Makale
gerçek kahramanlık, sabırla, stratejiyle ve ferasetle ilerlemektir
resûlullah’ın (sav) yürüyüşü,
insanlık tarihinin en ince işlenmiş stratejik yolculuklarından biridir.
onun için siyer okumak, üzerinde konuşmak, anlamak kuran ve hadis kadar kıymetlidir.
kıymetlidir çünkü;
o, gökten aldığı vahyi yeryüzünde ete kemiğe büründürürken
yalnızca oluşan bir inanç topluluğu değil;
bir hukuk düzeni, bir adalet sistemi ve bir devlet inşa etti.
bu kutsal yolculukta adımların temposunu vahiy belirlerken,
aynı zamanda yönünü insanlık tecrübesi ve siyasi feraset tayin ediyordu.
resûlullah örnek alınacak hayatının en önemli kısmı bence bu yürüyüşten alınacak derslerdir.
“eğer sabreder ve sakınırsanız, onların hileleri size hiçbir zarar vermez” (âl-i imrân, 120)
ayeti, bu yürüyüşün ilahi pusulasıydı.
‘sabır ve sakınma’ diyor aziz kitap, bildik mi müslüman...
mekke yılları, gücün değil hakikatin sınandığı yıllardı.
on üç yıl boyunca kılıçlar değil, kelimeler konuştu.
ilk müslümanlar işkence gördü, boykot edildi, dışlandı; fakat resûlullah stratejisini bozmadı.
öyle diyordu işte her gün uğradığı yasir ailesine;
işkence halini görür, ziyaret eder, bakar ve “sabredin” diye söyler ve yanlarından ayrılırdı.
o kadar işte...
çünkü biliyordu ki, kökleri arza salmamış ağaç ilk fırtınada yıkılır.
o yıllar, davanın temelini kalplere iman yerleştirerek atmanın yıllarıydı.
“sen yalnızca tebliğ etmekle yükümlüsün” (şûrâ, 48) buyruğu,
aceleci adımların önüne geçen sabır ilkesini öğretiyordu.
hız adamı yoldan çıkarır be dost.
habeşistan hicreti, bu stratejinin ilk dış politika adımıydı.
güç yetmediğinde, yetmez işte. bilmez misiniz, yaşar dururuz günlük hayatımızda...
o zaman işte onuru koruyacak, yeşeren filizin kök salması için bir kapı arandı;
adil bir kralın himayesine sığınıldı.
bu, bir kaçış değil; uzun vadeli bir direniş planının parçasıydı.
direniş, yumruk sallamadan önce pazuya güç vermek için çalışmaktır dost...
medine’ye hicretle birlikte yürüyüş yeni bir evreye girdi.
artık iman, yalnızca gönüllerde değil, şehirlerin sokaklarında da kök salacaktı.
medine sözleşmesi,
yahudiler ve müşriklerin farklı inanç ve kabilelerini tek bir hukuk düzeninde toplayan,
barışı önceleyen ama savaşa da hazır bir yapı kuran eşsiz bir belgeydi.
burada resûlullah’ın siyasi aklı,
mekke müşrik düzeninin saldırılarına karşı koyabilmek için yaşadığı toplumdaki farklı gruplarla stratejik anlaşmalar yaptı.
“aranızda adaletle hükmedin” (nisâ, 58) emrinin hayat bulmuş hâline dönüştü.
kendi toplumunda barışı sağlanamamış bir milletin bırakın başka bir topluluğa yardımı,
kendisi yardıma muhtaçtır.
hudeybiye antlaşması ise görünüşte geri adım, gerçekte ilerleyişin anahtarıydı.
kılıçlar kınına kondu; sabır, en keskin silah oldu.
bu sırada, resûlullah’ın ashabı arasında anlamakta zorlananlar oldu.
“neden savaşmadık, neden hemen fethetmedik?”
neden baştan sona bizim aleyhimize maddeler içeren belgeye imza atıldı diye sorguladı , itiraz etti sahabe.
ömer... evet, ömer işte, şiddetle anlaşmayı reddetti.
ama yıllar sonra o anı en mahcup olduğu an olarak hatırladı durdu.
ama peygamber bilir ve öğretirdi ki;
gerçek kahramanlık, sadece düşmana karşı kılıç sallamak değil,
zamanı, şartları ve insanları doğru okumaktır.
“bazen yerinde durmak, yürümekten daha hızlı yol aldırır” diyordu.
bir yıl sonra mekke’nin kapıları, işte bu sabrın meyvesi olarak açıldı.
“belki de hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır” (bakara, 216) ayeti,
bu ferasetin arka planında duran hakikatti.
orda mısın müslüman,
hudeybiye’yi anlamayan akıl
kendinden kat kat güçlü düşmanın etrafından dolaşacağına
kuyruğuna basmayı cesaret ve kahramanlık zanneder.
oysa gerçek kahramanlık, sabırla, stratejiyle ve ferasetle ilerlemektir.
ibn Rüşd deyişiyle, "Yumurta dıştan bir güçle kırılırsa yaşam son bulur, içten bir güçle kırılırsa yaşam başlar; zira sahih dönüşümler hep içten gelir."
bedir, uhud ve hendek savaşları, bu yürüyüşün askeri sınavlarıydı.
bedir, hazırlığın meyvesi; uhud, disiplinsizliğin bedeli; hendek, düşmanı doğrudan karşılamadan akılla boşa çıkarma zaferiydi.
her biri, “ey iman edenler! sabredin, sebat gösterin, nöbet bekleyin ve allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz” (âl-i imrân, 200) ayetinin sahada tecellisiydi.
ve mekke fethi... o gün güç zirvedeydi ama merhamet de zirvedeydi.
düşmanlar affedildi, gönüller kazanıldı. çünkü devlet olmak, yalnızca düşmanı yenmek değil; düşmanını bile adaletin gölgesine almaktır.
“rahmetim her şeyi kuşatmıştır” (a’râf, 156) ayeti, bu fetihte en canlı şekilde hayat buldu.
resûlullah’ın 23 yıllık yürüyüşü, bize üç büyük hakikati öğretir:
zaman, zaferin en büyük yol arkadaşıdır;
sabır ve feraset, aklın en güçlü zırhıdır;
merhamet ise gücün en asil hâlidir.
ve tarih, aceleciliğin hezimetiyle, sabredenlerin zaferini defalarca yazmıştır.
mesela çok ilginç geldiği için söylüyorum;
yaşadığımız şu günlerde diyordum ki,
ökkeş... mustafam dedi, elimi tuttu ve,“yorma kendini, bırak, müsaade et de
okuyucu anın yorumunu kendi yapsın” dedi.
sonra nefeslendi ve
“şimdi, büyük hesaplaşmaya hazırlık için;
zamanı, sabrı ve feraseti kuşanma vaktidir”
dedi ve sustu.
paylaşmaya değer gördüğünüz yazılarımın dilediği kısmı dahil dostlarınıza ikrama açıktır.
bir gönle daha temas etmek iyidir. valla!
Henüz yorum yapılmamış.