Sosyal Medya

Güncel

Ayıplarımızı nereye saklıyoruz?

Gökhan Özcan / Yeni Şafak



Åžimdilerde sıklıkla kullanılan kavramlardan biri özeleÅŸtiri... PratiÄŸi pek yok ama hayatımızda... Herkesin ‘beÄŸen’ tıklamalarına kafayı taktığı bir zamanda kendini sorgulamasını pek de beklememek lazım belki. ÖzeleÅŸtiri, kiÅŸinin kendini kendi tarafından eleÅŸtirebilmesini, sorgulayabilmesini ifade ediyor. Bunun olabilmesi için; kiÅŸinin kendisini yakın gözlükleriyle gözlüyor, ne yapıp ettiÄŸiyle, hayatın içinde nerede durduÄŸuyla, nereden gelip nereye gittiÄŸiyle samimi olarak ilgileniyor olması gerekiyor. Buna ayıracak vaktimiz, daha da önemlisi kendimizi böylesi sorgulamalardan geçirmeye yetecek cesaretimiz var mı? Hayata, insan olmaya dair sorumluluk duygumuz bu kadar zayıflamış olmasaydı göze alabilirdik belki bu muhasebeyi. Ama o noktada deÄŸiliz pek artık; baÅŸkalarının yanlışları üzerinden bir güvenlik alanı oluÅŸturuyoruz kendimize ve orada, o kolaycılıkla yaÅŸamayı tercih ediyoruz çoÄŸunlukla. Bunu rahatlıkla, içimizde hiç sızı hissetmeden yapabiliyor olmamızı saÄŸlayan ÅŸey de, içinin neyle doldurulduÄŸunu hiç kimsenin pek de kafasına takmadığı birtakım rahatlatıcı kavramlar... Yani birtakım ucuz etiketler... Ä°yilerini hep kendimize ayırdığımız, kötülerini hep baÅŸkalarının üstüne yapıştırdığımız o etiketler, güya belli bir kafa konforu, vicdan rahatlığı saÄŸlıyor bize.

“Vicdan rahatlığı, yüce gönüllülük olarak sunulur: Her ÅŸeyi bağışlayan, çünkü her ÅŸeyi fazlaca iyi anlayan birinin yüce gönüllülüÄŸü. KiÅŸinin kendi suçlarıyla baÅŸkalarınınkiler arasındaki alavak verecek hesabı, yarışı daha önde bitirenin lehine bir sonuçla kapatılır. Ä°nsan bu kadar uzun bir yaÅŸamdan sonra kimin kime nasıl bir kötülük yaptığını ayırt etme yeteneÄŸini de yitirmiÅŸtir. Evrensel yanlışlık gibi soyut bir kavramın ışığında her türlü somut sorumluluk da silinir” diyor Theodor W. Adorno, ‘Minima Moralia’ isimli kitabında

Fazlasıyla dışa dönük olmaya alıştırdılar oysa bizi, alıştık biz de rahatlıkla buna, baÅŸkalarına bakarak yaşıyoruz artık çoÄŸumuz büyük ölçüde. BaÅŸkalarının baÅŸarılarına, hal ve hareketlerine, güzelliÄŸine, zevk ve kültürüne, yüksek getirisi olan yaÅŸama alışkanlıklarına bakıyor ve ölçüsüz hayranlıklar geliÅŸtiriyoruz. Buna karşılık, baÅŸkalarının baÅŸarısızlıkları, günahları, yanlışları ya da sıradanlıklarına karşı da gerçekten yüksek dozda tahammülsüzlükler sergiliyoruz. Bunlar nesnel araÅŸtırmalara, uzun muhasebe ve muhakemelere, adil sorgulamalara konu olan ÅŸeyler deÄŸil çoÄŸumuz için. Dolaşımdaki paket düÅŸünceler ve hakkaniyetsiz yargılar üzerinden otomatik seçilen birtakım basmakalıp yargılardan oluÅŸuyor daha çok. Bu bizi hem baÅŸkalarının dünyasına yabancılaÅŸtırıyor hem de kendi dünyamıza. Hem hakkaniyetsizliÄŸi kanıksamamıza sebep oluyor hem kendi hakikatimizi aramaktan geri bırakıyor bizi.

Thomas Bernard’ın ‘Neden’ isimli kitabından hepimize tanıdık gelecek durumlara dair acıtıcı bir dokunuÅŸ: “Ä°nsanların olduÄŸu yerde her zaman biri hemen dalga konusu olur ve ister yüksek ya da alçak sesli olsun ister en sinsicesi, yani en sessizi olsun alaylı kahkahalara tükenmek bilmez bir kaynak sunar. Topluluk olarak toplum, çok ya da az sayıda insan arasından birisi kurban olarak seçilinceye kadar rahat durmaz ve o andan sonra o kiÅŸi herkes tarafından ve her fırsatta tüm iÅŸaret parmaklarının hedefi olur.”

“Hiç kendimizin savcısı ve baÅŸkalarının avukatı olmuyor” dedi beyaz saçlı adam, “ama hükmümüzün hep adil olduÄŸuna inanıyoruz!”

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.