Makale
Milli ve yerli Rusçuluk
Geçen haftanın biri politika diğeri kültür gündemindeki iki haberi aslında birbiriyle çok yakından ilgiliydi.
İlk haber uzun bir aradan sonra ilk defa bütün Türkiye’yi birleÅŸtirdi.
Norveç’teki ‘Trident Javelin’ adlı dijital ortamdaki NATO tatbikatı sırasında, bir teknisyen Atatürk büstünü ‘Düşman Liderler Biyografisi’ne ekledi. Türkiye asıllı Norveçli bir ordu çalışanı da CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan adına açılan bir hesaptan “Büyük mutlulukla duyurmak isterim ki SAA 20 NG füzelerinin teslimi konusunda Türkiye Cumhuriyeti ile FOS (tatbikatta varsayılan düşman ülke) arasında anlaÅŸmaya varıldı. TeÅŸekkürler baÅŸkan Blixen (düşman ülke lideri)” mesajını attı. Bunun üzerine Türkiye, tatbikattaki askerlerini çekti. NATO’dan üst üste özürler geldi, iki görevlinin iÅŸine son verildiÄŸi açıklandı. Olaydan sonra Türkiye’nin NATO üyeliÄŸi tartışılmaya baÅŸlandı. #NATOdançıkalım hashtag’i sosyal medyada ‘tt’ oldu.
***
İkinci haber kültür-sanat sayfalarında çıktı. Kore gazisi Astsubay Süleyman DilbirliÄŸi’nin, Kore Savaşı sırasında bulup sahip çıktığı beÅŸ yaşındaki Koreli Ayla ile dramatik hikayesini beyazperdeye aktaran ve sinema salonlarını gözyaşına boÄŸan Ayla filmi iki milyon izleyiciye ulaÅŸmıştı.
Türkiye’nin NATO üyeliÄŸinin kapısını açan Kore ile ilgili bir filmin giÅŸeleri altüst ettiÄŸi hafta, Türkiye’nin 65 yıllık NATO üyeliÄŸinin sorgulanması tuhaf bir tesadüf olsa gerek.
Aslında bilinenin aksine Türkiye NATO’ya Kore’ye asker gönderme ÅŸartıyla girmedi. 25 Temmuz 1950’de Kore Savaşı’na katılma kararı alan Türkiye’nin, 11 AÄŸustos 1950’de yaptığı NATO’ya giriÅŸ müracaatı reddedilmiÅŸti.
Evet, Türkiye’nin BirleÅŸmiÅŸ Milletler’in çaÄŸrısıyla Kore’ye asker göndermesinin motivasyonu NATO’ya giriÅŸ için Batılı ülkeleri ikna etmekti. Çünkü 1949’da kurulan NATO’nun Türkiye’ye ihtiyacından çok Türkiye’nin NATO’ya ihtiyacı vardı. Ve bunun için ortada, bugünlerde unutulan ama çok haklı bir sebep de vardı; Kuzey komÅŸumuz Sovyetler…
***
Aslında Ruslar demek daha doğru. Çünkü tehlike komünizm tehlikesi değildi, neredeyse Osmanlı tarihinin son 200 yılı Rus tehdidiyle geçmişti. Sorun ideolojik ya da siyasi de değildi, coğrafiydi. Yanıbaşımızda dev bir imparatorluk vardı, biz Rusların güçlendiği çağlarda zayıflamaya başlamıştık ve onların sıcak denizlere açılma kapısının da üzerinde oturmaktaydık.
Birinde Edirne’yi alıp, 68 km yakınına kadar geldikleri, diÄŸerinde YeÅŸilköy’ü alıp, anıt dikecek kadar surlarına dayandıkları İstanbul’u iki kere kuÅŸattılar. MeÅŸrutiyet’in askıya alınıp, Meclis’in kapatılmasından, Çanakkale Savaşı’na, milyonlarca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının kimliÄŸinin en önemli parçası olan Balkan, Kafkas göçlerinden Ortodoks milletlerin Osmanlı’dan ayrılmasına Ruslar kadar Türkiye tarihini derinden etkileyen baÅŸka bir ‘düşman’ olmadı. Batı ile yürüttüğümüz denge politikalarında müttefik cephesinde İngilizler ve Almanlar deÄŸiÅŸse de kendisine karşı müttefik aranan tehlike genelde Ruslar oldu.
Hatta Rusların Osmanlı’yı iÅŸgalle tehditleri yüzünden patlak veren 1853-56 Kırım Savaşı’nda, Osmanlı toprak birliÄŸi için 95 bin Fransız, 21 bin İngiliz ve 2 bin İtalyan askeri hayatını kaybetmiÅŸti. Herhalde bu yüzden de Kırımlı Türklerin öncülük ettiÄŸi Türk milliyetçiliÄŸinin kurucu ötekisi de Batılılar deÄŸil, Ruslar oldu. Üzerine marÅŸlar bestelediÄŸimiz en kahramanca hezimetleri de Ruslardan aldık. (Plevne Marşı, Kafkasya Marşı...)
1917 Ekim Devrimi ile bu iliÅŸki bir süreliÄŸine deÄŸiÅŸti. Çarlık rejimini yıkan BolÅŸevikler, “emperyalistlere karşı” dayanışma motivasyonuyla İstiklal Harbi’ne silah gönderdiler, İngiliz ve Fransızların Osmanlı’yı paylaÅŸtıkları Sykes-Picot AnlaÅŸması’nı deÅŸifre ettiler. Ama İkinci Dünya Savaşı’nın muzaffer devleti olan Sovyetler, Stalin’in önderliÄŸinde yeniden emperyâl hevesleri olan bir imparatorluÄŸa döndü ve ilk iÅŸi de önünü kesen, Türkiye’yi tehdit etmek oldu.
***
1946 yazında Türkiye, Sovyetler’den gelen tehdit notalarıyla sarsılmıştı. 7 Haziran 1945’de verdikleri ikinci nota da talepleri çok açıktı:
“Kars, Ardahan ve Artvin’i bize bırakın. BoÄŸazlar’da bize üs verin, Trakya sınırınızı Yunanistan ve Bulgaristan lehine yeniden çizin, 1936 Montrö anlaÅŸmasını tedil edin.”
Ruslar AÄŸustos’ta üçüncü bir nota daha verdiler. Aralık 1945’de Meclis’te bu taleplere karşı kürsüye çıkan, eski Åžark Cephesi Komutanı Kazım Karabekir “EÄŸer, Ruslar yer istemekte ısrar ederse, şüphe yok ki dövüşeceÄŸiz” demiÅŸti ama Nazileri dize getirmiÅŸ Kızıl Ordu’nun karşısında, İkinci Dünya Savaşı tedbirleriyle çökmüş Türk ordusunun ÅŸansı yoktu. İşte o günlerde Türkiye’nin imdadına, İngiltere ile ABD yetiÅŸti. 9 Ekim 1946’da iki ülke Sovyet Rusya’ya nota vererek Rusya’dan ileri gitmemesini istediler. Türkiye’nin Batı’ya yaklaÅŸması da bu dayanışmadan sonra hızlandı.
O yüzden 1949’da NATO kurulurken, dışarıda bırakılmak Türkiye’de büyük bir hayal kırıklığına neden olmuÅŸtu. CHP’nin gazetesi Ulus, NATO’nun Türkiyesiz kurulmasını “Türk Emniyeti için evham” baÅŸlıklı baÅŸyazısıyla karşılamış, Peyami Safa gibi milliyetçi yazarlar “Bizi hesaba katmayan bir paktı, biz de hesaba katmamalıyız” diyerek neredeyse trip atmıştı.
Türkiye’nin NATO’ya girememesinden sorumlu tutulan ve zor durumda kalan CHP hükümeti de 11 Mayıs 1950’de üyelik için NATO’ya baÅŸvurmuÅŸ ama sonuç İtalya dışındaki üyelerin ret cevabıyla olumsuz olmuÅŸtu.
1950 seçim kampanyasının da önemli gündemlerinden biri NATO üyeliÄŸiydi. Bunu vaat eden Demokrat Parti iktidarı, 11 AÄŸustos 1950’de NATO’ya ikinci kez üyelik baÅŸvurusu yapmış ama bir ay önce BM çaÄŸrısıyla Kore’ye asker göndermiÅŸ olması bile iÅŸe yaramamış ve baÅŸvuru bir kez daha reddedilmiÅŸti.
Ardından Türkiye, NATO’ya üye olabilmek için yoÄŸun diplomatik giriÅŸimler de bulundu. Ve sonunda ikna edilen ABD’nin öncülüğünde üyelik baÅŸvurusu kabul edilmiÅŸ, 18 Åžubat 1952’de Meclis’te bütün partilerin oyları ve alkışlarıyla Türkiye nihayet NATO üyesi olmuÅŸtu.
Ama bugün yaÅŸanan krizle ve haklı güvensizliklerle, bu tarihi baÅŸtan kaleme alıp, bütün kötülükleri NATO’nun hesabına yazanların hafızasızlık sorunu burada bitmiyor.
Türkiye’nin başına bela olmuÅŸ en büyük terör örgütlerinin arkasında da NATO yoktu, Sovyetler ve Ruslar vardı.
1991’de Sovyetlerin çökmesinden sonra yayınlanan Mitrokhin ArÅŸivi ortaya koydu ki, Türkiye’nin başına bela olan ilk büyük terör örgütü ASALA, KGB ajanı olduÄŸu ortaya çıkan Filistin KurtuluÅŸu için Halk Cephesi Dış Operasyon sorumlu Haddad’ın organizasyonuyla, Agop Agopyan’a bölgedeki NATO ve İsrail hedeflerine saldırılar düzenlemesi için kurdurulmuÅŸtu. Bu saldırılarda kırk iki Türkiye Cumhuriyeti diplomatı hayatını kaybetti.
ASALA bitince ortaya çıkıp büyüyen PKK’nın hikayesinde de “her NATO üyesi ülkeye bir terör örgütü” stratejisi izleyen Sovyet etkisi büyüktü. Öcalan’ın 1979’un mayıs ayında Sovyetlerin OrtadoÄŸu’daki kalesi Suriye’ye geçip, 19 yıl Åžam’da kalabilmesi, PKK’nın kendi Kürtlerine kimlik bile vermeyen Esad’ın Suriye’sinde kendine yaÅŸam alanı bulmasının arkasında herhalde Muhaberat aklı deÄŸil KGB aklı vardı.
Bugün, Suriye’de YPG’ye desteÄŸi yüzünden haklı olarak ABD’yi eleÅŸtirirken, Rusya’ya sığınmış Öcalan’a Duma’dan oturma izni çıktığını, ancak ABD’nin baskılarıyla BaÅŸbakan Primakov’un Öcalan’ı sınır dışı ettiÄŸini unutmamak gerek.
Yine bugünlerde bazı çevrelerde neredeyse “emperyalistlere karşı mazlum milletlerin hamisi” muamalesi çekilen Rusya’nın, son 40 yılda dünyada Müslümanların en büyük katliamlara maruz kaldığı dört büyük savaÅŸta (Afganistan, Bosna, Çeçenistan, Suriye) bizzat kendi ordularıyla veya silah vererek ya da BM’de veto hakkını kullanarak katliamların ortağı olduÄŸunu da biraz fazla hızlı unutmuÅŸ olabiliriz.
***
Hadi bunların üzerinden çok zaman geçti. Rusya’nın, daha iki sene önce Suriye’de Rus uçağını düşürülmesinden sonra, Savunma Bakanlığı’nda resmi toplantı düzenleyip, Türkiye’yi ve bizzat CumhurbaÅŸkanı’nın ailesini IŞİD’le petrol ticaretiyle suçladığı, (Aynı iddiayı Putin de Oliver Stone’la söyleÅŸinde tekrarlamıştı), YPG’ye Moskova’da ofis açtırdığı, bu yüzden hükümete yakın medyanın manÅŸetlerinden aylarca “PKK’ya silah vermekle”, “FETÖ’ye hamilik yapmakla” suçlandığı ne çabuk unutuldu.
Hadi hafıza-ı beÅŸer nisyan ile malul. Peki daha bir yıl önce Rus uçağının düşürülmesinin yıldönümünde bir Rus pilotun kullandığı bir Suriye uçağıyla ‘yanlışlıkla” Fırat Kalkanı’ndaki askerlerimizin vurulduÄŸu, üç askerimizin ÅŸehit olduÄŸu, yine bu yılın başında El Bab ele geçirilmeye çalışılırken, fazla ileri gidince Türk askerlerini yine ‘yanlışlıkla’ Rus uçaklarının vurup, üç askerimizi daha ÅŸehit ettikleri de mi unutuldu?
Belki de bu sadece bir hafıza meselesi değildir.
Darbe ve PKK konusunda haklı olarak ABD’ye kızarken ve iliÅŸkiler soÄŸurken, bir kurtarıcı, tek alternatif gibi Rusya’nın pazarlanması, Putin’in sirklerde hayvan tebiyeciliÄŸi yapan danışmanının bile tvlerde kendine bu PR faaliyeti içinde yer bulabilmesi, benzerini ABD için yapacak olanların rahatlıkla ajanlıkla suçlanacağı bir hareretle, Avrasyacılık adı altında Rusçuluk yapılması, bir de bu Avrasyacılık ve RusçuluÄŸun yerli ve milli kabul edilmesi belki de sadece konjonktürün zorlaması deÄŸildir.
Belki de Avrupa’da partilere para veren, medyalar organize eden, ABD ve AB’nin seçimlere müdahale, resmi kurumlarını hacklemek, yalan haberlerle operasyon yapmakla suçladığı Rusya, Türkiye’de de boÅŸ durmuyordur.
Türkiye NATO’yla ilgili ya da dış politikadaki yönü hakkında bir karar verecekse, bunu propagandaların etkisinde kalarak ya da konjektürel krizlerin heyecanıyla deÄŸil, kendi inisiyatifiyle ve bütün bu tarihsel arkaplanı ve üzerinde durduÄŸu dengeleri düşünerek vermelidir.
kaynak: Karar
Henüz yorum yapılmamış.