Sosyal Medya

Makale

Araf

Bu yazı, okuyanlardan bazılarının iliklerine, kemiklerine kadar hissettiği tanıdık bir duyguyu içermektedir. Bir kısmı için ne şimdi ne de gelecekte bir mana ifade etmeyecektir. Fakat okuyucuların bir bölümünün mutlaka kopyalayıp bir yerde saklaması gereklidir. Zira günü gelince hallerine tercüman olacağını, geçmişte bir zamanda yazılmışsa, illaki bunu yazan ve yazıldığı zamanda hislerine karşılık gelen insanların var olduğunu bilecekler, kendilerini yalnız hissetmeyecekler, umutlanacaklar ve belki de onları bulmak isteyeceklerdir.

Araf, arada kalmak halidir. Bu yazıdaki araf hali ise içerisinde ıstırap, umut, heyecan ve motivasyon taşıyan bir tabloyu ifade etmektedir.

İnsanların, bir kararda kalamayan; görünür-görünmez, bilinir-bilinmez, yapıcı-yıkıcı bir hareketlilikle, halden-hale geçen varlıklar olduğu bilinmektedir.

Arzularının, tutkularının, isteklerinin baskın ve belirleyici olduÄŸu bir dönemi yaÅŸarken, eÄŸer bir taraftan da onları olumlu olarak besleyen;  akletmelerine, yüzleÅŸmelerine vesile olan ÅŸahitlere/örneklere sahiplerse, bir müddet sonra hakikatten esintilerin olduÄŸu bir atmosfer onları, muhasebenin ve arayışın olduÄŸu bir sürece sokar. EÄŸer nasipliyseler bu süreçte arayışlarına destekler bulurlar ya da bir ÅŸaÅŸkınlık girdabına girerler.

Her durumda samimiyet ve istikrarla bu safhada ilerleyenlerin mecburi istikameti artık yerleşik her şeyi sorgulamak, yargılamak, eleştirmek olacaktır. Bu fazda, "bunlar olmaz, böyle olmaz" demek hali baskındır fakat "ne olmalı? nasıl olmalı?" sorularının sorulması ve cevaplanması henüz, pekte gerçekleşmemektedir. Ancak "böyle olmaz" demek hali bile, "bir başka biçimde olmalı" talebini, zımnen de olsa içerisinde barındırdığı için, bir dip arayış, bir gizli dua hükmündedir. Elbette her duaya, farklı form ve şekillerde bir icabet söz konusu olmaktadır, tabii ki samimiyet ve istikrarla mütenasip olarak...

Su üstüne çıkan arayışlar, hissedişler, fark edişler, buluşlar, bir sonraki safhanın seyriyle alakalıdır.

Artık mevcut hale yabancılaşma ve yeniden inşa süreci başlamıştır. Bu durum, sorgulayan, yargılayan, eleştiren, reddeden, öfkelendiren süreçlerden farklı işlemektedir. Doğal ve sakin bir seyirle; "bunlar değil" itirazına cevap olarak; "ne, nasıl, niçin" sorularının cevapları gelmeye başlamıştır. Cevaplar, şüpheleri izale ederler. Yeniden okumalar, anlamalar ve sistematize etmeler; öncelikle korkuları, kaygıları ve endişeleri ortadan kaldırmaya başlarlar.

En şiddetli biçimde eleştirip, yargılayanlar da bile, uzun zaman ve karmaşık süreçlerle oluşmuş, yerleşik kalıpların, çerçevelerin, doğruların, inançların, kabullerin ve ilişkilerin; sahih, bütüncül, yeterli, tutarlı olamayabileceği fikri ile yüzleşmek, ciddi korku ve kaygılar oluşturabilmektedir. Üstelik bir de bunlarla oluşmuş standartların, düzenlerin, alışkanlıkların, ilişkilerin terk edilip, daha doğrularının ikamesi düşüncesi dehşete düşürebilmektedir. Yani insanların öfkelenip, eleştirdiği yerleşikleri bir çırpıda bırakıvermesi çok da kolay değildir. Her daim dille söylemek, halle ikame etmekten kolay olmuştur.

Ancak bu safhanın bir hususiyeti olarak, tabii şekilde, insanların; zihin, ruh, karar, davranış, ahlak, şahsiyet, sosyal çevre, ilişkiler ve benzeri dengeleri yeniden kurularak; anlayarak, inanarak, ikna olarak bir yeniden inşa safahatine girmeleri mümkün olabilmektedir.

Korkular, kaygılar, endişeler ortadan kalkmaya başlayınca; sorulara, şüphelere cevaplar gelince; akıl, ruh, karar ve davranış mekanizmaları, fıtri çerçevesinde yeniden inşa olmaya başlayınca; sağlıklı bir perspektif, kararlar ve ilişkiler ortaya çıkmaya başlayınca, insanlar da dinginleşmeye ve bütüncül tatmin sürecine girmeye başlamışlar demektir. İşte araf süreci bundan sonra söz konusu olacaktır.

İnsanlar düzen içerisinde yaşamayı isteyen varlıklardır. Değişimin, yeniden inşanın gerektiği zamanlarda, kaos dönemleri yaşanır, zira kaoslar, değişimlerin lazım şartlarıdır. Ancak durumun hızla yeni bir düzen haline dönüşmesi icap eder. Çünkü insanlar çok uzun süre kaos ve karmaşa da yaşayamazlar.
Yargılama ve sorgulama safhasından, dinginleşme ve tatmin fazına geçen insanlarda bu kaos hali, bir araf olarak tezahür eder. Zihinsel ve ruhsal değişim; çevre koşullarının, yaşam evreninin, ilişkilerin, oluş ve olguların değişimine nazaran daha hızlı gelişir. Bu durumda zihinde ve ruhta bilinen, görülen, inanılan ve talep edilenlerle özdeş olmayan koşullarda yaşamak mecburiyeti doğar. Anlatılan süreçleri yaşayıp bu safhaya ulaşan insanlar, bir arafta yaşamak mecburiyetinde kalırlar. Yani görüp inandıklarına mugayir, kabul etmedikleri koşullarda...

Bu araf hali yaman çelişkileri ve zorlukları barındırmaktadır. Varlıkların hakikatini, eşyanın tabiatını bütüncül olarak fark etmeye ve cari gerçeklikleri bu perspektiften okumaya başlayanlar, dün; normal, doğal, mutlak, adaletli gibi gördüklerinin sebep olduklarını, ortaya çıkarttığı sonuçları, doğası/hakikati üzerinden görüp okuyunca, dayanması zor duygular yaşamaya başlarlar.

Bu arafta; gerçek okumalar-anlamalar, gerçek duygular ve kararlar, gerçek tavır ve davranışlar söz konusu olacaktır. Bu safhanın mecburi hali bunu gerektirmektedir; yani etkisiz, hikmetsiz ve edilgen bir durumda ve tutumda olunamaz. Hikmet sadece etkisiz, pasif tutum içerisinde olmamayı emretmez; aynı zamanda çevrede, yönetilemeyecek, güç yetirilemeyecek süreçlere yani fesat çıkmasına vesile olmaya da müsaade etmez.

Bir taraftan hakikatle çıplak yüzleÅŸme, diÄŸer taraftan çevre koÅŸullarını, hızla hakikat verilerine uygun olarak yeniden inÅŸa edebilmenin imkânsızlığı. Bir taraftan fıtri olmayanın bütün tahripkâr etkilerini en derinden hissetmek, diÄŸer taraftan zamana dayalı bir süreçte bu koÅŸullarda yaÅŸamak mecburiyeti...

İşte arafın bu koÅŸulları, hikmet ve hakikat çerçevesinde, güç yetirilip, yönetilebilecek ölçekte sistemlerin inÅŸasını mecbur kılmaktadır. Sistem fikri, mutlaka, devasa ve bizim koÅŸullarımızı ve imkânlarımızı aÅŸan bir algı oluÅŸturmamalıdır. Burada ontolojik iki faktör önümüzü açmaktadır.

Birincisi, yeryüzü boyutunda her ÅŸey bir sistemdir ve bu boyuttaki varlık âlemi sistemler sistemi olarak tarif edilebilir. Yani mikro ve makroda bütün unsurlar, sistemler olarak tezahür ederler ve çalışırlar. Sistemler birleÅŸir, üst sistemleri oluÅŸtururlar. Yani sistemler bir bütün ve birbirlerini etkileyecek biçimde çalışırlar. Her ölçekte, zamanda ve koÅŸulda yeni sistemler kurmak mümkündür.

İkinci faktör ise; "hak gelir, batıl yok olur" stratejik düsturudur. Yani bir sisteme, özgül ağırlığı yüksek olan unsur girince, özgül ağırlığı düşük olan sistemden çıkar. Hak olan özgül ağırlığı en yüksek olandır. Kısaca, hakikat verileri ile hikmet çerçevesinde ve imkân dâhilinde kurulacak her sistem, üst sistemdeki düşük özgül ağırlıkta olanların sistemden çıkmasını saÄŸlayacaktır. Bu doÄŸal, dengeli, fıtri ve hukuka uygun, yeniden inÅŸanın yegâne yöntemidir.

Elbette bu durum, arafta yaÅŸayanların, dayanılmaz koÅŸullara dayanabilmelerinin; kendilerine alan açıp doÄŸal yaÅŸam koÅŸulları oluÅŸturmalarının lazım ÅŸartıdır. EÄŸer sıkıntı ve zorluklar motivatör olarak nitelendirilmez; imkânlar dâhilinde özgün sistemler inÅŸa edilmezse; araf koÅŸulları cehennem misüldür, yakar, tüketir…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.