Sosyal Medya

Makale

Neden Bir Devlet Oluyoruz da Millet Olamıyoruz?

Türkiye bölünmüş bir toplumsallığa sahip.

 

Türkiye’nin toplumsal bölünmüşlüğü sosyo ekonomik deÄŸil, sosyo politik bir mahiyet arz ediyor. Yani benzer sosyal katman içindekiler, farklı politik angajmanlar çerçevesinde kendisini konumlandırabiliyor. Türkiye toplumundaki politik ayrılık sıradan politik bir ayrışmaya karşılık gelmemektedir. Kamusal alanlarda her daim belirli bir ÅŸiddette, ayrışmanın sembolü özel günlerde ise yoÄŸun çatışmacı ve çeliÅŸik bir refleks kendisini hemen gösteriyor. Her türden seçim sathı mailinde, Ramazan aylarında, Ramazan ve Kurban bayramlarında, yılbaÅŸlarında, milli günlerde vs. çatışık ve çeliÅŸik refleks en kaba haliyle sahne alıyor.

 

Türkiye toplumsal bölünmüşlüğünün aritmetiÄŸi, bizimkiler ya da ötekiler diye bir çırpıda kümelere bölünerek sayımı yapılabilecek bir basitliÄŸe sahip deÄŸil. Türkiye’de siyaset, bu bölünmüş toplumsallık merkez alınarak yapılıyor. Türkiye’de siyaset, toplumsallığın bölünmüş taraflarının bir temsilcisi olarak iÅŸlev görüyor.

 

Bölünmüşlük durumu tabanda mı meydana gelmiştir?

 

Türkiye’de toplumu derin fay hatları ile bölen; toplumun kendi doÄŸal mecrasında tabandaki farklılaÅŸması deÄŸil, bizatihi devletin kendisidir. Devlet içinde kendisini devletin sahibi olarak gören siyasal elitin iktidara odaklı zihniyeti, Türkiye’de siyaset yapma imkân ve biçimlerini derinden etkilemiÅŸtir. Türkiye’de siyasetin temel çıktısı devleti ele geçirip devleti sahiplenmektir. Devletin sahipliliÄŸini temsil etme kudretini eline geçiren unsurlar kapalı devre oluÅŸturmuÅŸ oldukları özellikle ekonomik örüntülerle kendilerini meÅŸrulaÅŸtıracak bir tabanı oluÅŸturmuÅŸlar ve bu taban marifetiyle devletin önceliklerini umut ya da korku ile toplumun geri kalanına dikte etmiÅŸlerdir.

 

Devletin kendisine yakın olan unsurlar ile oluÅŸturduÄŸu ekonomi politik, her daim yığınlar ile çeliÅŸik ve çatışık bir iliÅŸki yaÅŸanmasına neden olmuÅŸtur. Zira kısıtlı kaynakların dağılımı, kısıtlı bir kesime yönelik gerçekleÅŸmiÅŸtir. DiÄŸer taraftan çeliÅŸik ve çatışık iliÅŸkinin mahiyeti, yönü, ÅŸiddeti Türkiye toplumunda farklı siyasal arayışları sürekli dinamik tutmuÅŸtur.         

 

Türkiye’de siyasallık neden devleti sahiplenmek istemektedir?

 

Türkiye’de tek örgütlü güç devlettir. Taban dediÄŸimiz ama neyin tabanı olduÄŸunu bir türlü çözümlemediÄŸimiz yığınlar, devletin karar alma süreçleri ile devletin eylemlerini yönlendirecek, etkileyecek, dengeleyecek örgütlü bir güce hiçbir zaman sahip olamamıştır. Türkiye’de siyaseti temsil eden sivil unsurlar da toplumu örgütleyecek bir alt yapıya sahip deÄŸildir. Dolaysız olarak siyasal düzenekler için devletin örgütlü gücünü ele geçirmek hayati önem arz etmektedir.

 

Türkiye toplumunu bölen, tek örgütlü güç olan devlettir. Toplumsal bölünmeyi çeşitlendirip derinleştiren ise devletin sahipliliğini ele geçirmeye çalışan siyaset unsurlarıdır.

 

Bu baÄŸlamda;

 

a. Türk siyasal aklının devlet tarifinde ve devlet anlayışında temayüz eden ana fikir; devletin ‘var olma ve var kalma’ durumudur. Türk siyasal kültüründe devletin var olma ve var kalma baÄŸlamındaki ayrıcalıklı yeri, devleti ve devlete ait olan ÅŸeyleri, en baÅŸta zihinsel olarak toplumsalın üzerinde ayrık ve bağımsız bir özne olarak egemenliÄŸe taşımıştır.

 

b. Türk siyasal yaÅŸamında iktidara odaklılık olgusu; oluÅŸan grup/zümre/sınıf çıkarlarının devlet çıkarları ile eÅŸitleme çalışmalarıdır. Bu eÅŸitleme çabaları, toplumsal çatışmaların devlet katında görünür olmasına yol açmıştır. Türk siyasal yaÅŸamında “devleti ele geçirme” söylemi, sivil ve/veya askeri darbeleri, darbe ve ihtilal teÅŸebbüsleri ya da özlemleri, bu eÅŸitleme giriÅŸimlerinin billurlaÅŸtığı alanlardır.


c. İktidar odaklı siyaset; yığınları ifade eden çevrenin siyasal dinamizmini merkezileştirmektedir. Çevrenin siyasetindeki iktidar odaklılık, yüksek bir aidiyet duygusu ile oluşabilecek tutarlı bir kitleselliği mümkün kılamamaktadır. Çevrenin ancak ana kırılmalar ile dışsal olarak elde etmiş olduğu kazanımları korumak ve kollamak haricinde bir siyasi duruşu oluşamamıştır. Kısaca iktidara odaklı siyasi zihin, çevreden koparttıklarını merkezileştirmektedir.

 

d. Merkezileşme; devlet ve sivil siyaset ayrımının bulunmadığı bir zemine işaret etmektedir. Merkezileşmede bütün sorunlar artık bir devlet sorunu olarak ele alınma eğilimini taşımaktadır.


e. Siyasetin bölünmüş toplumsallıklar üzerinden yapılıyor olması; siyaseti, uzlaşma arayışlarının sahası olarak değil, çatışmaların sahası olarak değerlendirilmesine yol açmaktadır. Batıcı-Laik/ Doğucu-İslamcı ana bölünmüşlüğün yanında yeni bölünme alanları doğmakta ve toplumsal bölünme giderek çeşitlenerek derinleşmektedir.


f. Türkiye’de devletin bir anayasa yapma ihtiyacı toplumsal bir basıncın sonucu olarak deÄŸil, devleti kontrol eden siyasal kadroların kendi güçlerini bir anayasa yapabilme iradesi ile ispata yönelik güç gösterisi olarak tezahür etmektedir. Bir anayasanın gerekliliÄŸini savunan merkezi siyasettir ve mevcut anayasayı askıya alan, deÄŸiÅŸtiren ve yeni bir anayasa vazeden de merkezi siyasetin bizatihi kendisidir.


g. Türkiye’de devlet aygıtı homojen bir yapı arz etmemektedir. Türk siyasal yaÅŸamına damgasını vurmuÅŸ bulunan ‘siyasetin devlet katında deruhte ediliyor olması durumu’, siyasetin üretmiÅŸ olduÄŸu çeliÅŸki ve çatışmaların da devlet katında oluÅŸuyor olmasının ana nedenidir. Devlet dışı sivil unsurların kendi mecralarında ortaya koymuÅŸ oldukları siyasal faaliyetler, devlet katında çatışan siyasal aktörlerin elini güçlendiren ve iktidar aygıtını kontrol hakkını saÄŸlayan meÅŸrulaÅŸtırıcı araçsallıklardan öteye geçememektedir.


Sonuç olarak;

 

h. Akparti’nin birinci ve ikinci iktidarı döneminde sivil toplumcu dili çok yüksek olmasına raÄŸmen üçüncü iktidarı döneminden baÅŸlayarak bu sivil toplumcu dili azaltmaya baÅŸladığı gözlemlenmektedir. Akparti’nin Türkiye’nin bölünmüş bir toplum olduÄŸu gerçeÄŸinden yola çıkarak oluÅŸturmuÅŸ olduÄŸu siyasal dili ve bu dilin özeti konumundaki ‘Millet Ä°radesi’ vurgusu; Türk siyasal yaÅŸamının tarihsel çeliÅŸki ve çatışma öbekleÅŸmesinin bir tezahürüdür. Akparti’nin muhafazakâr bir yönelim içerisine girmiÅŸ olması; “yönetim hakkı” hususundaki kadim Türk siyasal kültürünün egemenlik olgusunun güçlü bir izdüşümüdür.  


i. Türk muhafazakâr geleneÄŸinin “devleti ile birlikte var olma” siyasal temasının dayandığı meÅŸrulaÅŸtırıcı söylemi “Milli Ä°rade”’dir. Milli irade kavramsallaÅŸtırması, Türk siyasal kültürünün kadim anlayışı olan “dirlik ve düzen” fikrinin, Türk demokratik yaÅŸamına uyarlanmış meÅŸrulaÅŸtırıcı bir güncellenmesinden ibarettir. Dirlik ve düzen fikri; egemenliÄŸi kullanan ve “devlet aklı” olarak “aÅŸkınlaÅŸtırılan” yönetsel aygıtın eylemlerinin, külfetin yüklendiÄŸi yönetilenlerden bağımsız olması gerektiÄŸi anlayışına dayanmaktadır. Bu anlayışta yönetsel aygıt, eylemlerinde yönettiklerinden bağımsız hareket etmektedir.


j. Türkiye’nin merhamet eksenli bir normalleÅŸmeye ihtiyacı vardır.  Ä°ktidara odaklı bir siyaset yerine, toplumsal merhameti eksen alan siyaset yapma biçimleri ile imkânlarını aramak, aklıselim sahiplerinin vazifesi olmalıdır. Tarihsel baÄŸlamda temel çeliÅŸki ve çatışma devlet ile toplum arasında yaÅŸanmaktadır. Toplumu devletine karşı yeri geldiÄŸinde savunmak gerekmektedir. Bu savunudan çıkacak olan ÅŸey ise millet olabilmektir.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.