Sosyal Medya

Makale

Zengin çeşit, fakir insan

Önce ahlak ve maneviyat diyenlerdenim. Hemen peÅŸinden de ÅŸunu söylüyoruz: Adil Düzen.

Bu iki düstur, birbirini öyle güzel tamamlıyor ki, baÅŸka söze gerek kalmıyor.

Ahlak olmazsa, adil bir paylaşım da olmuyor.

Yıllar evvel, Mustafa Kutlu'yla yoksulluk üzerine söyleÅŸi yapmıştım. Åžunu demiÅŸti: YoksulluÄŸun tek çaresi var; ahlak.

İşte bundan dolayı, 'ülkemizdeki yoksulluk, yokluktan deÄŸil, hakkına razı olmayanların çokluÄŸundan kaynaklanıyor' diyoruz.

Dünya için de bu böyle.

'Zengin ile fakir arasındaki uçurum' neredeyse her gün bir yazıya konu oluyor. Fakat nedense, o uçurumun içinde nelerin olduÄŸunu kimse söylemiyor. Söyleyelim: Kan, gözyaşı, emek hırsızlığı ve mazlumların ahı.

Açıkçası, içimizdeki yoksulluk ile dışımızdaki yoksulluÄŸun farklı ÅŸeyler olduÄŸuna inanmıyorum.

Bugüne kadar, dilimiz döndüÄŸünce, içimizdeki yoksulluÄŸu yazmaya çalıştık. Özetlersek: 'İçimizdeki yoksulluk; cömertlik, kanaat, merhamet, ÅŸefkat, tevekkül, vefa gibi kavramlardan oluÅŸan ahlak eksikliÄŸidir.'

İçimizdeki bu eksiklik, daha yakıcı ve yıkıcı bir ÅŸekilde, iÅŸlerimize, iliÅŸkilerimize, velhasıl hayatımızın her anına ve alanına, yani dışımıza yansıyor.

Atalarımız, 'yokluk taÅŸtan katıdır' demiÅŸ. Bu, insanlar için de geçerli. Ahlaki deÄŸerlerin yokluÄŸunu çeken biri, hakikaten de 'taÅŸtan katı' oluyor, olabiliyor.

***

Doksan kuÅŸağına mensubum. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda, bir liranız da olsa, bin liranız da, alabileceÄŸiniz ÅŸeyler sınırlıydı. Mahallenin tek bakkalını hatırlıyorum. İki kavanoz ÅŸeker, birer kutu bisküvi ve gofret, bir de gazoz. KuruyemiÅŸ olarak da sadece kırık leblebi. Paranız varsa, bir deÄŸil, beÅŸ gofret alıyordunuz, hepsi o kadar. Åžimdi, leblebinin bile onlarca çeÅŸidi üretiliyor.

ÇeÅŸit arttıkça, yoksulluÄŸu daha 'iyi' görmeye baÅŸladık.

Zengin çeÅŸit, fakir insan.

Sıcak para, soğuk aş.

Bir de ÅŸu: 'İhtiyaçlarımızı büyüttükçe, yokluk duygumuzu ve yoksulluÄŸumuzu da büyütüyoruz.' (Lütfi Bergen)

'Doksan kuÅŸağı' ifadesini ise özellikle kullandım.

Bana kalırsa, ülkemizdeki yokluÄŸu ve yoksulluÄŸu en derinden yaÅŸayan nesillerin başında doksan kuÅŸağı geliyor. Bu kuÅŸağın büyüdüÄŸü yılların sosyal ÅŸartları bugüne kadar pek yazılmadı, tartışılmadı. Hatta seksenli yıllar eÄŸlenceli bir dönemmiÅŸ gibi gösterildi, gösteriliyor.

Aykırı bir örnek verelim: Varlığın ölçüsü, altındır. Sözgelimi Osmanlıda ilk altın parayı, İstanbul'un fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmet bastırmıştır. Denilir ki, Osmanlı, gerçek manada, o zaman devlet olmuÅŸtur.

Türkiye Cumhuriyeti, ekmeÄŸin karneyle verildiÄŸi yokluk yıllarında bile altın para basmayı sürdürmüÅŸtür. Buna karşılık, 1978-1986 yılları arasında hiç ziynet altın basılmamış, meskûk altın ise sembolik sayıda kalmıştır.

Biz, büyük ölçüde, iÅŸte bu yokluÄŸun ve yoksulluÄŸun ÅŸiirini yazmaya gayret ettik.

***

Yoksulluk konulu bir yazı yazıp da rakamlara girmemek olmaz.

Türk-İş'in ekim ayı araÅŸtırmasına göre, dört kiÅŸilik bir ailenin 'yoksulluk sınırı' üç bin lira olmuÅŸ. Küsuratı da var: 184 lira.

Ailelerin çoÄŸu dört kiÅŸiden fazla olduÄŸuna göre, hesabı kendimize uyarlamamız gerekiyor. 'En az üç çocuk' bahsini de unutmayalım.

Garip olan ÅŸu ki, ekonomi iyiye gittikçe, iÅŸler kötüye gidiyor. Bu nasıl oluyor, anlamıyorum.

Kapanan işyeri sayısındaki artış, yoksulluk rakamları, işsizlik oranları vs. İster istemez, iyinin neresi olduğunu merak ediyorum.

'Yapılan gökdelen / Yıkılan hatır' gibi bir ÅŸey mi bu?

YENİŞAFAK

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.