Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Cahiliye denilince ne anlamalıyız?

Cehaleti bildiğimiz kötülükten ayıran şey, ondaki iyilik potansiyeli ve geri dönüş imkânıdır. Cehalet her türlü kötülüğün kaynağıdır, ama insan içinde beliren kötülük duygusunun ilk formudur. Enteresan bir şekilde insan yaptığı hatayı itiraf ederken bunu “cahillik ettim” sözüyle ifade eder. Bu söz aslında yaptığı şeyin hata olduğunu bilmediğini ya da o yanlışı bilmeden işlediğini ifade için söylenmez. Yaptığından pişman olduğunu ve vazgeçtiğini ilan etmek için böyle söylenir.



Cahilyenin lügavi ve ıstılahi boyutu
 
Cahiliye Arapça kökenli bir kelime… Türkçede kullanılan ve ilk şekliyle bilginin zıttı; “bilinmezlik, bilgisizlik” anlamına gelir. Çeşitli ayet ve hadisi şeriflerde İslam’dan önceki dönem cahiliye olarak isimlendirilmiştir. Kuran ve hadislerde menfi bağlamda zikredilen bu kelime, özellikle modern dönemde kolektif Müslüman bilincini en çok meşgul eden şeylerden biridir. Bu kelime etrafında gelişen tartışmalar iki eksende yürümüştür. Birincisi; cahiliyenin kavramsal analizi. İkincisi; cahiliyenin belli bir zaman dilimi mi yoksa bir zihniyet mi olduğu meselesi. Cahiliye eğer bir zihniyeti, yaşam şeklini ifade ediyorsa, herhangi bir süreçte tekrar ortaya çıkabilen bir durum demektir. Cahiliyenin kavram analizine gelince; semantik yapısının birden fazla anlama müsait oluşu, anlamının sınırsız bir şekilde esnetilerek birbirinden farklı manalara çekilmesine ve kavramın her dönemde yeniden üretilmesine sebep olmuş, buna bağlı olarak çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.
 
Muhtelif iddialar
 
Bilginlerin bir kısmı “cehl” kelimesinin aslında ilmin değil, hilmin zıddı olduğunu, cahiliye insanının haşin, hoyrat, kaba oluşundan hareketle, o döneme cahiliye dendiğini söylemiştir. Diğer bir grup; cahiliyenin aslında fıkhın zıddı olduğunu ileri sürmüş ve “cahiliyede hayırlı olanınız İslam’da da hayırlıdır. Tabi eğer tefakkuha (derin düşünceye) sahip olursa”(Buhârî, Enbiyâ 8; Müslim, Fezâil 168) hadisinden hareketle cahiliye insanının tefakkuhtan yoksun olduğunu iddia etmiştir.
 
 
Başka bir grup; cahiliyenin medeniyetin karşıtı olduğunu, İslam’dan önceki kanunsuz, nizamsız bir toplumu ifade ettiğini, İslam’ın cahiliye toplumunu medenileştirdiğini söylemiştir. Bir başkası; cahiliye döneminin sembol isimlerinden Amr bin Hişam’ın İslam’dan önceki Ebu’l-Hakem (Hikmetin Babası) lakabının Ebu Cehil (Cehaletin Babası) olarak değiştirilmesine dayanarak, cahiliyenin aslında hikmetin zıttı olduğunu, cahiliye devrinin de düşünce ve eylem bakımından anlamsızlığına işaret ettiğini öne sürmüştür.
 
Görüşlerin değerlendirmesi
 
Bunlar içerisinde en fazla kabul göreni, cahiliyenin hilmin zıddı olduğunu iddia eden görüştür. İlk defa Alman oryantalist Goldhizer’in ortaya attığı ve sonrasında sorgusuzca tasdik edilerek aktarılan bu görüş, neredeyse kelimenin anlamını belirler olmuştur. Goldhizer ilgili makalesinde Arap şiiri başta olmak üzere çeşitli delillerle tezini ispat etmeye çalışsa da Arap diline vakıf olan hemen herkes Arapça kelime ve anlam zenginliğini, kelimeler arası anlam geçişlerini ve bu tarz mecazî kullanımların olduğunu bilir. Sonuçta “cehl” kelimesinin zulüm anlamına geldiğini iddia eden biri de en az Goldhizer kadar Arap şiiriyle istişhad edebilir. Kaldı ki Kureyş’in bir kabile olarak hilm vasfı bilinen bir şeydi. Kureyş emsal kabilelere göre daha soğukkanlı, siyasal aklı gelişmiş bir kabile olarak kabul edilirdi. Hatta bu gerçeğin onunla rekabet hâlindeki kabile şairleri tarafından teslim edilişinin örnekleri kadim Arap şiirinde mevcuttur. Zaten Kureyş’i çevre kabilelere üstün kılan da bu olgunluk ve uyumlu karakteridir.
 
Hâlbuki cehl kavramı insandaki kötü davranışların tamamını kapsayan çok geniş bir anlama sahip. “Cehl” kelimesini hamlettikleri bu anlamların tamamını aynı anda aksettirecek bir derinliği var. Fakat cehalet kelimesinde ayrıca bir nükte var; cehaleti bildiğimiz kötülükten ayıran şey, ondaki iyilik potansiyeli ve geri dönüş imkânıdır. Cehalet her türlü kötülüğün kaynağıdır, ama insan içinde beliren kötülük duygusunun ilk formudur.
 
Enteresan bir şekilde insan yaptığı hatayı itiraf ederken bunu “cahillik ettim” sözüyle ifade eder. Bu aslında yaptığı şeyin hata olduğunu bilmediğini ya da o yanlışı bilmeden işlediğini ifade için söylenmez. Yaptığından pişman olduğunu ve vazgeçtiğini ilan etmek için böyle söylenir. Sonuç olarak, “cehl” insanda sürekliliği olan bir vasıf değildir. “Cehl” yukarıda zikredilen bütün menfi vasıfları muhtevi olmakla beraber, az önce işaret edilen müspet anlam potansiyelini de kapsadığı için özel olarak tercih edilmiştir.
 
Ayrıca cahiliye İslam öncesindeki vahyin rehberliğinden yoksunluğu yani ne yapılması, nasıl yapılması gerektiğine dair bir bilgisizliği ifade eder. Hatta Kuran Hz. Peygamberi de bu kapsam içinde zikreder: “(Ey Rasûlüm), işte sana böyle emrimizden bir ruh (Kur’an) vahyettik. (Hâlbuki daha önce) sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Fakat biz o kitabı bir nur yaptık. Onunla kullarımızdan dilediğimize hidayet vereceğiz ve muhakkak ki sen, doğru bir yola (İslâm’a) çağırıyorsun.” (Şûrâ suresi, 52) Özetle, cahiliyeden kasıt enformatik bilgi eksikliği değil, sokratik bilgi anlayışıdır. Sokrates bilgi ile erdemi birbirine eşitler. Ona göre bilgi erdem, erdem de bilgidir. Ancak hakikati bilen ona göre eyler. Eylemi hakikatli olmayanın bilgisi de hakikatli değildir. Buna göre, ilim ile fazilet, cehl ile rezilet bir olmuş olur. Kuran’ın temel yaklaşımı da böyledir. Zira putperestler bilmemekle eleştirilir.
 
Cahiliye Kur'an'da nasıl geçiyor?
 
Kuran-ı Kerim’de cahiliye kelimesi dört yerde geçer ve bunların tamamı Medine’de nazil olan surelerdedir. Hepsinde de menfi bir atıf söz konusudur. Nüzul sırasına göre ilk geçtiği Al-i İmran suresinin 154. ayetinde, “cahiliye zannı” (zanne’l-câhiliyye) cahiliyenin zihniyetini tenkit eder.
 
 
İkinci defa geçtiği Ahzab suresi 33. ayette ise Hz. Peygamber’in hanımlarına hitaben “İlk cahiliye devrindeki kadınlar gibi açılıp saçılmayın” (teberruce’l-câhiliyye) şeklinde cahiliye yaşantısından nehyeder. Üçüncü kez geçtiği Fetih 26’da “Hani inkâr edenler kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu (hamiyyete’l-câhiliyye) yerleştirmişlerdi” şeklinde cahiliyenin fertlerdeki kalbi marazlarına atıfta bulunur. Son geçtiği Maide suresi 50. ayette ise “yoksa cahiliye hükmünü mü (hukme’l-câhiliyye) istiyorlar?” şeklinde cahiliye sosyal yaşamındaki adaletsizlik nazara verilir.
 
Görüldüğü gibi Kuran toplum yaşamını oluşturan dört temel konuda cahiliyeyi konu ederek tenkit etmiştir. Burada ilk dikkat çeken husus, bu ayetlerin tamamının Medine’de nazil olmuş olmasıdır. Cahiliye ile sıcak temasın en etkin biçimde sürdüğü Mekke döneminde değil, Medine döneminde nazil olan ayetlerde zikredilmesi Müslüman bilincin inşası gibi bir amaç güdüldüğünü gösteriyor.
 
Yoksa bu kavram suçlamak, itham etmek gibi bir amaçla sevk edilmiş, pejoratif bir ifade değildir. İslam’ın toplumsal bir yapıya kavuştuğu Medine döneminde İslam’ın ötekisini ifade etme amacıyla sevk edilmiştir. Ayrıca dört ayette de cahiliye kelimesi o dönemdeki menfi bir uygulamaya izafetle ifade edilmiş, mutlak olarak cahiliye yerilmemiştir. Cahiliye hükmü, cahiliye hamiyyesi gibi izafet tamlamasıyla ifade edilişin diğer bir anlamı da kavramın evrenselliğini sağlamaktır. Çünkü zaman da mekân da geçici ve değişkendir. Fakat insana bağlı olan ve insandan sadır olan eylemler, insan var oldukça var olacaktır.
 
Cahiliye her yönüyle kötü müdür?
 
Şunu hemen ifade etmek gerek; cahiliye, içinde hiçbir iyiliğin olmadığı karanlık bir dönem değildir. Geride zikri geçen hadiste Efendimiz cahiliyede hayırlı olanın İslam’da da hayırlı olduğunu buyurmuştur. Yine Efendimiz Hira’dan ilk indiğinde başından geçenleri Hz. Hatice’ye anlatarak şeytanlar tarafından ruhunun ele geçirilmesinden korktuğunu söyleyince, Hz. Hatice “Sen yetimin başını okşayan, akrabayı gözeten, borçluya yardım eden birisin. Sana kötülük arız olmaz” (Buhari, Bed’ül-vahy 3, Sîretü İbni İshak, 178) diyerek sayılan hasletlerin cahiliye döneminde de iyilik olarak kabul edilip işlendiğine işaret eder. Özellikle ilk İslam’a giren Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman gibi şahsiyetlerin İslam’dan önce de dürüst bir hayat yaşadıkları, İslam’ın yasakladığı şeylerden uzak durdukları kaynaklarda zikredilir.
 
Kabile taassubu ve üst kimliği altında kıymet ifade etse de cömertlik, cesaret, akrabayı gözetme, yetime sahip çıkma gibi hasletler o dönemde de övülen davranışlardı. Mesela cömertlikleriyle şiirlere konu olmuş Hatem et-Tâi ve Herim b. Sinan…Müslüman olmadan önce her akşam evinin çatısında bir kişinin “et yemek isteyen Beni Süleym’in evine gelsin” şeklinde çağrı yaptıran Sad bin Ubade… 70 (bazı rivayetlerde 360) kız çocuğu diri diri gömülmekten kurtaran ünlü Arap şairi Ferazdak’ın dedesi Sasa b. Naci…
 
 
Bu isimler cahiliyedeki erdemi gösterir mahiyettedir. Aynı şekilde Ebu Sufyan’ın Heraklius’un sorduğu sorulara Hz. Peygamber ve Müslümanlar lehine olmasına rağmen yalan söylemeden dürüstçe cevaplar vermesi, İslam’dan önce iyilik ve erdemin toplumda var olduğunu gösteren örneklerdir.
 
Ayrıca cahiliye Arapları gökleri ve yeri yaratanın, yağmuru yağdırıp bitkiyi bitirenin Allah olduğuna inanırlardı. Ahiret inancına sahip olanların sayısı hiç de az değildi. Namaz, oruç, sıla-i rahim, abdest, gusül gibi ibadetlerin cahiliyede de var olduğu bilinmektedir. Keza kurban kesmek, hac ve umre yapmak da cahiliyede var olan ibadetlerdendi. Hatta bunlar arasından İslam’da en az değişime uğramış olanın hac ibadeti olduğu malumdur.
 
Hırsızın elinin kesilmesi, kısas cezası, üç talakla boşanmanın gerçekleşmesi ve üç talakla boşanan kadına ancak başka biriyle evlenmesi durumunda yeniden dönülebileceği şeklindeki uygulamalar İslam’dan sonra da aynıyla veya kısmi bir değişiklikle devam etmiştir. Hatta İslam’ın muamelâta dair hükümlerinin birçoğunun kısmi bir revizyonla devam ettiğini söylemek mümkündür.
 
Vahiy cahiliyeyi nasıl ortadan kaldırdı?
 
İnsanlık mirası peygamberler üzerinden asırdan asra nakledilerek gelmiştir. Bir toplumun değişim ve dönüşümü tarihsel sürekliliğe engel olmaz. Bilakis bu sürekliliği sağlayan dönüşümler var olabilir ve var kalabilir. İnsanlık tarihi boyunca başarılı toplumsal dönüşümler, olmaktan ziyade oluşmakla ifade edilecek şekilde gerçekleşmiştir. Olmak ile oluşmayı ayıran en önemli fark, zaman, daha doğrusu tarihsel sürekliliktir. Amerikalı sosyolog Eric Hoffer’ın da dediği gibi “köklü değişimlere maruz kalan halk, uyumsuz kişilerle doludur. Bu halk dengesizdir. Her an patlayacak gibi durur.” (Eric Hoffer, Değişim Sancısı, Ayışığı Kitapları, S.6) Hâlbuki İslam, mensuplarında tarihin hiçbir döneminde rastlanmayacak bir kardeşlik atmosferi meydana getirmiş, emsali imkânsız bir toplum oluşturmayı başarmıştır. İslam içkiyi daha ilk geldiği zamandan itibaren kerih görmesine karşın belli bir tedriçle nehyetmiştir.
 
Sosyal adalet İslam’ın ilk hedeflerinden biri olmasına rağmen bir zulüm aracı olan faizi 22 yılda yasaklamıştır. İslam tepeden inme bir değişim emretmediği gibi böyle bir dönüşüm de meydana getirmemiştir. Kuran ısrarla Peygambere “De ki; ben peygamber olarak gelen ilk insan değilim” (Ahkâf, 9) şeklinde emir veriyor. Yani İslam Hz. Peygamber’le başlamış bir hadise değildir. İnsanlığın değişmez değerlerinin en evrensel formu Hz. Peygamber’le kemale ermiştir.
 
 
Yoksa İslam’ın tarihi insanın tarihidir. İslam öncesi şirk ve onun etrafında şekillenmiş yaşam tarzı, bu tarihsel sürekliliğin kesintiye uğradığı bir zaman dilimini ifade eder. Şunu da hemen eklemek gerek; Müslüman kimliğin inşasında İslam’ı Hz. Peygamber’in Hira’dan indiği andan itibaren dünyayı yeniden kuran bir yaşam olarak ifade etmek, bu gerçeğe aykırı değil, bilakis bunu teyit eden bir şeydir.
 
Modern cahiliye yorumlarının arka planı
 
Yukarıda cahiliye kavramı etrafında dönen tartışmalara dikkat edileceği gibi, hemen her sınıf İslam’a yüklediği anlam üzerinden cahiliyeyi tarif etmiş ve onu İslam’ın ötekisi olarak konumlandırmıştır. Özellikle İslam’ın siyasi tasavvuru başta olmak üzere ilim, kültür, yaşam tarzı gibi 21. yüzyıla sunduğu teklifler, İslam ve onun ötekisi kabul edilen cahiliye ekseninde yürümüştür. İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan Soğuk Savaş ortamında emperyalizme yönelik yükselen tepkilerin odağında sol-sosyalist söylemler varken, son 30 yıldır özellikle Türkiye’de, bu muhalif dil İslam üzerinden şekillenmeye başlamıştır. Bu bağlamda İslam’ın siyasal alanda güç kaybetmesiyle İslam dünyasında oluşan muhalif dini cemaat ve hareketler, Müslüman zihin ve yaşam tarzını İslam’ın ilk ortaya çıkışı üzerinden yeniden yorumlamaya sevk etmiştir. Mısır’da Seyyit Kutup, Hindistan’da Mevdudî gibi âlimler İslam’ın siyasal alandaki varlığını yeniden kazanması adına yapılan entelektüel çalışmalarında işin en başına, en temel kavramları yeniden yorumlamayı koymuşlardır.
 
Modern dönemlerde yapılan Kuranî kavramlar eksenli tartışmaların böyle bir sosyolojik arka planının olduğunu bilmek gerekir. Modern dönemlerde ortaya çıkan İslamî akımlar, cahiliyeyi zifiri karanlık bir dönem olarak tevehhüm ettiğinden ve İslam’ın hâkimiyetinin devrimsel bir değişimle gerçekleştiğini düşündüğünden, davet ve hareket planlarını akıp giden reel hayatın gerçeklerinden tamamen kopuk bir ütopya üzerine bina etmişlerdir. Bundan dolayı âmme-i efkârda beklenen karşılığı bulamamış, hicran, hüsran ve haybetle sonuçlanmışlardır. Yeni bir zihniyet ve toplum inşası iddiasıyla ortaya çıkan bu hareketler, cahilî kavramları öyle bir yorumladı ki İslam’ın siyasî tasavvuru kendinden önceki tarihsel dönem tarafından şekillenir olmuştu. Cahiliye İslam’ın yerini belirleyen değil de konumlayan bir şey oldu. Cahiliye ve benzeri kavramların bugünün dili ve şartları dikkate alınarak yorumlamanın Müslümanın ruh dünyasında oluşturacağı heyecan ve motivasyon inkâr edilemez. Bu kavramların inşa ve ihya gücü de inkâr edilemez.
 
Fakat bu inşa zihinsel çarpıklığa sebebiyet verip sonradan bünye-i İslamiye’de tamir ve telafisi imkânsız rahneler açacaksa, buna en baştan dur demek daha doğru bir tavır olacaktır. Bu durum sadece içinde bulunduğumuz çağa mahsus değildir. İslam dünyasının Moğol istilasına maruz kaldığı dönemlerde benzer yorumlar dönemin uleması tarafından da yapılmıştır.
 
Bugün kimi ifratkâr grupların dilinden düşürmedikleri bazı tefsir yorumları, ulema fetvaları bu kriz dönemlerinde verilmiş fetvalardan oluşur. Mesela İbni Kesir, Moğol istilası sonrası İslam toplumunun bazı bölgelerinde cari hâle gelen Moğol hukuk sistemini tenkit amacıyla “cahiliye hükmünü mü istiyorsunuz?” (Mâide, 50) ayetiyle istidlal ederek bu sistemin reddedilmesi gerektiğini söylemiştir. Fakat bugün IŞID gibi bazı gruplar aynı ayetlerin, Türkiye dâhil bütün İslam coğrafyası için geçerli olacağını iddia etmiştir. Bütün İslam âleminin cahiliye hayatı yaşadığını söyleyerek kendi yorumlarını mutlaklaştıran bu cenahlar, ellerine geçen ilk fırsatta bunu teoride bırakmamış, akla ziyan çirkin ve dehşet şekillerinde icra etmişlerdir.
 
 
Müellif: Muhammed Yazıcı / Kaynak: Cins Dergi

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.