Sosyal Medya

Makale

Yerli ve millî olmak

Yüzüncü yıllardan geçiyoruz. Balkan SavaÅŸları, Birinci Cihan Harbi. Daha dikkatli olabilmek için, neler yaÅŸandığına dair ciddi okumalar yapmalı ve deÄŸerlendirmelerde bulunmalıyız.

Evvela, Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı isimli eserine yazdığı önsözden kısa bir bölüm: “Bizden Bel-                   grad’ı aldıkları zaman, düÅŸman delegeleri NiÅŸ kasabasını da istemiÅŸlerdi. Osmanlı delegesi ayaÄŸa kalkarak; “Ne hacet” dedi, “İstanbul’u da size verelim.” Babalarımız için NiÅŸ, İstanbul’a o kadar yakındı. Biz eÄŸer Vardar’ı, Trablus’u, Girit’i ve Medine’yi bırakırsak, Türk milleti yaÅŸayamaz sanıyorduk. Çocuklarımızın Avrupa’sı Marmara ve Meriç’te bitiyor.” (Milli EÄŸitim Basımevi, 1970, sayfa 12)

Kısa sürede ve yıkıcı bir ÅŸekilde yaÅŸanan, tam olarak budur. Devamı için, Edward Erickson’ın Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nu anlattığı önemli eserinden bir cümle paylaÅŸalım: “Türkiye’nin düÅŸmanları Mondros Mütarekesi’nden sonra bu ülkeyi ebediyen yok etmeye kalkışacaklardı.” (Size Ölmeyi Emrediyorum, Kitap Yayınevi, 2003, sayfa 288.) Hemen peÅŸinden, bir ihtiyaç gibi, Yahya Kemal’in 1918 baÅŸlıklı ÅŸiirini okuyorum. Mütareke’nin milletimiz için ne manaya geldiÄŸini anlattığı o dokunaklı ÅŸiiri: “Ölenler öldü, kalanlarla muztarip kaldık / Vatanda hor görülen bir cemâatiz artık.” (Kendi Gök Kubbemiz, 1961, sayfa 75.)

“Denize düÅŸen yılana sarılır” atasözünün bir baÅŸka çeÅŸidi daha vardır ve pek kullanılmaz. Åžudur o: “Denize düÅŸen kılıca sarılır.” Bu söz, milletimizin bin yıllık macerasını özetliyor gibidir. Malazgirt’ten İstiklâl Harbi’ne kadar. Fırsatını bulmuÅŸken, “felaket yalnız gelmez” sözünü de hatırlatmak isterim. Daha geniÅŸ bilgi için, Osmanlı’nın son elli yılına bakılabilir.

***

Mustafa Çalık’ın yayına hazırladığı Bir Asır Sonra Balkan SavaÅŸları kitabında hiç unutamadığım, defalarca okuduÄŸum bir bölüm var. Bu yazı için biraz uzun sayılabilir. Ne var ki, derdimizi anlatabilmek için, tamamını paylaÅŸmak zorundayız: “Balkan Harbi’nde önemli bir kısmı Türk olan harekât sahasındaki Müslüman sivil halk, Osmanlı siyasi merkezinin kendilerinden beklediÄŸi vatanseverlik ve sadakatle baÄŸdaÅŸtırılması pek de mümkün olmayan bir davranış tarzını tercih ederek, yüzlerce yıllık Osmanlı beldelerinin düÅŸmana mukavemet edilmeden teslim edilmesine zemin hazırlamışlardır. Kosova vilâyetinde Manastır, Üsküp, Kalkandelen ve Gostivar’da, Müslüman ahalinin de içinde bulunduÄŸu mahalli halk, ÅŸehirlerinin düÅŸmana harp edilmeden teslim edilmesi taleplerini içeren mazbata tanzim edip yetkili makamlara takdim etmiÅŸlerdir. Yine Kosova’da Prizren, Yakova ve İpek halkı da düÅŸmana teslim olmayı tercih etmiÅŸlerdir. Muharebeye henüz katılmamış kırk bine yakın askerden mürekkep taze bir kuvvetin bulunduÄŸu Selanik vilâyetinin düÅŸmana mukavemet edilmeden teslimi için belediye baÅŸkanı ve müftü dahil İl İdare Meclisi mazbata düzenleyerek 5 Ekim 1912 günü Garnizon Komutanlığı’na baÅŸvurmuÅŸtur.” (Hasip Saygılı, sayfa 157)

“Yerli ve millî olmak nedir” sorusunun cevaplarından biri de galiba budur. Erzurum’u yiÄŸit, MaraÅŸ’ı kahraman, Antep’i gazi, Urfa’yı ÅŸanlı yapan. BaÅŸka örnekler de verilebilir.

Aynı kitaptan bir cümle daha: “Günde ölen 100 civarındaki askerin % 10’u Rumeli’den, % 90’ı da Anadolu’dandır.” (İsmail Küçükkılınç, 247)

Anadolu’yu vatan kılan, kıymetli ve dertli hale getiren, her ÅŸeyden evvel, iÅŸte bu ağır kayıplardır.

***

Bunca yaÅŸanmışlığa ve acı tecrübeye raÄŸmen, bir insan yahut topluluk, hâlâ bu toprakların aleyhine olacak ÅŸekilde iÅŸ tutuyorsa, adım atıyorsa, biz ona ‘yerli ve millî’ diyemeyiz. İster siyasetçi olsun, ister din adamı. ‘Müftü’ örneÄŸini boÅŸuna vermedik.

Yerlilik, yerini / yurdunu bilmek, ona göre davranmak ve yaÅŸamaktır. Vatanı ve milleti için her türlü fedakârlığı göze almaktır. Mensubu olduÄŸu milletin tarihi yürüyüÅŸüne uyum göstermek ve kadim kaynaklarına, deÄŸerlerine hürmet etmektir.

Yerli ve millî olan, ne yaÅŸarsa yaÅŸasın, ülkesini yabancılara ÅŸikâyet etmez. Dış müdahaleye zemin hazırlamaz. BaÅŸkalarının adamı, kuklası, oyuncağı, maÅŸası olmaz. Türkiye’yi zor durumda bırakacak ÅŸekilde kendini kullandırmaz. Åžifayı, çareyi, çözümü dışarda deÄŸil, içerde arar. Millete gider.

Millî kelimesi, ‘dinî’ anlamına da gelir. Millî olan, her daim, önceliÄŸi din kardeÅŸlerine verir. Onları korur, gözetir. Darda kalanların, garip düÅŸenlerin yardımına koÅŸar. Hamiyet-i diniye ve hamiyet-i milliye.

Yerli ve millî olan, ÅŸahsi menfaatini yahut baÄŸlı olduÄŸu grubun çıkarlarını, vatanın / milletin önüne koymaz. Ar eder. Böyle bir davranışın içindeyse eÄŸer, ÅŸu partiden veya bu cemaatten, aidiyet meselesini gözden geçirmelidir. Yazmıştık, yine yazalım: Mensubiyet duygusu olmayanın mesuliyet ve mahcubiyet duygusu da yoktur. Olamaz.

Hiç eskimeyen sözlerimizden biri de budur: ‘Cumhura muhalefet hatadan gelir.’ YaÅŸananlara, yapılanlara bir de bu açıdan bakalım.

Açık bir biçimde gördük, görülüyor: Ülkemiz, bir buçuk yıldır, yerli ve millî olmayanların fenalıklarıyla mücadele ediyor. Elimizde kalan son toprak parçası, bataklığa dönüÅŸtürülmek isteniyor.

Said Halim PaÅŸa, Batı dünyasının oyunlarını ve ikiyüzlü politikalarını eleÅŸtirirken; “geçmiÅŸte olanlar, gelecek için tatlı hayaller beslememize imkân bırakmıyordu” der. (Buhranlarımız, sayfa 273) Bu ÅŸahitlik, bize ne söylemektedir? Aklıma ilk gelen: Yerli ve millî olan, bunca ağır kayıptan ve acı tecrübeden sonra, hiçbir ÅŸey olmamış gibi yaÅŸayamaz, davranamaz.

YENİŞAFAK

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.