Sosyal Medya

Makale

İnsan Hakları Söylemine Aydınlanmanın Etkileri

Üç yaklaşımla tebarüz eden insan hakları algısı, teoride insanın önemine doÄŸal haklar vurgusuyla anılırken 17. Yüzyıldan itibaren, insan fıtratının ihtiyaçlarına ve eÄŸilimlerine uygun tarafıyla iÅŸlevsellik kazanır oldu. Modern döneme ulaşıncaya kadar insan hakları serüveni Avrupa tarihi içinde çeÅŸitli kırılmalara uÄŸradı.

Roma döneminde doÄŸal hukukun Hıristiyan teoloji ile kazandığı güç, devleti meÅŸrulaÅŸtırma açısından kullanılan önemli argümana dönüÅŸtü. Stoacıların söyleminin takipçisi olan Çiçero, doÄŸa yasasının tanrı tarafından onay gördüÄŸünü, bu görüÅŸe uymayanların itaatsizlik içinde olacaklarını belirtmesi, Tanrı Devleti vurgusunun anlaşılmasında açıklayıcı olmuÅŸtur.

Hıristiyanlığın Roma’yı mı yoksa Roma’nın mı Hıristiyanlığı dönüÅŸtürdüÄŸü sorusunun, ikinci şıkta ağırlık kazandığı, yaÅŸanan sosyoloji üzerinden de anlaşılabilir durum olarak karşımıza çıkar. İlk günah yükü olan insan doÄŸası ve yeryüzü devleti kötülüÄŸün simgesi haline gelirken, doÄŸal hâl ve tanrı devleti iyiliÄŸin, kurtuluÅŸun imkânı olacaktır. Hıristiyan Orta ÇaÄŸ’ının güç temerküzünü ortaya koyan dinamik, kiliseyi devleti yöneten güç haline getirerek, bilgiyi, mülki tekelinde tutma ayrıcalığıyla, dini yorumlamayı yasakladı. İncil’i okumak ve yorumlamak kilisenin imtiyazına verilerek, ortaya konan görüÅŸlerin aksine her yorum cezaya müstahak kılındı.

Orta ÇaÄŸ Katolik mezhebi, çileci anlayışla halkın dünyada çektiÄŸi acı oranında ahirette ödül kazanacağı inancıyla devamlılığını saÄŸlarken, kilise maddi ve manevi açıdan derebeyleri ile iktidarı paylaÅŸan büyük bir güce dönüÅŸtü.

Orta ÇaÄŸ’ı anlamadan Aydınlanma’yı tanımlamaya kalkmak, yetersizlikle sonuçlanacaktır, çünkü Aydınlanma, Orta ÇaÄŸ’a karşı köklü bir reaksiyon olarak ortaya çıkmıştır. Rönesans hareketleri içinde burjuva sınıfı, insan haklarını kendi mücadelesinin miÄŸferi yaparak reform hareketleri üzerinden aydınlanmaya ulaÅŸtı.

Sosyal piramidin ters-yüz edildiÄŸi iki dönemi birlikte düÅŸünerek anlama ve insan haklarının iÅŸlevi açısından deÄŸerlendirmek daha isabetli olacaktır. Kilisenin katı otoritesiyle mahrumiyet ideolojisine dönüÅŸen Hıristiyanlığın Katolik uygulaması, soru iÅŸaretine dahi tahammül edemez durumdaydı. Haçlı savaÅŸları sırasında yaÅŸanan karşılaÅŸmalarda Müslümanların dinleriyle barışık yaÅŸadıklarını görmeleri, Endülüs’teki özgüven, Sicilya üzerinden izlenen geliÅŸme, sessiz sorgulamaya itici güç olurken, Kristof Kolomb’un Yeni Dünya’yı keÅŸfiyle hareketlenen ilginin, Kopernik’in güneÅŸ merkezli evren anlayışını öne sürmesiyle kilisenin yer merkezli tasavvurunun yıkılması büyük ÅŸüpheye kapı açmış oldu.

Luther’in İncil’i herkesin anlayacağını söylemesi ve dönemin matbaanın icadına denk düÅŸerek görüÅŸlerin yazılı olarak büyük kitlelere yayılması, kilisenin otoritesinin sarsılmasıyla, anlamaya, düÅŸünmeye, görüÅŸ beyan etmeye duran suskunluÄŸun arayışı baÅŸlamış oldu.

Åžüphesiz yeni ortam bir anda her ÅŸeyin doÄŸru anlaşılmasını saÄŸlamıyordu. Özellikle geçmiÅŸe reaksiyon olarak baÅŸ gösteren geliÅŸmeyi yeni hataların beklemesi kaçınılmaz olacaktı.

Orta ÇaÄŸ büyük bir suskunluk, negatif yükleme olarak ele alındığında, aynı sosyal enerjinin yeni ontolojik yapılanmasıyla deÄŸiÅŸik sapmalarla tezahür edeceÄŸinin habercisi gibiydi.

Floransa merkezli baÅŸlayan Rönesans hareketleri sanattan, düÅŸünceye, yasaklı dönemlerin açığını kapatırcasına teoriden pratiÄŸe yansırken bütün Avrupa’yı tesiri altına aldı.

Kilisenin etki alanının daraltılma sürecine girmesi ve herkesin İncil’den hüküm çıkarması, Protestan mezhebinin oluÅŸmasına zemin hazırladı. Katolik çileciliÄŸin ahiret adına dünyayı iptal ederken, Protestan mezhebi dünya adına ahreti önemsizleÅŸtiriyordu. Tanrı’nın kendi nimetleriyle insanın mutlu olmasını, güler yüzlü ve cenneti dünyada kurmasını öneren yeni mezhep, geçmiÅŸten tam bir kopuÅŸun ifadesiydi. Katoliklik ahiret mezhebi olurken düÅŸülen yanlışta, kilisenin ve dolayısıyla din sınıfının etkisine hizmet ediyordu. Protestanlık, açığa çıkan sosyal enerjiden dünyevileÅŸmesine öncülükle yeni orta sınıf burjuvazinin taleplerine imkân hazırlamış oluyordu.

GeçmiÅŸin her ÅŸeyi yasaklayan algısına reaksiyon olarak ortaya çıkan; “her ÅŸey mübah” anlayışı, yeni bir ontolojik tasavvuru kaçınılmaz kılıyordu. Manastır hayatıyla bir anlamda deney ve gözlemdeki tecrübenin sosyal hayata taşınması, tanrı, insan ve varlık tasavvurlarını temelden deÄŸiÅŸtiriyordu.

Akıl tanrının, bilim dinin yerine ikame edilirken, parça ile bütün arasındaki iliÅŸki parçalanmaya tabi tutuluyordu. Bilimin onayı olmadan bir ÅŸeyin doÄŸru olamayacağı kabuli ile ortaya çıkan aydın sınıfı, kilisenin rahiplerinin yerini almış oluyordu.

Batı’da yüzyıllara yayılan bu büyük sarsıntı, Avrupa’nın kendi öyküsü içinde deÄŸer görmesi gerekirken, içine düÅŸülen yanlışlıkla bütün medeniyetlere teÅŸmil edildi ve dolayısıyla dinlerin düÅŸünce öncesi karanlık dönemlere ait, insanın kendi korkularının üstesinden gelmek için icat ettiÄŸi olgulardan neÅŸet ettiÄŸi kanaatine varıldı.

Burjuva ve aydın sınıfının insan haklarını teorik olarak doÄŸal haklar algısından alarak, sürece paralel alarak sekülerleÅŸtirme çabası, kesintisiz sürdü. Burjuvazinin önünü açma iÅŸlevi insan hakları ve aydın desteÄŸiyle mümkün hâle geliyordu. On yedinci yüzyılda bunun göstergesi olarak, devletin gücünü paylaÅŸma adına yapılan çok sayıda sözleÅŸmeden bahsetmek mümkün. Öte yandan Merkantalist dönemde kendi çıkarını devletin çıkarı olarak telakki eden burjuvazi devleti altyapı hizmetleri açısından verimli olarak kullanırken, piyasanın elinde olmasından kaynaklanan avantajını, ileriye taşımadan imtina etmedi.

Tüm hareketlenmelerinde burjuva, insan haklarının önünü açacak mevzuatlara cevaz verecek esnekliÄŸi göstermesi için aydın iÅŸ birliÄŸiyle otoriteyi paylaÅŸtı.

On sekizinci yüzyılın sonlarına doÄŸru hızlanan teknolojik geliÅŸme; özellikle de motorun bulunması üretim-tüketim iliÅŸkilerini kökten sarstığı gibi, gemicilik ve dolayısıyla ticaret açısından yeni atılımları beraberinde getirdi. Teknoloji ile Batı, emperyalist iÅŸtahını Asya ve Afrika üzerinde acımasızca sürdürme imkânı elde etmiÅŸ oldu.

Batı’nın serüveni içinde Sokrates’le baÅŸlayan Platon ve Aristo’nun klasik felsefesi, Stoacılar ve EpikürcülüÄŸün doÄŸal hukuk öÄŸretisi, Roma döneminde Çiçero, Augustinus ve Aquinolu Thomas çizgisinde devam eden Hristiyan merkezli doÄŸal hukuk anlayışı, Aydınlanma düÅŸünürlerinin sekülerleÅŸtirme çabasıyla, siyasal iktidarı ve pozitif hukukun meÅŸrulaÅŸtırıcı iÅŸlevini derinleÅŸtirdi.

 

Ahmet Mercan

 

Not: Bu makale, “Adalet Arayışında İnsan Hakları” adlı eserden iktibas edilmiÅŸtir.

 

 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.