Makale
Sana yalan söylüyorlar şakirt!
40 sanıklı davanın yaÅŸ ortalaması 40 civarı. Öyle bir terör örgütü ki bu üyelerinin 3’te biri 40, 4’te biri 50 yaşın üstünde.
Ama savcıya göre karşımızdaki potansiyel Türkiye El Kaidesi. El Kaide’yle somut bir iliÅŸkisi tespit edilemese de, ÅŸimdilik hiçbir eylemi olmasa da.
İddianameye göre ÅŸimdilik suçları Hurufi hesaplarla 2012 yılında gelecek Mehdi’ye hazırlık yapmak, “manevi olarak” El Kaide’yi desteklemek.
“Terör gayri-iradi olarak da meydana gelebilir” diyen bir savcı için çok da tuhaf deÄŸil bu. Her ÅŸey belki hukuka deÄŸil ama Minority Report filmine uygun…
İddianamedeki deliller için bilirkiÅŸi raporu hazırlayan Prof. Dr. Adem Sözüer ve Doç. Dr. Mahmut Koca’nın raporundan okuyalım:
“Sonuç olarak, soruÅŸturma aÅŸamasında sanıkların iletiÅŸim araçları uzun süre denetlenmiÅŸ olmasına (yaklaşık 7 ay kadar) ve yine kamuya açık faaliyetleri ile iÅŸ yerleri teknik takibe alınmış olmasına raÄŸmen, esas itibarıyla siyasi-dini içerikli söylemlerden ibaret konuÅŸmalar tespit edilmiÅŸtir. Bu konuÅŸmalar ise bir terör örgütünün varlığına iÅŸaret eden, örneÄŸin suç iÅŸlemek amacıyla silah veya eleman temini, aynı amaçla finans saÄŸlama ile fonksiyonel hiyerarÅŸik yapı oluÅŸturma gibi unsurların gerçekleÅŸtiÄŸini gösterir bir bulgu içermemektedir
…
Sanıkların dini ve siyasi söylemlerinin tehlikeli olduÄŸu ve gelecekte bir terör örgütü olabilecekleri tahminine dayalı olarak kiÅŸilerin yargılanması ifade ve örgütlenme özgürlüÄŸünün ihlali anlamına gelir.”
Peki, hangi somut delillere dayanarak 50 yaşındaki çoÄŸu esnaf ve imamlık yapan bu Risale-i Nur cemaatinden bir potansiyel El Kaide örgütü çıkarmış polis ve savcı?
Örgüt olduklarına kanıt ne? Mesela bu tape:
“Bahri: Alo
Mehmet: Alo
Bahri: Efendim buyrun.
Mehmet.: Selamün aleyküm Bahri Bey.
Bahri: Aleyküm selam başım gözüm üstüne.
Mehmet: İmam Mehmet sen tanıdın mı hoca abi hoca abi, İmam Mehmet.
Bahri: İmam ben senin kölen olurum emret.
Mehmet: Sen neredesin acaba uzak mısın yakın mısın?
Bahri. Ben postanenin ordayım kölesi olduÄŸum…”
Polis bu telefon konuÅŸmasını okuyup 66 yaşındaki İmam Mehmet DoÄŸan’a sormuÅŸ: “KonuÅŸma içeriÄŸinden adı geçen kiÅŸinin bir örgüt hiyerarÅŸisi içerisinde sizden aldığı talimatlar doÄŸrultusunda hareket ettiÄŸi açık bir ÅŸekilde anlaşılmakta olup…”
Örgüt kısmı böyle halledilmiÅŸ. Peki terör ve ÅŸiddet suçlaması için gerekli silahlar nerde?
22 Ocak 2010 günü 22 ilde 112 kiÅŸiye yönelik baskınlarda bu potansiyel El Kaide örgütünden ele geçirilebilen silahlar; İki adet ruhsatlı, bir ruhsatsız tabanca. İki adet tüfek. Ve mermiler. (7.65’lik ruhsatsız tabanca, uygun olmayan bir ÅŸarjör ve 9 mm’lik mermilerle bulunmuÅŸ. İki adet ruhsatlı tabanca da tabii suç delilleri arasına girmiÅŸ. BoÅŸ kovanlarla birlikte)
İddianameye göre cihada hazırlanan bu örgütün en büyük cephaneliÄŸi ise İstanbul Bahçelievler’deki bir evden çıktı; 2 adet savunma tipi el bombası, 1 adet taarruz tipi el bombası gövdesi, 1 adet renkli sis kutusu, kablolar ve fiÅŸekler…
Evin hikayesi ilginç. Ev davanın sanıklarından Turgut Yıldırım’ın (46) 7 yıl önce ölen abisine ait. Kimsenin oturmadığı ev, taziye evi olarak ve risale sohbetleri için kullanılıyor. İşin ilginç tarafı evde baskından bir gün önce de taziye ve risale sohbeti varmış. (Hatta gelenlere kolaylık olsun diye evin anahtarı üzerinde bırakılmış. Hatta dinleme kayıtlarına göre Yıldırım, bir gün önce içinde bombalar bulunan evin adresini sohbete gelmek isteyen hiç tanımadığı birine dahi vermiÅŸ.)
EÄŸer iddianameye göre burası “bir örgüt eviyse”, polisin neden tam da “örgüt toplantısının” olduÄŸu bir gün önce bombalarla birlikte örgüte suçüstü yapmamış olduÄŸunu açıklamak zor.
Tuhaflık bu ev baskını için söylenecek en hafif kelime. Polis, evi aramaya gelmiÅŸ. Kapıyı kim açmış peki? İddianameye göre evinin dolabında bombalar saklayan Turgut Yıldırım anahtarıyla gelip kapıyı polislere açmış.
Kanuna göre savcının olmadığı durumlarda ihtiyar heyetinde veya komÅŸulardan iki kiÅŸinin aramaya tanık olarak katılması gerekiyor. Bu aramada sadece yönetici Nimettin Tosun bulunmuÅŸ.
Tam bir bulunmak de deÄŸil bu. 9 Mart 2011 tarihli mahkemede Tosun, “sabah beÅŸ buçuk civarında gelen polislerin dairede arama yapacaklarını söylediklerini, kapı kilitli olduÄŸu için Turgut Yıldırım’ı almaya gittiklerini, kendisinin de üzerini deÄŸiÅŸtirmek için eve gittiÄŸini, döndüÄŸüne kapının açık olduÄŸunu, polisin eve giriÅŸini görmediÄŸini, kendisi eve girdiÄŸinde bombaların çekyatın üzerinde dizilmekte olduÄŸunu, bombaların bulunuÅŸ anını da görmediÄŸini” anlatmış.
Tosun ifadesinde, arama tutanağında imzası olan diÄŸer isim ev sahibi Turgut Yıldırım’ın bir ara namaz kılmak için gusül abdesti alması gerektiÄŸini söyleyerek polislerden izin alıp banyoya gittiÄŸini anlatıyor.
El Kaide’nin cephanelik olarak kullandığı hücre evine baskın deÄŸil sanki ev oturması…
Peki, polisler bombaları ne zaman, nerde ve nasıl bulmuÅŸ? Kim görmüÅŸ?
Bunu da tam bilemiyoruz. Çünkü aranan eve polis kamerası da bombaların bulunmasından sonra gelmiÅŸ. O yüzden 3 bombanın bulunuÅŸ anının görüntüsü yok.
Aramayı yapan polislerin ifadeleri de birbirini tutmuyor. Polis memuru Cemal Arslan tanık olarak dinlendiÄŸi mahkemede 3 adet bombanın aramanın baÅŸlamasından 1-2 saat sonra bulunduÄŸunu söylemiÅŸ. DiÄŸer polis memuru Kadir GümüÅŸ’e göre ise bombalar aramanın baÅŸlamasından 15-20 dakika sonra bulundu.
Daha da ilginci polis memurlarından Cemal Arslan “bombaları ben ve Serkan adlı polis arkadaşım bulup, evin içinde yan yana dizdik” derken, diÄŸer polis memuru Kadir GümüÅŸ ise bombaların bulunduÄŸu poÅŸeti ellemeyip, müsait bir yere koyarak, teknik ekibe haber verdiklerini anlatmış.
İşin en sıcak kısmına geldik.
Peki bu bombalar bu eve nasıl geldi. 7 aylık fiziki takip ve dinleme kayıtlarında bu bombaların bu eve geliÅŸiyle ilgili hiçbir veri ortada yok. Turgut Yıldırım’ın bu bombaları buraya getirdiÄŸiyle ilgili de. Daha da tuhafı bulunan bomba ve mühimmatın üzerinde davada yargılanan 50 sandığın ve ev sahibi Turgut Yıldırım’ın parmak izi çıkmadı. Turgut Yıldırım’ın evde parmak izinin çıktığı tek delil Kenzul-İrfan adlı kitap. Ayrıca evden ele geçirilen eÅŸyalarla davadaki diÄŸer hiçbir sanık arasında biyolojik ve moleküler eÅŸleÅŸme de saÄŸlanamadı.
Esas skandal ise davanın özü olan bu üç bombanın üzerinde aramayı yapan üç polisin parmak izlerinin çıkmış olması.
Tam bu noktada sözü savunmaya verelim. Mesela Nazlı Ilıcak’a. Her zamanki polisiye meselelerdeki uzmanlığını konuÅŸturduÄŸu seri tweetlerinde ÅŸöyle demiÅŸ:
“Gerçek diye yutturulan bir yalan da TahÅŸiyecilere yönelik operasyonda bomba üzerine polisin parmak izinin bulunduÄŸu iddiası. Aramada polis bir poÅŸet görüyor. PoÅŸetin içinde bomba var. Olay yeri inceleme ekibi çaÄŸrılıyor. Polis ve amiri poÅŸeti tuttuklarını beyan ederek, ilk gün parmak izlerini aldırıyorlar ki farklı bir parmak izi de var mı anlaşılsın. Eldiven delikti iddiası gerçeÄŸi yansıtmıyor. Poliste eldiven yok ki delik olsun. Zaten tertip yapılsa eldiven takmazlar mı?”
Bombalarda polisin parmak izi olduÄŸu yalan deÄŸil, raporla sabit bir gerçek. Bombanın nasıl ve kim tarafından bulunduÄŸu hakkında polislerin ifadelerindeki çeliÅŸkileri de zaten yukarıda anlatmıştık. Parmak izi olanlar arasında amir yok. Öyle bir talep de yok. Geriye kaldı eldiven. Onu da direk mahkemedeki polis ifadelerinden okuyalım:
“Polis memuru Kadir GümüÅŸ: … arama sırasında benim elimde eldiven vardı, diÄŸer arkadaÅŸlarda da vardı… (“Bombalar üzerinde parmak izinizi nasıl açıklarsınız sorusu” üzerine): Ben aramayı eldivenle yaptım ama arama ancak arama sırasında eldiven yırtılmış olabilir, tam olarak hatırlamıyorum.
Polis memuru Cemal Aslan: … aramada eldiven kullandım, ancak aramalar sırasında kullandığımız ameliyat eldiveni bir süre sonra yıpranmaktadır, bu yüzden bir süre sonra çıkarmış olabilirim.”
Peki kim haklı? “Poliste eldiven yok ki delik olsun” diyen Nazlı Hanım mı yoksa bizzat kendi ağızlarından “eldiven taktık ama yırtılmış olabilir” diyen polisler mi? Söz konusu olan Nazlı Hanım olunca karar vermek zor.
Diyelim ki polisler yanlış, o sırada olay yerinde olmasa da Nazlı Hanım doÄŸru hatırlıyor. Bombalar sahih olsa da bombaların ne için kullanıldığını ya da kullanılacağı, nasıl ve nerden ele geçirildiÄŸiyle ilgili hiçbir somut delil olmadığı gibi, bombaların bulunduÄŸu evin sahibi Turgut Yıldırım’la örgütün lideri olduÄŸu söylenen Mehmet DoÄŸan arasında (yani örgüt arasında) da ne fiziki, ne de bir iletiÅŸim baÄŸlantısı kurulamamış. Yani ikisinin birbirini tanıdığı dahi hukuken ispatlanmamış. (Zaten ikisi tanışmadıklarını iddia ediyor) Yıldırım’la davadaki sadece düÅŸük profilli iki sanık arasında iletiÅŸim tespit edilmiÅŸ. Bu da günlük konuÅŸmalardan ibaret bir iletiÅŸim.
Yani operasyonda terör örgütüne en ciddi delil olarak gösterilen üç bombanın evin sahibi Turgut Yıldırım’la, Turgut Yıldırım’ın da örgütle ilgisi hukuken ispat edilememiÅŸ.
Bombalar da hukuken patladığına göre geriye elde ne kaldı; fikirler, kitaplar ve konuÅŸmalar.
Grubun klasik Nur çizgisinden daha radikal ve Ortodoksi bir çizgide durduÄŸu biliniyor. Cihad üzerine kitaplar yazan 70 yaşındaki Mehmet DoÄŸan’ın cihad tarifi bir hadis sohbetinde ettiÄŸi ÅŸu cümlelerle özetlenebilir: “Sana ben hükmü söylüyorum. Zahiri cihadın önü açıktır. Çeçenistan’a git, Afganistan’a git, Pakistan’a git, bizatihi cihadın yapıldığı yerlere gidebilirsin, buraya gitmek ÅŸarttır. Peki gitmeden mesuliyetten nasıl kurtulursun ancak manevi cihadı yapmakla kurtulursun. Bu nasıl olur, Kur'anla, sünnetle, hadisle milletin inancını, itikadını düzeltmekle olur.”
Özellikle de iki klip üzerinden. 22 Ocak’taki gözaltılardan hemen sonra CNN Türk’e sızdırılan video kasette DoÄŸan’ın sözlerinin nasıl kötü niyetli olarak kesildiÄŸini http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/yildiray-ogur/583858.aspx yazmıştım. Aynı anda Habertürk’e sızdırılan diÄŸer kaseti de YiÄŸit Bulut Cübbeli Ahmet Hoca’yla programı öncesi kullanmış. Tam ve kesintisiz metni. DiÄŸer klipteki kötü niyetli montajdan bir fikrimizi var. DoÄŸan sohbette;
“Afganistan’da bir ordu teÅŸekkül eder. Bu ordu sizi çağırdığı zaman siz velev karın üstünde emekleyerek olsa da o harbe katılın” diyor. Sonra bi yerde kalabalıktan biri “Usame’nin çağırması var, Müslümanlara farzdır” diyor. İddianameye DoÄŸan’ın cümlesi aleyhine girmiÅŸken, anoNİM SESİN Usameli cümlesi girmemiÅŸ. DoÄŸan’ın cümlesinin Peygamber’in cihadi grupların referans yaptığı bir hadisi olduÄŸunu savcı tam bilmiyor. DoÄŸan hadisin orijinalindeki Horasan’ı, yine Horasan bölgesinde olan Afganistan yapmış.
Diyelim cihad çaÄŸrısı da yapmış. Yapmış da ne olmuÅŸ? Sonuç ne? Operasyon olunca medyaya geçilen 100’lerce insanı Afganistan’a cihada gönderdi gibi iddiaların hiçbirinden iddianamede bahis bile yok. Sadece sözler, sözler…
Bu iki klibin dosyaya giriÅŸi hikayesi de tuhaf. SoruÅŸturmayı baÅŸlatan isimsiz, tarihsiz ihbar mektubuyla gelmiÅŸ iki cd olarak. SoruÅŸturma ilk dinleme kararı 06.05.2009. İhbar mektubunun dosyaya giriÅŸ tarihi ise Eylül 2009. Yani ihbar mektubunu soruÅŸturma dosyasına eklemeyi unutmuÅŸlar sanki. Savcı da kayıtları CNN Türk ve Habertürk linklerinden izlemiÅŸ ve orijinal kayıtlara bakmaksızın iddianamesine eklemiÅŸ.
Hâlâ TahÅŸiyeciler eÅŸittir El Kaide diyenlere, 4 yıl önce El Kaide deÄŸil diyen Wikileaks belgesi, olmadı, Daily Sabah’ın Washington temsilcisi Ragıp Soylu’ya aynı ÅŸeyi tekrarlayan ABD DışiÅŸleri kaynaklarına kulak vermeleri tavsiye edilir. Onlardan bile daha fazla uçan kuÅŸa El Kaide diyenler için ise yapacak pek bir ÅŸey yok.
Zaten polisin ilk fezlekesi El Kaide’ye baÄŸlanamazsa ihtimali düÅŸünülerek hazırlanmış. Fezlekede polis ne olur ne olmaz diyerek TahÅŸiyecilerin Ergenekon’la hatta PKK ile baÄŸlantısını kurmuÅŸ. Kanıt, Azerbaycan’daki bir cemaat mensubunun Ergenekon İddianamesi’nde adı geçen Tenzile Rüstemhanlı’yla irtibatlı biriyle irtibatı. Neyse ki savcı bu Ergenekon dağı kadar uzak baÄŸlantıları iddianamesine koymamış.
(Bir de polisin özel hayatlarla ilgili kayıtlarını, gazetelere bilgi notu olarak geçtiÄŸi eÅŸcinsel iliÅŸkiler, kadın ticareti gibi terör soruÅŸturmasının olmazsa olmazı olan belaltı vuruÅŸları. Ama ilginç bir ÅŸekilde bu malzemeyi imha da ettirmemiÅŸ. Bir gün lazım olur diyerek herhalde.)
Savcının bile kıymet vermediÄŸi Ergenekon baÄŸlantısı iddiasını cemaat gazetecileri ise bugünlerde yeniden dolaşıma sokmakta beis görmediler.
TahÅŸiye örgütünden Fethullah Gülen’den önce bahsedildiÄŸini ispatlama timlerine dönen o gazetecilerin fırlattığı amatör çalışmalardan birine bakalım:
“Taraf’ın Lahika haberine bakın. Lahika kapsamında Genelkurmay İstihbarat bu örgütle ilgilenmiÅŸ.”
Baktık. Hatta bunu yazan arkadaşın kitabındaki Lahika belgelerine de baktık. TahÅŸiye diye bir ÅŸey göremedik. Kendisini gördüyse yazar herhalde. Belki gazetesine vermediÄŸi, kitabına koymadığı, herkeslerden sakladığı o belgeyi sadece Fethullah Gülen’e göstermiÅŸtir, kim bilir.
Daha bitmedi. Biraz belaltı ama olsun katlanacağız: “Yıldo Neriman-Ali ÖzoÄŸlu’yla ilgili Taraf’ta yazdıklarına bakarsa olayı çözer de gerçekleri yazmak için yüzü tutar mı onu bilemem.”
Baktım. Ergenekon’un aklı Pensilvanya’da kalmış savcılarının peÅŸinden gitmeye gerek duymadıkları o derin yapılanmanın izlerini yeniden gördüm. Ama olayı çözemedim. TahÅŸiyeyle hiçbir alakası yok çünkü. O yüzden yüzüm hale tuttuÄŸu için yazmaya devam ediyorum .
Ve en sevdiÄŸim: Biri Yıldo’ya ÅŸunu söylesin. TahÅŸiye Neriman Aydın-Ali ÖzoÄŸlu tapesinde geçiyor. Anladığım Genelkumay-Dursun o dönem bu gruba sızmış.”
OÄŸlu Harun’u kurban edecekken gökten deve inen Musa(!) hikâyesi gibi. En azından Nazlı Ilıcak kendisine söylenenleri kavrıyor ve malzemeyi kullanabiliyor. Bunu bile beceremeyen var.
Ergenekon ek iddianamelerini açıp emin olmak için yeniden Aydın-ÖzoÄŸlu tapelerini okudum. 13 tapeden hiçbirinde TahÅŸiye geçmiyor. (Varsa herhalde yazar) Ama biri arkadaÅŸa söylesin; O TahÅŸiye deÄŸil Hizbul Tahrir. Sızan da Dursun deÄŸil Mehmet Ali Çelebi. Olay bir sızma da deÄŸil ayrıca ama motoru bir günde bu kadar fazla zorlamamak lazım.
“TahÅŸiye Örgütü’nden ilk bahseden Fethullah Gülen deÄŸil” karşı kampanyasının daha saÄŸlam argümanlar da var. Zaman’ın haberinden okuyalım:
“Dosyaya göre; TahÅŸiye yapılanmasını ilk olarak Milli İstihbarat TeÅŸkilatı 2004 yılı öncesinde takibe almış. Emniyet İstihbarat polisi ise 2008'in ilk aylarında MİT'ten aldığı bilgi üzerine çalışmalar yapmış. Yani takip ve soruÅŸturma çalışmalar Fethullah Gülen'in sohbetinden yıllar önce baÅŸlamış.”
Dosya denilen devam eden son dosya. MİT’in 2004 yılı öncesinde TahÅŸiye grubunu takibe alması biraz zor. Çünkü TahÅŸiye yayınları 2004’te kuruluyor. Ama irticayla mücadele için o yıllarda yan yan gelen beÅŸ Müslüman hakkında rapor yazan MİT’in koskoca bir Risale-i nur grubu hakkında raporu olmayacağını düÅŸünmek naiflik olur.
Peki nerede bu rapor/raporlar, tam tarihi ne. Haberden okuyalım yine: “TahÅŸiyeciler grubunun yapısını ve hedeflerini anlatan rapor emniyet ve jandarma arÅŸivlerinde mevcut. Ancak soruÅŸturma savcısı medya operasyonunu baÅŸlatmadan önce bu raporu ilgili kurumlardan istemedi.”
Hadi o ‘kumpascı’ olduÄŸu için istemedi. Peki ya 2010’daki El Kaide operasyonunu yapan savcı niye o zayıf iddianameyi de güçlendirecek bu raporları iddianamesine koymadı? Neden polis fezlekesinde, ilk dinleme kararlarında o MİT raporlarına Emniyet atıf yapmadı?
Habere göre MİT’ten aldığı bilgi üzerine 03-12-2008 tarihinde TahÅŸiye raporunu yazmış olan Ali Fuat Yılmazer’in gizli bilgi notunda da MİT’e tek atıf yok. Ayrıca MİT belgesi gibi, Yılmazer’in o istihbarat notu da hiçbir dosyada, iddianamede yok. Yani ne MİT’in, ne Emniyet’in dosyaya girmiÅŸ, hukuki anlamı olan bir TahÅŸiye raporu yok.
Peki ne yapılmış oluyor bu savunmalarla? Galiba istenenin tam tersi. Bir; Cemaat emniyet ve jandarma arÅŸivlerine hakimiyetini yeniden bize hatırlatılmış oluyor. İki; Fethullah Gülen’in MİT ve Emniyet’in medyaya yansımamış gizli raporlarından haberdar olduÄŸunu da öÄŸrenmiÅŸ oluyoruz. Daha fazlası deÄŸil.
Daha fazlasını yapmaya çalışıp, mantığı zorlayanlar da olmuyor deÄŸil.
Hele 2010’da El Kaide operasyonu talimatını hiyerarÅŸik silsile gereÄŸi polislerin amiri olan İstanbul Valisi Muammer Güler’e ve dönemin Emniyet Müdürü OÄŸuz Kaan Köksal’a sonra onu da 2011’de milletvekili olduÄŸu AKP'ye baÄŸlamak sahiden ÅŸaka olmalı. O halde cemaat gurur duyduÄŸu Ergenekon, Balyoz, KCK operasyonlarının ÅŸanını da önlerine getirilen dosyalara, delillere bakıp bürokratik ve prosedürel son karar mercileri olan mülki erkana baÄŸlasın. Mesela İrancı dedikleri dönemin İçiÅŸleri Bakanı Atalay’a.
Bu türün ÅŸaheseri ise dün Zaman Gazetesi’nde çıkan “TahÅŸiye operasyonunu hükümet yaptı; ErdoÄŸan, ABD'ye ‘El Kaide' diye pazarladı” baÅŸlıklı haberdi.
http://www.zaman.com.tr/gundem_tahsiye-operasyonunu-hukumet-yapti-erdogan-abdye-el-kaide-diye-pazarladi_2264982.html
Haberde TahÅŸiye Operasyonu 6 Nisan 2009’da Obama’nın Türkiye ziyareti ve 9 Aralık 2009’da ErdoÄŸan’ın ABD ziyaretinde edilmiÅŸ El Kaide’ye karşı ortak mücadele manasındaki genel geçer sözlere baÄŸlanmış. İddia büyük “GeçmiÅŸ belge ve konuÅŸmalar bu operasyonu ‘ErdoÄŸan hükümetinin ABD'ye karşı pazarlık malzemesi' olarak kullandığını gösteriyor.”
Dört yıl sonra El Kaide’ye destek verdiÄŸi iddia edileceÄŸi gazetenin sayfalarında, El Kaide’yle mücadele için operasyon yapan ErdoÄŸan’ı görünce insan tuhaf oluyor tabii. Yasin el Kadı engellememiÅŸ demek bu operasyonu.
Bu iddiaya gösterilen deliller ÅŸöyle: “Wikileaks belgelerinden ise ErdoÄŸan hükümetinin operasyonu ABD'ye pazarlamak için yakalananların hedefinde ABD çıkarları olduÄŸunu söylediÄŸi anlaşılıyor. 27 Ocak 2010 tarihli Wikileaks belgelerinde James Jeffrey imzasını taşıyan raporda, ‘22 Ocak'ta yapılan El-Kaide operasyonunda alınanların direkt olarak Amerika'yı hedeflemediÄŸi' notu yer alıyordu.”
Wikileaks’de ErdoÄŸan’ın yakalananların hedefinde ABD çıkarları olduÄŸunu söylediÄŸi cümle nerde geçiyor, hiçbir atıf yok. Sonundaki “Anlaşılıyor” ‘uyduruyorum’un kitabına uydurulmuÅŸu gibi sanki. Bahsedilen 27 Ocak 2010’daki Büyükelçi James Jeffrey’nin telgrafı ise açıkça çarptırılmış. Tam tersine telgrafta “Türk Polisi ve diÄŸer güvenlik teÅŸkilatları ile yaptığımız irtibatlardan edindiÄŸimiz kanaat, tutuklanan kiÅŸilerin El Kaide ile irtibatlarının bulunduÄŸuna inanılmadığı yönünde… Åžüphelilerin çoÄŸunun suçlarının ispat edilmesi zor olduÄŸunu anlıyoruz” ifadeleri geçiyor.
Yani ErdoÄŸan bu operasyonu kullanmak istese de ABD birinci haftasında Emniyet tarafından bu yakalananların El Kaide’yle baÄŸlantısı olmadığı konusunda bilgilendirilmiÅŸti zaten. Bu da çöktü galiba.
TahÅŸiyecilerin tahliyelerinden yıllar sonra ÅŸikayetçi oldukları, operasyonun tamamen hükümetin teÅŸvikiyle hazırlanmış bir kumpas olduÄŸu iddialarını yalanlayan ise 2011 Mart’ında polisler ve savcılardan ilk ÅŸikayeti yapan Mehmet Nuri Turan soruÅŸturma dosyasındaki dilekçesi. SoruÅŸturmayı BaÅŸbakan’ın da avukatlığını yapan Mustafa DoÄŸan İnal’ın yönlendirdiÄŸi iddiası da temelsiz. Çünkü İnal 2010’dan beri davadaki pek çok sanığın avukatı.
Yani özetle Amerikalılara dört yıl önce, operasyonun haftasında gerçeÄŸi söyleyen polis, gazeteci ekürileriyle birlikte dört yıl sonra bunca bilgi ve belgeye raÄŸmen hâlâ yalan söylemeye devam ediyor. En baÅŸta da iç kamuoylarına, yani cemaate, ÅŸakirtlere…
Yalanların motivasyonu Fethullah Gülen’i soruÅŸturmadan kurtarmak.
Halbuki yapılacak olan yalanlar uydurmak, belgelerle gerçeÄŸi bulandırmak deÄŸil, en ufak bir blogda çıkmış haberlere bile tekzip gönderen, açıklama yapan Fethullah Gülen’in durup dururken TahÅŸiye örgütünden neden bahsettiÄŸini, neden kendisine sorularak hazırlanan Tek Türkiye dizisi Karanlık Kurul’da bu konunun iki kez iÅŸlenmesinden günler sonra polisin soruÅŸturma baÅŸlattığını dürüst bir ÅŸekilde anlatması.
İkincil rolleri olan gazetecileri ithamlardan kurtaracak olan da bu açıklama olabilir.
Ama Fethullah Gülen hırslarıyla, istihbarat merakıyla, meÅŸru gördüÄŸü gayri-meÅŸru yöntemleriyle, hususi hizmetler adı altında kriminalize ettiÄŸi insanlara, ÅŸakirtlerine bu kadarlık bir gerçeÄŸi bile herhalde çok görmeye devam edecek.
Bu sadece gazetecilerin susturulması, polislerin tutuklanması hikayesi deÄŸil, Anadolu’dan zorluklarla çıkmış parlak bir dindar gençlik kuÅŸağının iktidar tutkusuna heder edilmesinin de hikâyesi.
Yani sana yalan söylüyorlar ÅŸakirt.
Bu yazıyı bana MİT yazdırmadı hatta düÅŸünmeye cesaret edersen sen de yazabilirdin…
TÜRKİYE GAZETESİ
Henüz yorum yapılmamış.