Sosyal Medya

Makale

Düşüncenin yapısal iki temel taşı: Kapsayıcılık ve derinlik

Herhangi bir düşüncenin nesnel bir eleştiriye tabi tutulabilmesinin şartı; içermediği bir olgunun, olayın, durumun ve düşünme biçiminin varlığıdır. Bu varlık üzerinden düşünce eleştiriye tabi tutulur ve onun zaaflarını veya eksik boyutunu tartışma zeminine taşıyabilir hale gelinir. Bir düşünceyi güçlü kılan şey geride bıraktığı şey değil, içerdiği şeyin çokluğudur. Bu yüzden dışarıda bırakmadan bir düşünceyi inşa etmenin zorluğu da aşikârdır.

Düşünceler, geride bıraktıkları için tanımlar yapar, iyi, kötü, çirkin, güzel, doÄŸru ve yanlış gibi… Daha çok olumsuz nitelemelere haiz tanımlar üzerinden bazı ÅŸeylerin dışarıda kaldığı görüşü ağırlık kazanır. Mesele de bu noktada açığa çıkar: bir ÅŸeyin iyi ve kötü, çirkin ve güzel, doÄŸru ve yanlış oluÅŸunun ilkelerini belirleme kıstasıdır. Bu kıstaslar düşüncelerin temel özelliklerini ortaya çıkarır ve böylece bir baÅŸka düşünce ile arasındaki farkı da belirlemiÅŸ olur.

Bir düşüncenin kapsayıcı bir bakış üzerinden hareket etmesi demek, olgular üzerinden bir değerlendirme yapıldığında, bu olgunun nötr oluşunu kabulü ve buna göre olguya yönelimin şiddeti üzerinden bir değerlendirme yapabilme gücü ve basiretini kuşandığı gerçeğidir.

Böyle bir düşünceye sahip olabilmenin imkânını oluÅŸturan ÅŸey, o düşüncenin dinamik bir karaktere sahip oluÅŸuna baÄŸlıdır. Dinamik yapı, sürekli bir hareketliliÄŸin ve her olguya yaklaşımda farklı bir açının varlığını kabulü esasına dayanır.

Bu, varlığın anbean yaratılışının gerçekleştiği düşüncesine sahip olmayı ve bu yaratılışta insan varlığının etkisinin gözlemlenebilmesine dayalı yaklaşımı da esas kılar. Varlık, sürekli yaratılırken bu noktada yaşamın nirengi noktası olan insanın varlığı ve bu yaratılış sürecine isteği üzerinden yaptığı katkı, olgunun oluşumunda birinci derecede amil olarak tanımlanır. Aslında insan, olgunun oluşumunda birinci derecede etkendir. İnsan, ya isteği üzerinden harekete geçer ve olguyu belirler, ya da Allah insanı imtihana tabi kılar ve olgu belirlenmiş olur. Bu belirlenime insanın tepkisi olgunun karakteristik yapısını belirler. Veya insanların birlikte ortaya koyduğu bir durum üzerinden olgu belirlenir hale gelir. Her halükarda olgu, insana içkin bir düzlem üzerinden betimlenir. Ve böylece insanın değişimi olgunun değişimini de içermektedir. Bu yüzden olgu insanla ilişkilendirilerek anlamlandırılabilir.

Bir düşüncede kapsayıcılık özelliğinin ortaya çıkması demek, o düşüncenin insana dair hallerinin kuşatılması anlamını taşımalıdır. Merkeze insanı aldığımızda ve insanı kuşatacak bir bakış açısı yakaladığımızda düşüncenin kuşatıcı bir özelliğe sahip olmasını sağlama konusunda bir ileri adım atabileceğimizi gösterir.

İnsana dair yaptığımız tanımlamalar, betimlemeler, yaklaşımlar, insanın bütünlüğünü hesaba katarak değerlendirilmeye alınmalıdır. Bu noktada parça bütün ilişkisi ve parçalarının toplamının bütünlük açısından bir eksikliği taşıdığı temel gerçeğini de dikkate almalıyız. Yani meselenin özü; parça, bir hakikati taşımaktadır. Ama bu hakikat, doğal olarak tanımlanmış bir hakikati içermektedir. Bütün, bir hakikati taşımaktadır. Ama bütün, hakikatin parçayı da kuşatan tamlığını işaret eder. Bu yüzden bir kuşatıcılık, ancak bir bütünlük bakışı üzerinden sağlanabilir. Zaten bir düşüncenin kapsayıcılığı, bu bütünlüğü eksiksiz bir şekilde temsil edebildiğinde sağlanmış olur.

Bütünlük, bu noktada parçayı içinde tutan, onu tanımlayan ve onun bütünlükle ilişkisini dikkate alarak o parçanın sürecini dikkate alarak yaklaşım geliştiren bir dinamiğe dayalı olmaktır. Bu noktada süreci dikkate alan bakış, hem bütünlüğü hem de kuşatıcı bir zemini inşa konusunda bir adım ileride sayılır. Tabii ki bütün bu söylenenlerin tam bir doğrulukla yapılabilmesi zor bir duruşu işaret eder. Düşünceler arasındaki tartışmalar ve farklar da bu süreç ile birlikte parça ve bütün tanımları ve ilişki nitelemeleri ile de alakalıdır.

Düşüncenin dinamik yapısını oluşturan esneklik ve sürekli değişim ile sabit duran temel ekseni arasındaki doğru bağı kurma arayışı bize düşüncenin kapsayıcı bir boyuta taşınabilmesinin zeminini işaret eder. Bunu doğru anlamının yolu ise kavramın anlam katmanlarının çokluğu ve bu çokluğu sağlayan esnekliğin varlığı üzerinden insan hallerinin değişim süratidir.

Bu noktada kapsayıcılık aynı zamanda soyutlanma kabiliyeti en üstte olan ÅŸeye tekabül eder. Soyutlanmanın zirvesi ise zaten hakikati temsil etme liyakati olan ÅŸeydir. Düşünce, soyutlanarak deÄŸiÅŸime uÄŸramayan veya direnen ilkeler elde eder ve bu ilkeler üzerinden bütün parça iliÅŸkisini kurarak süreci daha saÄŸlıklı bir ÅŸekilde kurmayı deneyecektir. Her soyutlanma aslında bir geniÅŸleme imkânını da sunar. Ve geniÅŸlemeyi saÄŸlayacak bir bakışa sahip olmayan düşünceler, kuÅŸatıcı olma özellikleri zarara uÄŸrayacaktır.

Derinlik meselesi tam bu noktada düşüncenin geniÅŸlemesinin nirengi noktasını belirlediÄŸinde anlamlı hale gelmektedir. Derinlik, hem kuÅŸatıcılığı hem de geniÅŸlemeyi saÄŸladığı gibi soyutlamanın da koruyucu özelliÄŸi haline gelir. Derinlik, düşünceyi, kavramı, sözü ve dolayısıyla olguyu sığlaÅŸtırarak daraltma üzerinden deÄŸil, derinleÅŸtirerek olgunun, düşüncenin, kavramın ve sözün hem zamanını hem mekânını uzatarak, geniÅŸleterek daha geniÅŸ bir zeminde tanımlama ve betimleme özelliÄŸidir. Sınırlı bir zeminde hareket ederek deÄŸil, sonsuzluÄŸu içerecek düzeyde harekete geçerek olgunun hakikatinin ortaya konmasına zemin hazırlar.

Derinlik, kuşatıcı olmanın temelini oluşturduğu gibi kuşatıcılık da derinliği zorunlu bir işleve dönüştürmekle yükümlüdür. Bu temel döngüsellik, düşüncenin mevut olanı değil zihinsel olabilecek ve hayal yetimizle de ilişkili durumları da içerecek bir düzlemi inşa konusunda şartları olgunlaştırdığı görülmelidir.

Bir kavramın içinde bulunduÄŸu sistem tarafından bir anlam ile taltif edildiÄŸi aÅŸikârdır. Her hangi bir kavram, sosyoloji de farklı, psikoloji de farklı, siyaset arenasında farklı, teoloji de farklı veya metafizik alanda farklı anlamlar alır. Bir kavram aynı ÅŸekilde bu sefer duygusal zeminde de farklı tanımlar alır: nefret duygusunda farklı, sevgi duygusunda farklı, kızgınlık zemininde farklı, sevinçli bir zeminde farklı, kötümser bakışta farklı, iyimser bakışta farklı anlamlara taşınabiliyor. Bu durum bize parçanın hakikatini anlamak için ÅŸartlarını doÄŸru bir ÅŸekilde tespiti zorunlu kılar. Böylece parça saÄŸlıklı bir ÅŸekilde ortaya konduÄŸunda bütünsel hakikat ile bağı da doÄŸru kurulur ve aslında bütün bu süreçlerde oluÅŸması gereken ‘itminan’ın varlığını saÄŸlar.

Derinliği sağlayacak olan şey; varlığın çokluğu ve yoğunluğu yanında çeşitliliği taşımasıdır. Ayrıca insan, hem derinlik bağlamında güçlü bir zemine sahip hem de kuşatıcılık bağlamında güçlü bir zemine sahiptir. Örneğin, insan için mikro kozmos, kozmos içinde makro kozmos tanımı kullanılabilmektedir. Bu da hem insanın hem kozmosun kopmaz bir bağ ile birlikte bir hayatı paylaştıkları açıktır. Bu açıklık, insanın sonsuzluğun içinde yüzdüğünü göstermektedir.

Düşünce, bu sonsuzluğun içinde yüzen insanın hallerini kuşatacak ve onun yaşamı boyunca karşı karşıya kalacağı düşünsel veya duygusal değişimlerini betimleyerek ona göre hayatın kodlarını belirleyerek insanın neliğini, nasıllığını ve varlığını idame edecek koşulları hesaba kattığında kuşatıcı bir hüviyet kazanacaktır. Bu hüviyet ona derinlik kazandırır. Bu derinlik insana itminanın kapısını aralar. Mesele ise insanın itminan sahibi bir varlık olmasıdır. Çünkü insan itminana erdiğinde eylemlerinin kapsayıcı ve derinlikli bir yapıyı inşa edecek bir düzeyi oluşturacağı da gözlenmiş olur.

Ä°slam Düşüncesi Gazali ile birlikte aslında bu kapsayıcı bir özelliÄŸe sahip olmanın imkânlarını elde etti. Yani hem kelam ilmini, usulünü, hem felsefeyi hem tasavvufu ve hem de fıkhı ve usulünü aynı çatı altında toparlayarak onlara bir üst bakış üzerinden yeni bir tanımlama yaptı. Ve kendisinden sonraki yüzyılları belirleyen kiÅŸi olarak tarihe geçti… Benzer bir giriÅŸimi episteme alanında Molla Sadra gerçekleÅŸtirdi. Farklı bilme yöntemlerini bir birinin karşıtı deÄŸil birbirini tamamlayan unsurlara dönüştürerek önemli bir hamle yapılmasına zemin kazandırdı. Modern dönemde ise Muhammed Ä°kbal; büyük ÅŸair, tecrübe kavramı üzerinden öznenin hem sufi deneyimini, akli deneyimini hem de bilimsel deneyimini, dikkate alarak bütünlüğü saÄŸlayacak bir tanımlamaya yöneldi. Ama maalesef Ä°kbal’in yapmak istediÄŸi ÅŸey bir türlü anlaşılamadı.

Bugün de gerçek anlamda bir bütünlüğün saÄŸlanabilmesi için gerekli olan zemin; mevcut bilme yöntemleri ile birlikte her türlü insana dair düşünceyi ideolojik angajmanlarından kurtararak bütün disiplinlerin parça olarak ortaya koyduÄŸu temel gerçekliÄŸi dikkate alarak insanın bütünlüğünü saÄŸlayacak olan o bütünsel bakışı yeniden inÅŸa edebiliriz/etmeliyiz. Düne göre bugün daha çok imkâna sahibiz.

Mesele, bugün hakikat arayışımızı sınırlı tutmadan bütünlüğü dikkate alarak, farklılığın çatışma zemini deÄŸil bilakis, birlikte anlamlı bir yaÅŸamın imkânı olduÄŸu gerçeÄŸini dikkate sunmalıyız. Ä°ÅŸte o zaman, deÄŸerlerin varlığı üzerinde bir mutabakat oluÅŸur. DeÄŸerler üzerinden ortaklaÅŸa bir ahlaki yapıyı kurma imkânı elde edilir. Farklılığımız, düşünsel, sosyolojik, etnik veya inançsal düzeyde olsa da birlikte var olarak yaÅŸamak anlamlı bir düzeyi iÅŸaret eder olur. Birbirlerimizin temel gerçeklik zeminlerine dikkat kesilerek kuÅŸatıcı bir bakışla birbirimizle iliÅŸki kurduÄŸumuzda barışı temel bir eksene dönüştürür ve böylece birbirimizi tamamlama erdemine sahip olabiliriz. Meselenin künhü de bu olsa gerek!

Ä°nsan, bir imtihana tabi tutuluyor, bu imtihanda da yaptığı ÅŸeylerden dolayı hesaba çekilmelidir. Bir tek noktada insana müdahale yapılabilir: o da ancak olumlu anlamda ona imtihanda baÅŸarılı olma imkânı sunmakla iliÅŸkilidir. Bunu yaparken de onun otantik özerkliÄŸini yok etmemeyi de içerme zorunluluÄŸunu unutmamalıyız.

KAYNAK: ÅžARK'UL AWAST

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.