Sosyal Medya

Makale

Barış istiyorsan güçlü olacaksın

Yalnızca bugün deÄŸil, insanlık var olduÄŸundan beri ne yazık ki, güçlü olanlar zayıf olanları ezmiÅŸ, sömürmüş, onlara haklarını vermemiÅŸ, zaruri ihtiyaçlarından bile mahrum bırakmışlardır. Hak dinler “haklı olan güçlüdür” ilkesini getirmiÅŸ, ama uygulamada daha ziyade “güçlü olan haklı sayılmıştır”.

Hz. Ebu Bekir halife seçildiği vakit yaptığı konuşmada şunu da söylemişti:

“Haklı bana göre güçlüdür, onun arkasında durur hakkını alırım, haksız bana göre güçsüzdür onun karşısında durur haksızlığını önlerim!”.

Ama hem İslam dünyasında hem de ötekilerin dünyasında genellikle uygulama, Hazret-i Sıddîk'ın ortaya koyduğu ilkeye uygun olmamıştır.

Güçlünün haklı gibi davranması ve istediğini elde etmesi yalnızca bir toplumun içinde olmamış, uluslararası ilişkilerde de aynı zulüm cari olmuştur.

Bir zamanlar Müslümanlar güçlü idi ve dinlerine uygun davrandıkları sürece yalnızca ülkelerinde deÄŸil, ulaÅŸabildikleri kadarıyla dünyada adaletin bekçiliÄŸini yapıyorlar, haksızlığa uÄŸrayanların sığındığı merci oluyorlardı. “Ä°slam barışı” hak ve adalet temeline oturmuÅŸ bir barış idi; güç kullanılarak haksızlığın örtüldüğü, korkuya ve baskıya dayalı sükun ve huzurun yaÅŸandığı bir barış deÄŸildi.

Son asırlarda gayr-i müslim ülkelerin bir kısmı güçlendi, Ä°slam toplumu ise dinlerinin emirlerini yerine getirmedikleri, hak, adalet ve barış için güçlü olmaları gereÄŸini idrak edemedikleri için maddi manada zayıf düştüler. Güce kavuÅŸan gayr-i müslimler (tabii bir kısmı), zayıf olan ötekileri (bunların Müslüman olanı da baÅŸka dinlere mensup olanları da vardır) hak hukuk tanımadan ezdiler, ülkelerini iÅŸgal ettiler, maddi ve manevi deÄŸerlerini sömürdüler, uzun yıllar sömürge yaptıkları ülkeleri soyup soÄŸana çevirdiler… İçlerinden vicdan sahiplerinin zorlamasıyla son asırda “insan hakları” kavramına iltifat ettiler, altını imza ettikleri belgeler yayınladılar, adaleti ve barışı korumak için uluslararası kurum ve kuruluÅŸlar icad ettiler ama hepsi nafile; yine güçlü olan zayıf olanı ezmeye, sömürmeye ve ondan istediÄŸini almaya devam ediyor.

Bundan önceki yazımda “mücahidlere ve muhacirlere yardım edelim” demiÅŸtim. Bu yardımın içinde “düşmana ve zalime karşı güçlü olabilmeleri için gerekiyorsa silahın da olmasına” iÅŸaret etmiÅŸtim.”

Yazıyı okuyanlardan birkaçı “hala mı savaÅŸ istiyorsun, barışı ne zaman isteyeceksin” kabilinden itirazlarda bulundular. Bu zevat anlaşılan bilmiyorlar ki, bugün de adalet ve hakkaniyet içinde bir barış için bunu isteyenlerin en güçlü olmaları gerekiyor. Ne demiÅŸti Namık Kemal:

“Hazır ol cenge eÄŸer istiyorsan sulh-u salah”

Ve ne diyor Kerim Kitabımız:

“Allah'ın ve sizin düşmanlarınızı ve onların gerisinde olup sizin bilmediÄŸiniz ama Allah'ın bildiklerini korkutup caydırmak üzere onlara karşı elinizden geldiÄŸi kadar güç ve savaÅŸ atları hazırlayın. Allah yolunda harcadığınız her ÅŸeyin karşılığı, zerrece haksızlığa uÄŸratılmadan size tastamam ödenecektir.” (Enfal: 8/60).

Bir zamanlar caydırıcı güç “savaÅŸ atlarına binmiÅŸ cengaver süvarilerdi”, ÅŸimdi savaÅŸ uçaklarıdır, füzelerdir, nükleer silahlardır. Bu silahlara sahip olan birkaç milyonluk bir devlet, sahip olmayan yüz milyonları tehdit edebiliyor.

Ya nükleer silah dünya yüzünden kalksın, yahut da her devlette bulunsun!



Cenevre'de mazlumların haklarını almalarını ve adil bir barışın yapılmasını istiyorsak masadaki tarafların aralarında güç dengesinin bulunması ÅŸarttır. Aksi halde orada da “güçlü haklı olur” vesselam.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.