Makale
Mutfakta biri mi var?
“Birden aÅŸağıdaki rıhtıma bir hareketlenme oldu. Stadyum tarafından aÅŸağı inen bir takım gençlerin, bizim denizcileri BoÄŸaz’ın gri sularına itiÅŸini çaresizce izledik...Bu olay terörizmle uÄŸraÅŸmamın baÅŸlangıcı oldu”
18 Temmuz 1968 günü öğle saatlerinde Deniz GezmiÅŸ liderliÄŸindeki solcu öğrenciler, boÄŸaza demirleyen ABD 6. Filosu’na baÄŸlı Shangri-La uçak gemisinden kıyıya çıkan Amerikan askerlerini Dolmabahçe’den denize atarken, herhalde KabataÅŸ’taki bir evden CIA’in İstanbul Büro Åžefi’nin onları izlediÄŸini bilmiyorlardı.
Daha bir ay önce İstanbul’a gelmiÅŸ CIA’nin çiçeÄŸi burnunda büro ÅŸefinin adı Duaene Clarridge’dı. Dört yıl (1968-1972) görev yapacağı İstanbul’da neler yaptığı hakkındaysa, 1997’de yayınlanan “Her Devrin Casusu” adlı anılarında yer alan bu hatırası dışında çok az ÅŸey anlattı; İstanbul’daki narkotikçi DEA çalışanlarının beceriksizlikleri, bir Alman ÅŸirketinin temsilcisinin eÅŸi olan Helga ile yaÅŸadığı aÅŸk, karısından nasıl ayrılıp onla evlendiÄŸi ve yeni eÅŸinden olan oÄŸullarına o yıllarda birlikte çalıştığı MİT’in İstanbul ÅŸefi Tarık Åžahingiray’ın adını verdiÄŸi...
Murat Yetkin, yeni çıkan “Meraklısı İçin Entrikalar Kitabı’nda Türkiye’de görev yapmış iki CIA ÅŸefi Ruzi Nazar ve Duane Clarridge’ın ketum anılarının da aydınlatmadığı karanlıkta kalmış Türkiye maceralarına yeniden bakıyor.
Kitapta, Duane Clarridge’in oÄŸluna adını verecek kadar yakın çalıştığı MİT ÅŸefiyle dört yıl boyunca “terörle mücadele” için Türkiye’de neler yapmış olabileceÄŸi hakkında ipuçları bulmak için, adı daha sonra iran-kontra skandalına da karışacak karanlık CIA ajanının 1960-64 yılları arasında görev yaptığı Hindistan’a gidiyoruz.
BaÄŸlantısızlar çizgisindeki Hindistan’ı yöneten Nehru liderliÄŸindeki Kongre Partisi iktidarının Hindistan Komünist Partisi tarafından sallandığı yıllara. 1956’da Kerale eyaletinde seçimi kazanan ama iktidar verilmeyen Komünistler, 1962 seçimlerinin favorisi görünmektedir.
Bunu durdurmak için Nepal’den Hindistan’a kaydırılan Clarridge’in elinde bir koz vardır. 1953’de Stalin’in ölümünün ardından Kruşçev’in baÅŸlattığı StalinsizleÅŸtirme siyasetinden rahatsız olan Mao ile Sovyetler arasında baÅŸlayan gerilimin Hindistan Komünist Partisi içindeki yansımaları.
Özellikle Yeni Delhi’deki parti merkeziyle yaÅŸadığı soruları Pekin çizgisinde eleÅŸtirilerle dillendiren Madras’taki il örgütüyle temas kurmak için Madras’a gider.
***
Orada neler yaptığını Yetkin’in kitabından okuyalım:
“Daha önce CIA ajanları tarafından çalınmış, belgelerden üretilmiÅŸ güya Çin Komünist Partisi antetli kağıtlarla, Madras örgütüne sanki Pekin’den gönderilmiÅŸ gibi “DoÄŸru devrimci çizginizi, takdirle izliyoruz” tadında mektuplar, makaleler yollamaya baÅŸladı. Madraslı komünist liderlerle güya Pekin’den, yani Merkez’den gelen bir Çin görevlisi sahte kimliÄŸindeki CIA ajanıyla gizli buluÅŸmalar dahi ayarladı”
Hatta bu kadarla da kalmaz, örgütün gazetesinde, Çin Komünist Partisi yayınlarından devÅŸirdiÄŸi cümlelerle yazdığı, sonu Mao’nun “Devrim tarihin lokomotifidir” sözü ve “Merkez” imzasıyla biten makaleleri de yayınlanmaya baÅŸlar. Anılarında sekreteriyle bu yazıları yazarken ne kadar eÄŸlendiÄŸini anlatıyor Clarridge.
Çin tarafından muhatap alındıklarını düşünen Madraslı komünistler hızla Sovyet karşıtı, sekter, Maocu bir çizgiye doğru kayarlar.
Ve ‘false flag’ operasyonu baÅŸarılı olur; Hindistan Komünist Partisi, içerden parçalanmaya baÅŸlayınca arda arda hem 1962 hem de 1966 seçimlerini yeniden Nehru kazanır.
1967 yılında Çin dışında ilk Maocu komünist parti de CIA’nin desteÄŸiyle Hindistan’da kurulmuÅŸ olur.
Naksalit denen gerilla savaşını yöntem olarak benimseyen bu parti o kadar sekterdir ki; köylerden başlayacak devrimde sadece tarım aletleri kullanılmasını, ağaları köy meydanında bu aletlerle öldürmeyi savunmaktadır.
Kitaptan ‘CIA’nin Hintli komünistleri bölüp, Moskova’nın etkisinden çıkartmak üzere Maocu parti kurdurdukları kiÅŸinin kim olduÄŸunu da öğreniyoruz; Çaru Mazumdar.
İşte Clarridge 1968 yılında Türkiye’ye böyle bir tecrübeyle gelmiÅŸti. Ne tesadüf ki geldiÄŸi Türkiye’de de Hindistan’daki gibi komünist hareketler güçlenmekteydi. Türkiye İşçi Partisi Meclis’e girmiÅŸ, Milli Demokratik Devrim tezi etrafında gençlik örgütlenmiÅŸ, 9 Mart 1971’de darbe yapmaya hazırlanırken ihbarla ortaya çıkarılacak sivil-asker bir cuntaya dönüşmüştü.
ABD büyükelçilerinin arabalarının yakıldığı, Amerikan askerlerinin denize döküldüğü bir Türkiye’ye gelen Clarridge’in görev yaptığı dört yıl içinde neler olduÄŸunu da yine Yetkin’in kitabından okuyalım: “Kısa süre sonra Maocu hareket Türkiye’de de ortaya çıkacak, TİP ve DEV-GENÇ bölünecek, kopan her grup geride kalanları pasifistlikle suçlayıp keskinleÅŸecek, silaha sarılarak bir daha bölünecek, sol bir daha belini doÄŸrultamayacaktı”
Yetkin kitabında Türkiye’de 1969’dan itibaren Maocu fraksiyonların ortaya çıkışını ise şöyle anlatmış:
“Türkiye’de solun bölünmesi sürecinde, elden ele dolaÅŸan, DoÄŸu Perinçek’in başını çektiÄŸi Aydınlık çevresinde okunmaya baÅŸlayan bir siyaset metni vardı. Bu metin baÅŸlangıçta CIA ajanı Clarridge’in yönlendirilmesiyle tohumları atılmış Türkiyeli devrimcilerin telaffuzuyla Çaru Mazumdar’ın “Sekiz İlke’siydi... Tıpkı Mazumdar gibi arayış içindeki Türkiyeli devrimciler de stratejik bilek güreÅŸinin bir parçası olduklarını fark edemeden öldürüldüler.”
Gerçekten de Clarridge’in İstanbul’da görev yaptığı dört yılın sonunda 1968 yılında KabataÅŸ’ta Amerikan askerlerini deniz dökerken gördüğü gençlik liderlerinin çoÄŸu sekter gerillacılık tezleriyle ya çatışmalarda öldürülmüş ya da Deniz GezmiÅŸ ve arkadaÅŸları gibi idam edilmiÅŸlerdi. Bu ÅŸiddet sarmalına batan sol da itibar kaybetmiÅŸti.
Yetkin kitabında bahsetmemiÅŸ ama köylerden oraklarla devrim yapmayı savunan Çaru Mazumdarcı MaoculuÄŸun en popüler olduÄŸu yerlerden biri Amerikan Robert Koleji’ydi.
Hatta buradaki varlıklı Mazumdarcı gençler, bir örgüt içi tartışmada arkadaÅŸlarını öldürmüş, meÅŸhur Sandık Cinayeti denen, Türkiye’nin günlerce konuÅŸtuÄŸu olay meydana gelmiÅŸti.
***
Yine kitapta yok ama 1971 darbesinden sonra aranan Perinçek ve arkadaÅŸlarına (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi) yönelik 16 Mayıs 1972 günkü “Åžafak” (dergilerinin adıydı) baskınlarından birinin yapıldığı yer de Robert Koleji içindeki bir lojmandı.
1940’dan beri Robert Koleji’nde hocalık yapan Hillary Sumner-Boyd’un lojmanında bir grup partili yakalanmıştı. Baskını yapanlardan MİT mensubu Mehmet Eymür’e göre hakkında hiçbir adli iÅŸlem yapılmayan Boyd, “İngiliz istihbaratıyla iliÅŸkili bir İngiliz Troçkist”ydi. İngiliz istihbaratıyla iliÅŸkisi meçhul ama Charles Sumner takma adını kullanan Boyd, İngiltere’nin en önde gelen Troçkistlerinden biriydi. Anne ve babasının da tanıştığı Troçki ile röportajlar yapmış, İngiliz gazetelerine Troçkist metinleri çevirmiÅŸ, onun için kurulan komitenin aktif bir sözcüsü olarak çalışmıştı. Ama 1940 yılında birden hepsini bırakıp İstanbul’a Robert Koleji’ne öğretmen olarak gelmiÅŸti. Belki de 1940’da Meksika’da Troçki’nin Stalinist bir İspanyol tarafından öldürülmesinden sonraydı bu.
1972 yılında yine Robert Koleji hocalarından Amerikalı John Freely ile yazdıkları İstanbul Rehberi hala aşılmamış bir rehber olmayı sürdürüyor. Burma’da ve Çin’de görev yapmış eski bir Amerikan deniz komandosu olan, sonra ABD’de fizik okuyup, Robert Kolej’e fizik öğretmeni olarak gelen John Freely, Çarumdarcı öğrencilerinin Sandık Cinayeti üzerine daha sonra bir roman da yazdı. (Aydınlanma)
İkisinin istihbarat örgütleriyle bir iliÅŸkisi olup olmadığı bilinmiyor ama örneÄŸin Robert Koleji’nde o yıllarda hocalık yapan ve DoÄŸan Nadi ile evlenen Mary Elisabeth Ellinghausen, CIA’nin öncüsü O.S.S için çalışmış bir ajandı.
https://www.archives.gov/files/iwg/declassified-records/rg-226-oss/personnel-database.pdf.
Son bir not; Hindistan Komünist Partisi-ML, dünyada istihbarat operasyonuyla kurulan ilk Maocu parti de deÄŸildi. 1969 yılında Hollanda Komünist Partisi’ni bölmek için, Hollanda gizli BVD, servis ajanı matematik öğretmeni Pieter Boevé’ye Maocu çizgide Hollanda Markist Leninist Partisi’ni kurdurmuÅŸtu. 600 üyeye ulaÅŸan parti, Çin’den resmi davetler almış, parti lideri ajan öğretmen Mao tarafından bile ağırlanmıştı. 1989’da kendini fesh parti ile ilgili gerçekler ancak 2004 yılında ortaya çıkmıştı.
Kitaba dönmeden önce son bir belgeye de bakalım. 2010 yılında üzerinden gizlilik kalkan bir İngiliz DışiÅŸleri Bakanlığı belgesine göre MHP’li bakan Gün Sazak 14 Mart 1980’de İngiliz BüyükelçiliÄŸi’ni ziyaret edip Sovyet tehlikesine karşı İngiltere’nin MHP’yi desteklemesi gerektiÄŸini anlatmıştı. Görüşmeye iliÅŸkin büyükelçilik raporu şöyle bitiyordu:
“Sonuç olarak MHP bizden bir tür yardım bekliyor. Çünkü ABD’nin ve özellikle CIA’in Türkiye’deki solculara destek olduÄŸunu düşünüyorlar. Amerikalıların bilhassa Aydınlık’ı desteklediÄŸini (finanse ettiÄŸini) iddia etti. Ben duygularının incindiÄŸi izlenimine kapıldım. Çünkü Maocular ondan daha çok kokteyl davetiyesi almıştı.”
(Gün Sazak, birkaç ay sonra, sol bir örgütün üstlendiği bir suikastla şehit edildi. Bu İngiliz belgesini MHP sert biçimde yalanladı.)
Artık, Murat Yetkin’in kitabındaki ikinci CIA ajanına bakabiliriz. O daha meÅŸhur, anıları Türkçe’de de yayınlandı; Ruzi Nazar. (CIA’nin Türk Casusu/Enver Altaylı).
***
Ekim 1917 devrimi sırasında Sovyetler'de doğan Ruzi Nazar, akrabalarını Stalin'in öldürdüğü bir Özbek olarak 2. Dünya Savaşı'na Kızıl Ordu subayı olarak giriyor. Savaşı ise Türkistan Lejyonları içinde Nazi saflarında tamamlıyor. Savaştan hemen sonra ise CIA'ye katılıp 11 yılı Türkiye'de olmak üzere 45 yılını soğuk savaşın en büyük istihbarat örgütünde geçirmiş bir isim Nazar.
Clarridge’den 9 yıl önce 1959’da CIA’nin Ankara ÅŸefi olmuÅŸ, birlikte 3 yıl çalışmışlar ve 1971 muhtırasından sonra da Türkiye’den ayrılmıştı. Anılarından, Nazar’ın bir sabaha karşı evine sarhoÅŸ gelip anti-emperyalist 9 Mart darbesi için destek isteyen Cemal MadanoÄŸlu’ndan aldığı bilgiyi Amerikalılara ilettiÄŸini öğrenmiÅŸtik. Yetkin’in kitabından darbeden iki gün önce darbenin bilgisini Clarridge’in Washington’a raporladığını öğreniyoruz.
Kitapta en dikkat çekici olan bilgilerse Ruzi Nazar’la Alparslan TürkeÅŸ arasındaki iliÅŸkiler. Anılarında Nazar, TürkeÅŸ’i ithamlardan korumaya çalışan bir dikkatle nasıl tanıştıklarını anlatmıştı. 1955’de Truman Doktrini çerçevesinde gayri nizami savaÅŸ eÄŸitimi almak için, NATO irtibat subayı olarak bulunduÄŸu Washington’da tanışmışlar, ikisi de Turancı olduÄŸu için çok iyi anlaÅŸmışlar ve ailece görüşmeye baÅŸlamışlardı.
Daha sonra ilginç bir ÅŸekilde 27 Mayıs 1960 darbesinden altı ay önce Ruzi Nazar, Ankara’ya CIA görevlisi olarak atandı. Resmi görev tanımı; “Sovyetlerle mücadele konularında Ankara’daki ABD büyükelçiliÄŸi ile TUSLOG komutanı arasındaki irtibat görevlisi”ydi.
Murat Yetkin’le röportajı sırasında ise esas görev alanının Türkiye deÄŸil, CIA’nin İran ve Orta Asya operasyonları olduÄŸunu söylemiÅŸ Nazar.
Ama onun Türkiye’ye gelmesinden altı ay sonra 27 mayıs darbesi oldu ve darbenin sözcüsü de arkadaşı Alparslan TürkeÅŸ’ti. Ailece görüşmeye devam ettiklerini anlattığı TürkeÅŸ, 13 Kasım 1960’da 14 MBK üyesi ile birlikte Cemal MadanoÄŸlu’nun giriÅŸimiyle tasfiye edilip tutuklandığında TürkeÅŸ’in kızları da Ruzi Nazar’ın evindeydi. Yine anılarında Nazar, bu olay üzerine TürkeÅŸ’in öldürülebileceÄŸini düşünerek ABD’nin CumhurbaÅŸkanı Cemal Gürsel nezdinde giriÅŸimde bulunmasını saÄŸladığını anlatmıştı.
Gerçekten TürkeÅŸ ve diÄŸer 14’ler, daha sonra Mürted Havaalanı’ndan bindirildikleri uçaklarla çeÅŸitli baÅŸkentlere Büyükelçilik müşaviri olarak gönderilmiÅŸlerdi.
TürkeÅŸ’in gönderildiÄŸi ve 25 ay kaldığı yer ise bu kitabı okurken ilginç geliyor artık; Hindistan’ın baÅŸkenti Yeni Delhi. Yetkin’in kitabındaki ilginç iddia ÅŸu; Ruzi Nazar, Yeni Delhi’de TürkeÅŸ’i ziyarete gittiÄŸinde, Hindistan’da göreve baÅŸlayan Duane Clarridge’i de yanına alıp, onunla tanıştırmıştı.
Ruzi Nazar’ın yetiÅŸtirdiÄŸi, anılarını yazacak kadar yakını olan eski MİT mensubu Enver Altaylı’nın 1977-1980 arasında MHP’nin gazetesi Hergün’ün baÅŸyazarı olduÄŸunu da ekleyelim.
Daha fazlasını da kitabı okuyacaklara bırakalım.
***
Türkiye’de en kritik zamanlarda görev yapmış ve anılarını yazmış iki CIA ÅŸefinin bilinen somut iliÅŸkilerinin yolunun bugün herkesi çok kolayca Amerikan ajanlığı, Kraliçe’nin adamlığı, vatan hainliÄŸi, gayri millilikle suçlayan iki harekete çıkması epey ibretlik olmalı. Hem de bunu ellerinde bu kitaptaki bilgilerin binde biri kadarı bile yokken yapıyorlar yıllardır.
Tabii bütün bu ilişkilere bakarak kimse hakkında herhangi bir ithamda bulunulamaz. Bu ilişkiler, uzun geçmişleri, arka planları olan o siyasi hareketleri hiç bir şey yapmaya da yetmez.
Ama bugün bir CumhurbaÅŸkanı’nın Kraliçe’yle kadeh kaldırdığı bir fotoÄŸraf ya da İngiltere’de master yapması bile onu Kraliçe’nin adamı yapmaya yetiyor. Bir baÅŸbakanın mezun olduÄŸu lise onu oranın adamı yapıyor. Bir bisküvi reklamından suikast planı çıkarılıp gece nöbetler tutuluyor, bir futbol takımının gösterisinden gizli darbe emri bulunup soruÅŸturma talimatı veriliyor.
Bugün ilk kez mahkeme önüne çıkacak Büyükada’daki seminere katılan sivil toplum aktivistleri için iddia edilen her ÅŸey boÅŸ çıksa da hala onlardan ajan diye bahsedilebiliyor.
Bütün bunlar darbe gibi ağır bir travma atlatmış bir ülke için belki anlaşılabilir paranoyalar.
Ama Türkiye’nin AK Parti iktidarı sayesinde geride bıraktığı, 2000’lerin başındaki “Musa’nın çocukları” “Sivil ÖrümceÄŸin Ağında” kafasına geri dönmesini, bütün sivil toplum örgütlerini, siyasi aktivistleri eÄŸer devletle her konuda hem fikir deÄŸillerse potansiyel dış güçlerin piyonu olarak gören bakışı bu travmalar da meÅŸrulaÅŸtırmaz.
Çünkü bu paranoyalar yeni travmaları davet ediyor.
O yüzden bu paranoyaların siyasete, emniyete, adliyeye hakim olmasına izin verilmemeli. Çünkü bunun sonunda ortaya sadece haksız gözaltılar, toplumsal güvensizlik çıkmaz.
Bu paranoyalar, kendi gündemlerini gerçekleştirmek isteyenlere de geniş bir alan açar ve bu büyük bir güvenlik zaafına döner.
Bu geniÅŸ hareket edilecek, her ÅŸeyin gittiÄŸi alanı sadece içerideki gruplar da iktidarlarını büyütmek için kullanmazlar, esas olarak bu belirsizlik hali Türkiye’nin dış politikasına tesir etmek isteyen dış istihbarat örgütleri için de velud bir at koÅŸturacak alana dönüşür.
Daha çok yakın bir zamanda iktidar, medya, entelektüeller, haklı bir askeri vesayetle, darbecilikle hesaplaÅŸma motivasyonuyla Ergenekon, Balyoz gibi davalara destek vermiÅŸ ama bu aşırı siyasi motivasyon gözleri kör edince bu davalarla FETÖ’nün kendi yolunu açtığı görülememiÅŸti.
***
Belki bugün de darbeyle hesaplaÅŸma ve Batı ile artan tansiyonun heyecanıyla, dış politikayı zora sokan, Türkiye’nin elini zayıflatan Büyükada ve benzeri soruÅŸturmalarla aynı ÅŸey oluyordur.
ABD seçimlerine karışan, Avrupa’daki ırkçı partileri fonlayan, Almanya’da bile medyasıyla operasyonlar yapan kuzey komÅŸumuzun kendi dış politika rotasına çekmek istediÄŸi Türkiye’de hiç bir ÅŸey yapmadığı herhalde düşünülmüyordur.
Türkiye’nin dış politikasını, rotasını hükümetler belirler, ama hükümetleri davalar, soruÅŸturmalar, komplo teorileriyle bir anafora sokup, dış politikadaki kararları etkilemek, zorunlu kavgalara sokmak kimsenin menfaatine deÄŸildir.
Yaşanmış gerçek somut elle tutulur entrikalardan kalın kitaplar yazılan bir ülkede yaşadığımızı unutmadan...
kaynak: KARAR
Henüz yorum yapılmamış.