Sosyal Medya

Kürsü

İnsanın Yaratılışı ve Düşman Arayışı (2)



Varlıklar içinde insan, oldukça karmaşık, güzel ve aynı zamanda nankör bir varlıktır. Mükemmel olduğu kadar basit, basit olduğu kadar üstün, üstün olduğu kadar da aşağıların aşağısına sürüklenebilen bir niteliğe sahiptir.

Yüce Yaratan, kitabında “Biz insanı en güzel biçimde yarattık” (Tîn, 95/4) ifadesiyle bu durumu hatırlatırken, ona varlıklar içinde son derece önemli bir konum vermiştir. Bu konumlandırma, “Hâlâ secde etmekte direniyor musun?” (A‘râf, 7/12) şeklindeki ilahî buyrukla, meleklere insana secde etme emri verilerek tezahür etmiştir. Bu emir karşısında bütün melekler mutlak bir teslimiyetle secde ederken, İblis bu emirden imtina etmiştir. İblisin, “Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın” (A‘râf, 7/12) diyerek üstünlük iddiasında bulunması, insanoğlunun karşılaşacağı ilk düşmanlaştırma eyleminin ve kötücül bir rol modelin alt yapısını oluşturmuştur. Buradaki kıyaslama, üstünlük iddiasına dayalı bir düşmanlaştırma düşüncesinin temelini şekillendirmektedir.

Yaratıcı, “Sizin bilmediğinizi Ben bilirim” (Bakara, 2/30) diyerek, insanın sadece topraktan yaratılmadığını; aynı zamanda kendi ruhundan üflenmiş bir cevhere (Secde, 32/9), isimlerin öğretilmiş olmasıyla (Bakara, 2/31) bilgi ve donanıma sahip kıymetli bir varlık olduğuna vurgu yapmaktadır. İnsan, kalp, akıl, göz, kulak ve dil gibi nimetlerle donatılarak, “dileyenin hidayete, dileyenin de sapkınlığa yöneleceği” (el-Kehf, 18/29) bir imtihan sürecine tabi tutulmuştur.

İnsanın yaratılışındaki asıl gaye kulluktur. Bu kulluğun sorumluluğu ise akılla başlar. İnsanı diğer varlıklardan ayıran en temel özellik, irade sahibi olmasıdır. Bu iradeyle o, ya şükreden (şâkir) ya da nankörlük eden (kâfir) bir konuma evrilir. Aslına bakılırsa imtihan süreci, sorumluluğu üstlenmekle başlamıştır. Akıl ve irade ile yerine getirilmesi gereken emaneti, yer, gök ve dağlar yüklenmekten çekinirken (Ahzâb, 33/72), insan bu ağır sorumluluğu üstlenmiştir. Kendisine, belli bir süre hayat sürmek ve bu süreçte birbirine düşman olmak gibi bir şartla yeryüzüne gönderilmiştir.

Bir damla sudan (nutfe), balçıktan başlayan yolculuğu, işiten, gören, akleden ve nihayetinde amele dökülecek bir irade ile donatılarak devam eder. Karmaşık bir yapıda yaratılmış olsa da, oldukça sade bir seçimle karşı karşıyadır: şükredenlerden veya nankörlerden olmak.

Bu yolculukta, “birbirinize düşman olun” (Bakara, 2/36) uyarısı kadar, “birbirinizle kardeş olun” (Hucurât, 49/10) hatırlatması da mevcuttur ve bu ikisi arasında bir seçim yapmak insanın iradesine bırakılmıştır.

Takip edilen yolda, “düşmanlaştırıcı söz” ve “düşmanlaştırıcı davranışlar” ne kadar gerçekse, “birbiriyle kardeşleştiren söz” ve “birbiriyle kardeşleştiren davranışlar” da bir o kadar önemlidir. İçinde bulunduğumuz modern şartlarda, “düşmanlaştırıcı sözlerin” sosyal medya üzerinden adeta bir kültüre dönüştüğü ve sıradanlaştığı gözlemlenmektedir. Bu söylemler, insanın fıtratından uzaklaştıran negatif bir enerjiye dönüşmektedir.

Bu noktada terbiye kavramı kritik bir role sahiptir. İnsanın terbiyesi, onun yaratılış amacına (fıtratına) uygun olduğu zaman, “düşmanlaştırıcı söz”lerden tabii olarak uzaklaşır. Davranışları da bu terbiye kapsamında, “birbiriyle kardeşleştirici” bir nitelik kazanır.

Netice itibarıyla, insan kendisine bahşedilen değer ve donanımla, iki zıt kutup arasında bir imtihandan geçmektedir. İblisin temsil ettiği kıyas, üstünlük iddiası ve enaniyetle şekillenen düşmanlaştırma dürtüsü, onun için sürekli bir sınav alanı oluşturur. Buna karşılık, terbiye ve fıtrata uygun bir yaşam, bu dürtüyü dizginleyerek toplumsal huzuru inşa edecek kardeşleştirici bir etkiye dönüşebilir. İnsanın hikâyesi, bu iki seçenek arasındaki ezeli ve ebedi mücadelesinin tarihidir.

M.Ali Akbulut

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.