınmak, alternatif düşünceler geliÅŸtirmektir. Söz gelimi kibrit çöpünden gemi, karton kutulardan bebek yapabilirsiniz… Eskiden peynir tenekelerinden balkonlarına çiçek saksısı yapanlara estetik gerekçelerle-müthiÅŸ sinir olurdum. Åžimdilerde ise gizliden takdir ettiÄŸimi, açıktan itiraf etmeliyim. Yalnız bir ÅŸartla; o tenekeleri bir miktar yaÄŸlı boya ile daha sevimli hale getirebilirsiniz.

Bir de çöp sorununun diÄŸer yönü var ki çok daha vahim. Tahmin edebileceÄŸiniz gibi israftan söz ediyorum. Türkiye’de çöpe atılan yiyeceklerle Afrika’daki açlık sorununu kalkacağını ben deÄŸil, istatistikler söylüyor. Lüks otellerde açık büfe artıklarını masada bırakanları geçelim bir kalem, ya siz muhterem kardeÅŸim, tabağın dibini sünnet olduÄŸu için ekmekle sıyırıyor musunuz? Yoksa görgüsüzlük olur diye öylece bırakıyor musunuz? Bunun bir “görgü” olduÄŸundan şüpheniz yok da kimden gördüğünüzü iyice bir düşünün bakalım.

Ersin GürdoÄŸan çevre kirliliÄŸini, “Ruhu (içi) kirlenen insanın, doÄŸayı (dışını) kirletmesi” olarak tanımlıyor. EÄŸer bu tanıma katılıyorsanız, ÅŸu soruya da cevap vermelisiniz: “Etrafımız neden bu kadar kirli ve ruhumuzla aramız nasıl?”

Evini süpürüp çöpünü halının altına dolduran ev kadını, kaldırımlara tüküren maganda, elinin yağını sildiÄŸi bezi ortalığa atan işçi, Üsküdar sahilini sevgilisiyle birlikte çekirdek kabuÄŸu istilasına uÄŸratan delikanlı, burnunu temizlediÄŸi kağıt mendili masanın üstüne bırakan sekreter, mektup zarflarını ve yazışmaları odanın ortasına fırlatan yönetici, çiÄŸnediÄŸi sakızı sahaya tüküren sporcu, kül tablasını pencereden kaldırıma boca eden ÅŸoför, ormanları naylon torba ve pet ÅŸiÅŸe denizine çeviren piknikçiler, meclisin tavanına çiÄŸ köfte yapıştıran milletvekili…

Sahi, siz hangi cumhuriyetin vatandaşlarısınız?

Mehmet Bulayır

Not: Bu makale, “Muhal ile Mümkün arasında” adlı eserden iktibas edilmiÅŸtir.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.