Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Adalar hangi Lozan'da, resmen kaybedildi?

Adalar ile ilgili süreç, Trablusgarp savaşıyla başlamış ve bir İngiliz projesiyle 12 Ada (Lozan'ın bir semti olan Uşi'de imzalanan anlaşma ile) İtalyanlara , Doğu Ege adaları ise Yunanistan'a verilmiştir.



Son günlerde Türkiye ile Yunanistan arasında Adalar Denizi (Ege Denizi) üzerinden bir gerilim yaÅŸanmaktadır. Bunda, ABD'nin Yunanistan'da Türkiye sınırına yakın DedeaÄŸaç baÅŸta olmak üzere askeri üsler kurmasının büyük rolü bulunmaktadır. Her ne kadar ABD, bu üslerin Rusya'ya karşı kurulduÄŸunu söylese de Türkiye, bunu kendisine yönelik bir tehdit olarak algılamakta ve bundan cesaret alan Yunanistan da Türkiye'ye yönelik kışkırtıcı açıklamalar yapmaktadır. Hatta, elinde tuttuÄŸu adaları, göstere göstere ağır silahlarla donatmakta ve bunun kendi savunma hakkı olduÄŸunu ileri sürmektedir.(AA, 10.6.2022). Artık, Yunanistan'ın bu tarz açıklamaları hiç kimseye ÅŸaşırtıcı gelmemektedir Ama ÅŸimdi durum bu sefer daha farklıdır. Çünkü, her daim Batı'nın şımarık/haylaz çocuÄŸu olan Yunanistan, ABD'ye güvenerek/desteÄŸini alarak bu tarz açıklamaları yapmaktadır.

Bunun üzerine harekete geçen Türkiye, 6 Haziran 2022'de, Yunanistan'ın DoÄŸu Ege adalarının silahsızlandırılmış statüsünü ihlal ettiÄŸini dile getiren altı maddelik bir mektubunu BM Genel Sekreteri Antonio Gutarres'e sunmuÅŸ ve Yunanistan'ın ilgili antlaÅŸmalardan doÄŸan yükümlülüklerini yerine getirmediÄŸini ÅŸikayet etmiÅŸtir.(Habertürk, 7.6.2022). Bununla yetinmeyen Türkiye, Efes 2022 Tatbikatı sırasında CumhurbaÅŸkanı Recep Tayyip ErdoÄŸan vasıtasıyla daha açık mesaj vererek "Yunanistan'ın gayri askeri statüdeki adaları silahlandırmaktan vazgeçmeye, uluslararası anlaÅŸmalara uygun davranmaya davet ediyoruz." dedikten sonra "...Türkiye kimsenin hakkını hukukunu çiÄŸnemez ama, kendi hakkını hukukunu da kimseye çiÄŸnetmez" sözleriyle de Türkiye'nin kararlı tutumunu ortaya koymuÅŸtur. Bu kararlılığı sayın CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan ÅŸu cümle ile ifade etmiÅŸtir: "Adalarla ilgili Åžaka Yapmıyorum".(Sabah, 9 Haziran 2022).

Aslında Adalar Denizi'ndeki adaların kaderi, Balkan harplerinden bir yıl önce, 29 Eylül 1911'deki Trablusgarp savaşı ile baÅŸlamıştı. Bu savaÅŸta, Ä°talyanların hedefi Trablusgarb ve Bingazi idi. Ä°talyanlar, Trablusgarb'ı almakta kararlıydılar. Üstelik, Ä°ngiltere ve Fransa gibi büyük devletler de onların yanındaydı. Sonunda, 12 ada, Mayıs 1912'de fiilen Ä°talyanlar tarafından iÅŸgal edilmiÅŸti. Buna karşılık Osmanlı Devleti, Adalar Denizi'nde Ä°talyanlarla savaşırken Makedonya ve Arnavutluk'da devam eden ayaklanmalarla da uÄŸraÅŸmaktaydı. Sonunda Osmanlı Devleti ve Ä°talya, 18 Ekim 1912'de Lozan'ın bir semti olan UÅŸi'de bir antlaÅŸma imzalayarak Trablusgarb savaşına son verdiler. Tarihe "UÅŸi AntlaÅŸması" olarak geçen 11 maddelik bu antlaÅŸmaya göre Osmanlılar, Trablusgarb ve Bingazi'den çekilerek buralara bağımsızlık verecek; Ä°talyanlar da savaÅŸta ele geçirdiÄŸi 12 Ada'yı Osmanlılara bırakacaktı.

'Korunamama' tehlikesi

GörüldüÄŸü gibi, iddiaların aksine UÅŸi antlaÅŸması ile 12 ada, Ä°talyanlara verilmemiÅŸ, ufukta görülen Balkan Harbinde "korunamama" tehlikesi yüzünden geçici olarak zaten iÅŸgal ettiÄŸi Ä°talya'nın koruyuculuÄŸuna bırakılmıştır. Tekrar ifade edelim ki, bu husus, UÅŸi AntlaÅŸması'nda yer almamış, antlaÅŸma dışında fiilî durumun geçici olarak devamı kararlaÅŸtırılmıştır. Gerçekten Osmanlı Devleti, bu konuda ciddi endiÅŸe duymaktaydı. Nitekim, Ege adaları üzerindeki çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Necdet Hayta, CumhurbaÅŸkanlığı Devlet ArÅŸivleri BaÅŸkanlığı Osmanlı ArÅŸivi'nde gördüÄŸü bir BaÅŸkumandanlık yazısının özetinde Yunanistan ile barış yapılıncaya kadar Adaların Ä°talyanlarca tahliyesinin ertelenmesinden bahsedildiÄŸini belirtmektedir Sonuçta, UÅŸi antlaÅŸması ile Trablusgarb ve Bingazi, Osmanlı hakimiyetinden çıkmış, Ä°talyanlar tarafından iÅŸgal edilmiÅŸtir. Bununla beraber Ä°talyanlar, 12 Ada'yı tahliye etmemiÅŸlerdir. Bu fiili durumu dikkate alan ve hukukileÅŸtirmek isteyen Ä°ngilizler, Balkan savaÅŸlarından sonra 17 Aralık 1913'te, Londra'da topladığı Büyükelçiler Konferansı'nda, 12 Ada'nın Ä°talya'ya, DoÄŸu Ege adalarının ise Yunanistan'a, Gökçeada, Bozcaada ve TaÅŸöz adalarının da Osmanlı Devleti'ne bırakılmasını Fransa, Avusturya ve Rusya gibi büyük devletlere kabul ettirmiÅŸtir. Bu karar, ortak notayla 13 Åžubat 1914'de Yunanistan'a ve 14 Åžubat 1914'de de Osmanlı Devleti'ne bildirilmiÅŸtir. Buna karşılık, Osmanlı hükümeti, Yunanistan'ın iÅŸgal ettiÄŸi adaların geleceÄŸini kararlaÅŸtırma yetkisini büyük devletlere verirken BoÄŸazlar civarındaki adaların devletin Anadolu kıyılarına yakın adaların kendi elinde kalması gerektiÄŸine dair sebepleri defalarca belirttiÄŸini bildirerek alınan karardan üzüntüsünü dile getirmiÅŸtir.. Hiç ÅŸüphesiz, Osmanlı Devleti, adalarla ilgili karar verme yetkisini büyük devletlere verirken kendi çıkarlarının gözetileceÄŸini, en azından Sakız ve Midilli adalarının kendisine bırakılacağını ümit ediyordu. Ne yazık ki ümit edilen gerçekleÅŸmediÄŸi gibi Osmanlı Devleti, adalarla ilgili karar verme yetkisini Büyük Devletlere bırakmıştır.

Bir Ä°ngiliz projesi

Dikkat edilirse, bu geliÅŸmeler içinde en önemli husus,-belki de en büyük gerçek- 12 Ada'nın Ä°talyanlara, DoÄŸu Ege adalarının Yunanistan'a verilmesinin bir Ä°ngiliz projesi olmasıdır ve bu proje, zor ÅŸartlarda bulunmasına raÄŸmen Osmanlı Devleti'nce reddedilmiÅŸtir. Ne var ki, I. Dünya Savaşı'nın çıkması, adalarla ilgili hukuki sürecin tamamlanmasını engelledi. SavaÅŸtan Osmanlı Devleti'nin maÄŸlup ayrılması ve ardından bunun tescili olan Mondros Mütarekesi'nin imzalanması hem Osmanlı Devleti'nin siyasi geleceÄŸini etkiledi ve hem de uluslararası ÅŸartları bir hayli deÄŸiÅŸtirdi. Devrin siyasi tarih metinleri incelendiÄŸinde görülecektir ki, Osmanlı Devleti'nin sürece ilk tepkisi, altı ay sonra davet edildiÄŸi Paris Barış Konferansı'na 23 Haziran 1919'da sunduÄŸu muhtıra ile oldu. Wilson prensiplerine dayanarak yeni Türkiye'nin sınırları ile barış ÅŸartlarını ortaya koyan bu muhtırada Adalar Denizi'nin, Osmanlı sahillerine yakın bütün adaların korunması gerektiÄŸinden dolayı nüfus deÄŸiÅŸimi suretiyle adaların Türk vatanına iadesi istenmekteydi.

Bütün bu itirazlara raÄŸmen Ä°tilaf devletleri, 11 Mayıs 1920'de, Sevr taslağını Osmanlı Devleti temsilcilerine verdi. Taslağı gören Osmanlı heyetinin baÅŸkanı Ahmet Tevfik PaÅŸa'nın ilk tepkisi, söz konusu taslağın devletin siyasi varlığını sona erdiren bir belge olduÄŸundan dolayı kabul edilemezliÄŸini açıklamak ÅŸeklinde oldu. Aynı ÅŸekilde TBMM'nde benzer tepkiler gösterildi. Nitekim, Karahisar-ı Sahip milletvekili Nebil Efendi "BoÅŸuna yorulmuÅŸlar, Türkiye'yi yok diye idiler; daha iyi ederlerdi." diyerek tepkisini ortaya koymuÅŸtu. Ancak, Osmanlı Devleti, bu barış taslağına 25 Haziran 1920'de bir cevabî muhtırayla karşılık verdi. Baskın Oran'ın "Lozan'ın Öncülü Bir Onur Anıtı"adını verdiÄŸi bu muhtırada, bütün Sevr taslağının ağır hükümler içerdiÄŸi ve devleti bölme amacı taşıdığı vurgulanmış ve bunun kabul edilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiÅŸti Bu arada, arazi meselelerinden bahsedilirken Osmanlı Devleti'nin Libya kitasıyla Akdeniz adaları üzerindeki haklarından vazgeçmesinin istendiÄŸi ve fakat bu isteÄŸin kabul edilmesinin mümkün olmadığı bildirilmiÅŸti. Her ne kadar Sevr taslağına karşı TBMM hükümeti de "Türk Muahede-i Sulhiyyyesi ve Mahiyet-i Hakikiyyesi" adlı bir risale ile dünya kamuouyuna kendi görüÅŸlerini açıklamışsa da somut olarak adalarla ilgili bir görüÅŸe yer verilmemiÅŸti Sadece, "sulh muahedesi bu kadar ağır olmakla beraber yine bizi aldatmak için yapılan bir eser-i habasettir" demek suretiyle Sevr barış taslağına "toptan" karşı çıkmıştı.

'Ä°zinsiz çıkamazsın'

Mustafa Kemal PaÅŸa'nın da "proje", "Büyük bir suikasdın inhidamını ifade eden bir vesika" dediÄŸi Sevr antlaÅŸması, 10 AÄŸustos 1920'de, Osmanlı Devleti tarafından imzalandı. Her ne kadar meclis ve devlet baÅŸkanı gibi onay süreçlerinden geçmemiÅŸ ve dolayısıyla uluslararası hukuk açısından "onaylanmamış antlaÅŸma" hükmünde olan Sevr Barış AntlaÅŸması'nın iki maddesi Oniki ada ve doÄŸu Ege adalarına iliÅŸkindi. AntlaÅŸmanın 122.maddesine göre, "Türkiye-yani Osmanlı Devleti, Ä°talyan iÅŸgalinde bulunan Stampalia, Rodos, Herkit, Kerpe, KaÅŸot, Piskopis, Ä°ncirli(Misiro), Kalimnos, Loryos(Leros), Patnos, Limpos, Sümbeki (Simi), Ä°stanköy (KoÅŸ) adalarıyla bunlara baÄŸlı adacıklar ve Kastellorizo (Meis) adası üzerindeki bütün hak ve sıfatlarından Ä°talya lehine vazgeçer" derken 84.madde ile, Türkiye, Gökçeada, Bozcaada adaları üzerindeki hak ve sıfatlarından Yunanistan lehine vazgeçtiÄŸi gibi Londra (30 Mayıs 1913) ve Atina (14 Kasım 1913) antlaÅŸmaları ile Londra Büyükelçiler Konferansı'nın 13 Åžubat 1914'de Yunanistan'a bildirdiÄŸi karar çerçevesinde DoÄŸu Ege adalarını(Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya) Yunanistan'a bırakan kararı da doÄŸrulamaktaydı. Bunun tek istisnası, Ä°talya'ya bırakılan adalar ile Anadolu sahillerine üç milden yakın adalar idi. Bu tamamen deyim yerindeyse, "boÄŸazının sıkılması" ve Türkiye'nin Yunanistan ve Ä°talya'nın izni olmadan Ege ve Akdeniz'e çıkamaması anlamına geliyordu.

Her ne kadar bu mesele, Ä°tilaf devletleri açısından Sevr antlaÅŸması ile çözümlenmiÅŸse de Milli Mücadelenin baÅŸarısı karşısında uygulanma imkanı bulamamıştı. Ancak, TBMM'nin Ä°smet PaÅŸa baÅŸkanlığında Lozan'a gidecek Türk heyeti'ne verilen 14 maddelik talimatnamenin dördüncü maddesi adalarla ilgiliydi. Bu madde, ilk önce ÅŸartlara göre hareket edilmesini tavsiye ederken somut olarak da Anadolu sahillerine yakın meskun ya da gayr-i meskun adaların ilhakından sözetmekteydi. Anladığımız kadarıyla talimat, "duruma göre hareket et, ÅŸartlar uygun olursa, kıyılarımıza yakın adaları iste" diyerek adalar meselesini ÅŸarta baÄŸlıyordu. Bu "olursa olur, olmazsa olmaz" tavrı olup meseleyle ilgili mevcut statükonun pek zorlanmamasını ister gibi bir hali andırmaktaydı. Bu sebeple, "Altı asırlık hesaplaÅŸma sahnesi" olan YakındoÄŸu Ä°ÅŸleri Hakkında Lozan Konferansı'nda gündeme geldi. Fakat, Türk heyeti adalar meselesini pek fazla sorun olarak görmedi. Bu durumu Ä°smet PaÅŸa, Ä°tilaf Devletleri Temsilcilerine gönderdiÄŸi 4 Åžubat 1923 tarihli mektupta açıkça dile getirmiÅŸ ve "Konferansın gündeminde ÅŸimdiye kadar yer almamış ve hiçbir görüÅŸmeye konu olmamış olan Oniki Ada'ya iliÅŸkin teklifi tümüyle kabul ediyoruz." demiÅŸti. (Seha Meray Lozan Barış KonferansıTutanaklar ve Belgeler, I/4, Ankara 1972, s.9) Oysa, TBMM'de milletvekilleri öyle düÅŸünmüyordu. Nitekim adalar meselesi, 27 Åžubat-6 Mart 1923 tarihleri arasında TBMM''nin gizli oturumlarında görüÅŸüldü. I.TBMM, kuruluÅŸundan itibaren dış politika sorunlarına karşı Misak-ı Milli temelli bir duyarlılık içindeydi. Özellikle konferansın kesintiye uÄŸradığı Åžubat-Mart 1923 döneminde duyarlılık ve bundan kaynaklanan eleÅŸtiriler had safhaydı. Özellikle Ä°tilaf devletlerinin verdikleri Sevr antlaÅŸmasının düzeltilmesine dayalı barış projesi kapsamında adalarla eleÅŸtiri konuları arasındaydı. Mesela, Ä°zmit milletvekili Sırrı Bey, 5 Mart tarihli meclisin gizli oturumunda yaptığı konuÅŸmada "Musul'dan gayri arazi meselesini kabul ettim" demenin adaları Türkiye'nin düÅŸmanlarına bırakmak anlamına geleceÄŸini söyledi. Ayrıca Sırrı Bey, Lozan Türk heyeti'nin "muahedat-ı sabıkayı tetebbu zahmetini ihtiyar etmemiÅŸtir" diyerek Sevr antlaÅŸma metninin bile okunmadığını ima etmiÅŸtir. Ona göre, Adalar Misak-ı Milli'ye dahil deÄŸildir ama, Anadolu'nun bir parçasıdır". Trabzon milletvekili Ali Åžükrü Bey de Lozan Türk heyeti'nin Adalar meselesiyle ilgili hiçbir ÅŸey yapmadığı kanaatindeydi. Buna raÄŸmen Ali Åžükrü Bey, bu konuda Türkiye'nin gücü olmadığının farkındaydı. O, Adaların Türkiye'nin güvenliÄŸi için elzem olduÄŸu düÅŸüncesindeydi.

Ara dönem tartışmalarının sonunda TBMM'den çıkan ana karar, anlaÅŸmazlık konusu olan toprak meselelerini barış sonrası döneme bırakmak, bir an önce barış antlaÅŸması imzalamaktı. Nitekim bu anlayış, Ä°tilaf devletlerine sunulan 8 Mart 1923 tarihli karşı barış projesinde de hakim idi. Öyle ki, Türkiye, Gökçeada ve Bozcaada ile bu adaya baÄŸlı Merkep adaları dışındaki DoÄŸu Ege adalarının Yunanistan'a, Meis adası dışında kalan adalar ile bunlara baÄŸlı adacıkların Ä°talya'ya bırakılmasını, onlar üzerindeki bütün hak ve sıfatlarından vazgeçmek suretiyle kabul etmekteydi.

Yanlış yorumlanan maddeler

Bu ortamda, 23 Nisan 1923'de, ikinci aÅŸaması baÅŸlayan Lozan konferansı, pek fazla tartışmalar yaÅŸanmadan 24 Temmuz 1923'de Lozan barış AntlaÅŸması'nın imzalanmasıyla sona erdi. Bu antlaÅŸmanın adalarla ilgili hükümlerinin Sevr AntlaÅŸması'ndan tek farkı sadece TavÅŸan Adası'nın Türkiye'ye bırakılmasıydı. Buna göre DoÄŸu Ege adaları, Gökçeada, Bozcaada ve TavÅŸan adaları dışında Yunanistan'a (12. Madde), On iki ada ile ona baÄŸlı ada ve adacıklar-Meis adası dahil- Ä°talya'ya (15.madde) bırakılmıştır Aslında bu durum, 1913 tarihli Lozan AntlaÅŸması'ndan sonraki süreçte kararlaÅŸtırılan adalar statüsünün çok küçük farkla aynen korunmasından ibaretti.

Kısaca, 12 Ada ve DoÄŸu Ege Adaları, fiilen Trablusgarb ve Balkan harpleri sürecinde resmen ve hukuken ise 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış AntlaÅŸması ile kaybedilmiÅŸtir.

Fakat, Lozan AntlaÅŸması'nın üzerinde pek durulmayan ya da yanlış yorumlanan iki maddesi daha vardır. Bunlardan ilki 6.madde olup, antlaÅŸmada aykırı madde bulunmadıkça deniz sınırlarının kıyıya üç milden daha yakın bulunan ada ve adacıkları içine alacağı ile ilgili hükümdü. Ä°kincisi ise 16.madde olup genel hüküm içeren toptan bir feragat maddesiydi. Bu maddeye göre Türkiye, sözkonusu antlaÅŸmada-Lozan AntlaÅŸması'nda-belirtilen sınırlar dışında kalan topraklar-adalar dahil-üzerindeki ya da bu topraklara iliÅŸkin her türlü haklarıyla sıfatlarından vazgeçmekteydi. Hatta bu vazgeçmeye bu antlaÅŸmada tanınmış adalardan baÅŸka bütün öteki adalar da dahildi.

Hükümsüz bırakan madde

GörüldüÄŸü gibi 16.madde, iki açıdan Türkiye'yi ilgilendirmektedir. Birincisi, 16.maddenin 6.maddeyi hükümsüz bırakmasıdır. Çünkü 6. maddede "antlaÅŸmada aykırı madde bulunmadıkça" denmektedir ki, bu aykırı madde, 16.madde olmaktaydı. Ä°kincisi ise Türkiye'nin ismen belirtilmiÅŸ topraklar dışında kalan diÄŸer bütün topraklar/adalar üzerindeki hak ve sıfatlarından vazgeçmesi olup bu konuda Ä°tilaf devletlerinin karar verecek olmasıdır. Daha açık deyimle ifade edecek olursak; Türkiye, Lozan antlaÅŸması ile Adalar Denizi'nde ismen belirtilmemiÅŸ ada ve kara parçalarının geleceÄŸi hususundaki hak ve sıfatlarından vazgeçmiÅŸtir. Buna karşılık bazı uzmanlar, 16.maddenin Türkiye açısından bir feragat içermediÄŸi iddiasındadır. Mesela, Sertaç Hami BaÅŸeren'e göre, 16.madde'yi feragat maddesi olarak yorumlamak doÄŸru deÄŸildir. Çünkü, uluslararası hukuka göre feragat edilecek adaların ismen belirtilmesi zorunludur ve Lozan'da bu yapılmamıştır. Oysa, Yunanistan'ın böyle bir vazgeçme durumu söz konusu deÄŸildir. Fakat bu hal, Yunanistan'a ismen belirtilmemiÅŸ ada ve kara parçaları üzerinde sahiplik hakkı vermemektedir.

Kanaatimiz odur ki, Lozan'daki Türk heyeti, Türkiye'nin geleceÄŸini ipotek altına sokan, deniz güvenliÄŸini tehlikeye düÅŸüren/düÅŸürecek olan bir maddeyi imzalamıştır. Bu yanlışlığın nelere mâl olacağını Türkiye, 1990'ların ortalarında yaÅŸanan Kardak kriziyle anlamış ve Yunanistan'ın tahrikinin de etkisiyle bir emr-i vaki oluÅŸturarak meseleye müdahil olabilmiÅŸtir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, 12 Ada ve DoÄŸu Ege adalarının geleceÄŸiyle ilgili süreç, Trablusgarp savaşıyla baÅŸlamış ve bir Ä°ngiliz projesiyle 12 Ada Ä°talyanlara, DoÄŸu Ege adaları ise Yunanistan'a verilmiÅŸtir. I.Dünya Savaşı öncesinde bu süreç fiilen gerçekleÅŸmiÅŸ ve Sevr antlaÅŸması ile hukukileÅŸtirilmek istenen bu fiilî durum, antlaÅŸmanın Sultan ve Osmanlı Meclisince onaylanmamasının yanısıra Anadolu'da kazanılan Milli Mücadele zaferi sayesinde sekteye uÄŸratılmışsa da 24 Temmuz 1923'de imzalanan Lozan barış antlaÅŸmasıyla hukukî bir nitelik kazanmıştır. Bir baÅŸka deyiÅŸle ifade edersek, I. Dünya Savaşı öncesinde Adalarla ilgili belirlenmiÅŸ statüko, nihai olarak Lozan'da hukukileÅŸtirilerek devam ettirilmiÅŸtir.

Bugün Türkiye, Ege'de adaların silahsızlandırılması, karasuları ve kıta sahanlığı gibi sorunlarla yüz yüze kalmış ise bunun sebebi daha ziyade Lozan'da adalarla ilgili yeterince duyarlılık/gayret gösterilmemesi ve Adaların mevcut statüde olmasıdır. Hatta, 16.maddenin varlığından dolayıdır ki Türkiye, BirleÅŸmiÅŸ Milletler nezdinde ÅŸimdilik sadece,"adaların gayri askerileÅŸtirilmesi statüsü"nü ÅŸikayet edebilmektedir.

Tarih, bir tecrübe labotuvarıdır. Türkiye, tarihi hataları ve ihmalleri tekrarlamamak, Alman Åžansölyesi Bismark'ın ifadesiyle aptal olmamak için tarihi tecrübeden yararlanmalıdır. Çünkü Türkiye, " Akıllı mümin, bir delikten iki kez ısırılmaz" ÅŸeklindeki peygamber sözüne uygun davranmalı ve gereÄŸini yapmalıdır. Görünen o ki, Adalar Denizi giderek ısınacaktır. Böylesi bir ortamda, mutlaka doÄŸru bilgi ve doÄŸru analize ihtiyaç vardır.

Müellif: Prof. Dr. Mustafa Budak / Ä°stanbul Üniversitesi Atatürk Ä°lkeleri ve Ä°nkılap Tarihi Enstitüsü MüdürüOkuma Önerileri:

Kaynak: Star-Açık GörüÅŸ

Okuma Önerileri:

Necdet Hayta, "Ä°talyanların Rodos ve 12 Ada'daki Faaliyetlerine Dair Bir Rapor", Gazi EÄŸitim Fakültesi Dergisi, yeni dönem 3, 1995, s.191-204.

Necdet Hayta, Balkan SavaÅŸları'nın Diplomatik Boyutu ve Londra Büyükelçiler Konferansı(17 Aralık 1912-11 AÄŸustos 1913), Atatürk AraÅŸtırma Merkezi Yayınları, Ankara 2008.

Ali Kurumahmut (Hazırlayan), Ege'de Temel Sorun-EgemenliÄŸi Tartışmalı Adalar-, Türk Tarih Kurumu Yayınları Ankara 1998.

Mustafa Budak, Ä°dealden GerçeÄŸe Misak-ı Milli'den Lozan'a Dış Politika, Küre Yayınları, Ä°stanbul 2002.

Mustafa Budak, 99 Soruda Lozan, Ketebe Yayınları, İstanbul 2018.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.