Sosyal Medya

Makale

Atatürk haklı mı çıktı?

Çanakkale’den, Filistin’e, Trablusgarp’tan İstiklal Harbi’ne gençliÄŸini yıkılan bir imparatorluÄŸu kurtarmaya çalışarak geçirmiÅŸ kahraman bir askerdi.

Ama siyasi hayatı çelişkilerle doluydu.

Twitter günlerine yetişse hakkında dün bunu dedi bugün bunu dedi capsleri video kolajları hazırlanacak kadar ileri bir pragmatizmdi bu.

1920’de  İstiklal Harbi günleri Meclis açılırken “İnÅŸallah âlemin sığınağı padiÅŸah efendimiz hazretlerinin sıhhat ve afiyetle her türlü yabancı kayıtlardan uzak olarak kutlu tahtlarında sürekli kalmasını Allah’tan tazarru (yalvarma) eylerim” dediÄŸi kürsüye iki sene sonra Saltanat’ın kaldırılması için çıkıp “OsmanoÄŸulları zorla Türk Milletinin hakimiyet ve saltanatına vaziülyed olmuÅŸlardı (zorla el koymuÅŸlardı). Bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemiÅŸlerdir. Åžimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir. Burada içtima edenler (toplananlar) Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir” diyerek Meclis’i tehdit etti.

1920’de Meclis’te “Türkleri muhafaza etmek için evvelâ sıhhati muhafaza etmeli” diyen Yusuf Kemal Bey’e cevap vermek için kürsüye çıkıp     “Meclis-i âlinizi teÅŸkil eden zevat yalnız Türk deÄŸildir, yalnız Çerkes deÄŸildir, yalnız Kürd deÄŸildir, yalnız Laz deÄŸildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslâmiyyedir, samimi bir mecmuadır” diye itiraz edenle, birkaç sene sonra “Ne mutlu türküm diyene” deyip, Türk Tarih Tezini GüneÅŸ Dil Teorisini ortaya süren aynı Mustafa Kemal’di.

SavaÅŸ günleri silah almak için Lenin’in temsilcisine “Biz de bolÅŸevikiz” diyerek antiemperyalizm vurguları yapan, Taksim’e Rus generallerin heykelleri diken, Lozan günleri “Biz da garp devletleri içinde olmak istiyoruz” diyen, İngiliz kralını ağırlayan, 1930’da ABD Büyükelçisi’yle ABD halkına seslenip “Türk milleti ABD milletine derin bir muhabbet beslemektedir” deyip ABD’den borç alan, sonra güçlenen Mussololini ve Hitler’e de muhabbetlerini gönderen çok yönlü bir pragmatizmdi bu. 

Yıkılmış bir ülkeden, bir Cumhuriyet kurmayı başarmıştı ama muhalefetten hiçbir zaman hoşlanmadı.

İstiklal Harbi’ni birlikte yaptığı Meclis’teki bütün muhalifleri savaÅŸ biter bitmez tasfiye etti. Yetmedi, Åžeyh Said İsyanı’nı gerekçe gösterip, İstiklal Harbi’ni birlikte yaptığı, yakın arkadaşı komutanların (Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy Refet Bele, Rauf Orbay ) kurdukları partiyi anlamsız gerekçelerle kapattı. Yetmedi onları, tuhaf delillerle İzmir Suikastı kumpasına katıp, idamla yargılattı. Adnan Adıvar, Halide Edip gibi pek çok yetiÅŸmiÅŸ kiÅŸi, yargılanmalardan kurtulmak için ülkeden kaçtılar. Ancak Atatürk’ün ölümünden sonra ülkeye dönebildiler.

YetiÅŸmiÅŸ insanlar ülkeden gittikçe ya da küsüp kenara çekildikçe ülke ehliyeti az sadakati çok yetenekleri sınırlı  insanların elinde kaldı. Ülkenin birikimi sürgünlerde, mahkemelerde heba edildi.

Hukuku, siyasi tasfiyeler için kullanmaktan çekinmedi. Muhalif fikirlerdeki İttihatçı, İslamcı, solcu herkes kendisini mahkemelerin önünde buldu. Åžeyh Said, Menemen gibi büyük olayları siyasi tasfiyeler için kullandı. Menemen’de ayaklanma için İstanbul’da 80 yaşındaki NakÅŸi ÅŸehyini hapse attırdı.

Basından, eleÅŸtirilmekten pek hoÅŸlanmıyordu. Åžeyh Said İsyanı’nı fırsata çevirip çıkardığı Takrir- Sükun Kanunu’yla muhalif medyayı susturdu. ÇoÄŸunu İstiklal Mahkemeleri’nde yargılattı. Ülkenin en ünlü gazetecilerinden Hüseyin Cahit, İstiklal Mahkemeleri’nde gazetesi Tanin’de Terakkiperver Fırka’daki polis aramasını “Baskın” diye verdiÄŸi için yargılandı, Çorum’a sürgüne gönderildi. Ülkenin diÄŸer bir meÅŸhur gazetecisi Ahmet Emin Yalman ise İstiklal Mahkemeleri’nde ceza almaktan Atatürk’e “Bir daha gazetecilik yapmayacağı”na söz verdiÄŸi mektupla kurtuldu. Sözünü tutup araba lastiÄŸi sattı, reklam metni yazdı. 1931’de bu kez Menemen İsyanı’nı fırsata çevirip çıkarılan Matbuat Kanunu’ndan sonra bir daha ölümüne kadar gazetelerde Atatürk’ün hoÅŸlanmayacağı tek satır çıkmadı.

EÄŸitimin yaygınlaÅŸmasıyla, iyi okullar açılmasıyla bizzat ilgilendi. Hala bu ülkenin sınıf atlama yolu olan eÄŸitimde cumhuriyetçi fırsat eÅŸitliÄŸini ona borçluyuz.  “Hayatta en hakiki mürÅŸit ilimdir” dedi ama bütün ırkların Türk ırkından geldiÄŸini söyleyen Türk Tarih Tezi, bütün dillerin Türkçe’den geldiÄŸini söyleyen GüneÅŸ Dil Teorisi’nin altında da imzası vardı. 1934’de Türklerin ikincil ırklarda olmadığını ispatlamak için dünyanın en geniÅŸ kafatası ölçümünü yaptırdı.  Ezoterik kitaplar yazan bir emekli Amerikalı albayın kurgu kitabından hareketle Mu kıtasını, özel olarak Meksika’ya elçi gönderip Mayaları inceletti. Tasfiyeciydi. 1933’de “inkılapları sadece izlediler, insiyatif almadılar” diyerek Darülfünun’u kapattı, hocalar iÅŸsiz kaldı.

Dış politikada müzakereci bir diplomattı. Hatay’ın alınmasında dehasını ortaya koymuÅŸtu ama iç politikada tam bir askerdi.  Menemen İsyanı’nda Menemen’in yakılması emrini İnönü durdurdu. Dersim’i “medenileÅŸtirmek” için yapılan askeri harekatı bizzat yönetti.  Kürtlerle ilgili çözüm planları Kürt meselesinde yarayı derinleÅŸtirdi, sınır boyunu güvenli hale getirmek için Trakya’daki Yahudilerin göç ettirilmesi gibi projeler laik olmasına raÄŸmen hala millet-i hakimeci zihniyetini gösteriyordu.

Kadınlara seçme ve seçilme hakkını çok erken bir vakitte vermiÅŸti, devrimci bir adımdı bu ama bunu o vermeden 10 yıl önce isteyen Nezihe Muhiddin ve arkadaÅŸlarının önce parti kurmasına, sonra kadınların seçme hakkını savunmasına izin vermedi. Onlar da mahkemeler de tuhaf davalarda yargılandı, kenara çekildi. BaÅŸka aktörlerin ortaya çıkmasına,  örgütlenmelere karşı kuÅŸkucuydu.

Laik bir devlet kurmak için Medeni  Kanunu’nu hazırlattı, Diyanet İşleri TeÅŸkilatı’nı güçlendirdi. Ama devlete dinin karışmasını engellemekle yetinmeyip, devlet olarak dini dizayn etmeye kalktı.  Tekkeleri kapattırıp, cemaatleri yeraltına gönderdi. Türbeleri dahi kapattırdı, sonra özel izinle Fatih, Mevlana’nın türbelerinin açılmasına izin verdi. 1932’de bizzat riyasetinde hocalarla çerçevesini oluÅŸturduÄŸu Türkçe ibadeti uygulamaya soktu. Türkçe ezan toplumu devletten koparan, laikliÄŸi dinsizlikle eÅŸitleyen radikal bir uygulama olarak hafızalara kazındı, 1950’de CHP’li vekillerin de oylarıyla kaldırıldı.

ÇeliÅŸkiliydi. Türk Sanat MüziÄŸi’ni konservatuarlardan kaldırıp, radyolarda çalınmasını yasaklatırken kendisi en iyi sazendelerden konserler dinliyordu. Sanatçıları ve sanatı seviyordu, ama konsere çağırdığı Müzeyyen Senar’ın modelini sevmediÄŸi saçlarını ve kocasının bıyıklarını kestirecek kadar herkesin hayatına karışıyordu.

Selanikli orta sınıf bir aileden gelen bir askerdi, gençliÄŸi cephelerde geçmiÅŸti.  EÅŸi, çocukları, damatları yoktu, dünyalık peÅŸinde olmadı. Ama saraylarda kaldı, özel yatlar aldırdı, İş Bankası’nın en büyük ortağıydı.

HoÅŸ sohbetti, sofraları meÅŸhurdu, kibardı, zevk sahibiydi ama çok hoÅŸgörülü sayılmazdı. Yeni kurulan Türk cumhuriyetine destek için Sorbonne’u bırakıp Ankara’ya gelmiÅŸ idealist milliyetçi bir profesör olan Sadri Maksudi’yi,  Denizbank kurulurken “Denizbank Türkçe deÄŸil, Deniz Bankası olmalı” dediÄŸi için kendisine yakın adamlara gece yarısı radyoyu açtırıp, sabaha kadar cahillikle suçlattı. Tarih Kongresi’nde Türk Tarih Tezi’ne “Türkler Orta Asya’dan kuraklık yüzünden göçmedi” diye itiraz eden Prof. Zeki Velidi (Togan) ise ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.

En yakını olan İsmet Paşa bile onun hoşgörüsüzlüğünden nasibini almıştı. Ölümünden önce Başbakanlıktan alıp, tasfiye etmişti. Dar bir kadroyla çalışıyordu, güven sorunları had safhadaydı.

Yani Atatürk bugün haklı çıktıysa, bugün bu sorunların benzerlerinden şikayetçi olanlar haksız çıkabilir.

EÄŸer bu sorunlardan, muhalefete, medyaya hoÅŸgörüsüzlükten, hukukun siyaseten kullanılmasından ÅŸikayetçiyseler, Atatürk’ü tarihin huzurlu topraklarında rahat bırakmaları daha doÄŸru olur.

Ama eÄŸer, söylemeye çalıştıkları ÅŸey “Atatürk bunları güzel bir bastırmıştı, nefes aldırmamıştı, haklarından gelmiÅŸti” gibi bir ÅŸeyse o zaman bayağı temel meseleleri yeniden konuÅŸmakta fayda var.

Atatürk, bu ülkenin kurucusu.  Pragmatik yöntemlerle, tasfiyelerle, zekasıyla, cesaretiyle bunu baÅŸardı. Tarihin deÄŸiÅŸtirilemez gerçeÄŸi bu. Bunu inkar etmeyi de hepimiz onda birleÅŸelim gibi teklifleri zorlamayı da bırakmalıyız.

Atatürk’ün iyi kötü bütün özellikleri bu ülkenin harcına da katıldı. Ardından bütün darbeler, hatta bir dini cemaatinki bile onun adı anılarak yapıldı. Kürt sorunu, kimlik sorunu, laiklik fay hattının oluÅŸmasında onun tercihlerinin payı büyük oldu.

Ama ölümünün üzerinden 80 yıl geçmiÅŸ bir insana, bu 80 yılda çözemediÄŸimiz sorunların yükünü yüklemek de bugün yaÅŸadığımız sorunlar için çareyi ondan aramak da haksızlık ve  kolaycılık. Ayrıca irrasyonel, iÅŸlevsiz ve beyhude.

Ama hepsinden çok sorunlarımızı çözmede topu taca atmak.

Atatürk, kendi devrinde bunların bir kısmını yaparken haklıydı, haklı nedenleri vardı. Ama 2017’de hala haklı çıktığını söylemek için bugünden ve gelecekten epey ümidi kesmiÅŸ olmak gerekir.

Galiba temel mesele de bu.  

Türkiye, bugün birlikte yaÅŸamaktan ve gelecek hayallerinden ümidi kestikçe geçmiÅŸe doÄŸru kaçıyor.  Herkes kendi ideal geçmiÅŸine sığınıyor. Bu geçmiÅŸ bugünün ihtiyaçlarına göre kesilip, biçilmiÅŸ, mükemmel hale getirilmiÅŸ, abartılı sahte bir geçmiÅŸ.

Bugünle Abdülhamit arasında benzerlikler kurup, tv dizisinde Abdülhamit’e Gezi ayaklanmasını bastırtan, ErtuÄŸrul Gazi’ye Ankara kulislerinde konuÅŸulan meseleler için mesajlar verdirten, Osmanlı dün yıkılmış gibi insanları öfkelendiren,  tekrar kurulacakmış gibi ümitlendiren, ülkenin kurucusunu anarken “Ölümsüz aÅŸk” diye sürmanÅŸetler attıran, ondan instagramda kankasının postuna yorum yazıyormuşçasına “Adam gibi adam, Atatürküm” diye bahsettiren bu geçmiÅŸ nostaljisinin sebebi bugün bizi bir arada tutan, konuÅŸmamızı saÄŸlayan zemini kaybetmiÅŸ olmamız.

Ama tarih ve geçmiÅŸ bize o aradığımız saÄŸlam zemini veremeyecek.  Öyle bir zemin olsaydı zaten onu böyle el yordamıyla aramazdık, üstünde olurduk.

Aradığımız cevap, kendi sorunlarımızla yüzleşmek, müzakerenin, tartışmanın, eleştirinin önünü açmakla gelecek. O cevaplar geçmişte değil 'şimdi ve burada'da.

Gestalt  terapisinde terapist, hastasını geçmiÅŸ travmalar ya da gelecek kaygısından uzaklaÅŸtırıp, terapinin gerçekleÅŸtiÄŸi ana yani ÅŸimdiye ve terapinin gerçekleÅŸtiÄŸi yere yani terapistin odasına getirmeye yoÄŸunlaşır.

Türkiye’nin çok acil bir 'ÅŸimdi ve burada' terapistine ihtiyacı var. 

kaynak: Karar

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.