Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

İran'da yükselen milliyetçilik ve Türkiye önyargısı

İslam dünyasına beynelmilel mesajlar veren İran’da, 2000’li yıllardan itibaren keskin milliyetçi politikanın izleri, kültürel elitlerin söylemlerinde yeniden kendini göstermeye başlamıştır.



Sanılanın aksine, Ä°ranî kavimlerle Türkler arasındaki kültürel iliÅŸkiler Ä°slamiyet’ten öncesine uzanır. Bugut Yazıtı’na bakılırsa iki toplum arasındaki kültürel iliÅŸkileri 6. yüzyıla deÄŸin götürmek mümkündür. Ä°ranlı araÅŸtırmacı Ä°nayetullah Rıza ise “Sasaniler Dönemi’nde Ä°ran ve Türkler” baÅŸlığını taşıyan araÅŸtırmasında bu iliÅŸkiyi daha da gerilere götürmeyi saÄŸlayan bilgiler sunuyor. Bu bilgiler ışığında Ä°slamiyet’ten önce Türkler ve Ä°ranlılar arasında Mâverâünnehir’de, tarihî Ä°pek Yolunun etrafında, Alman Türkolog Lars Johansson’un deyimiyle bir temas/etkileÅŸimden veya ortak yaÅŸam alanından bahsedilebilir.
 
Bu ortak yaÅŸam alanı Ä°slamiyet’ten sonra da Batı’ya doÄŸru kayarak devam etmiÅŸtir. Türklerin 11. yüzyıldan itibaren Ä°ran coÄŸrafyasına yoÄŸun olarak yerleÅŸmesi ve akabinde Anadolu’ya geçiÅŸi, Horasan’dan Balkanlara uzanan geniÅŸ bir hinterlantta kültürel açıdan Türklerle Ä°ranlılar arasında bir iç içe geçme, baÅŸka bir deyiÅŸle “bütünleÅŸme” oluÅŸturmuÅŸtur. Bu durumun normal bir sonucu olarak Türkiye ve Ä°ran kültürel açıdan oldukça benzeÅŸmektedir. Bu benzeÅŸme esasen uzun süreli karşılıklı etkileÅŸimin kültür sahasındaki tezahürüdür. Nitekim çoÄŸu zaman müÅŸterek kültürel ögelerdeki arketipin hangi topluma ait olduÄŸunu saptamak zordur. Bu yüzdendir ki dilden edebiyata, musikiden mimariye, gelenek-göreneklerden hurafelere deÄŸin birçok kültür ögesindeki ÅŸaşırtıcı benzerlikler zaman zaman bilhassa kültürel elitler arasında anlaÅŸmazlıklara yol açabilmektedir. Her iki ülkede ulus devlet inÅŸa sürecinden sonra belirginleÅŸen bu anlaÅŸmazlıkların bir kısmı genelde ideolojik önyargılardan kaynaklanmaktadır.
 
Bir ÅŸehir efsanesi
 
Pehleviler Dönemi (1925-1979) Ä°ran’da ulus devlet inÅŸa politikasının mimarlarından Muhammet Ali FuruÄŸi’nin (1877-1942) Türkiye’deki büyükelçiliÄŸi (1927-1930) esnasında Mustafa Kemal Atatürk’ün (1881-1938) kendisine “Siz Ä°ranlılar milliyetinizin deÄŸerini ve anlamını, bir toprak parçası üzerinde kökleÅŸmenin nasıl büyük nimet olduÄŸunu bilmiyorsunuz. [Bir topluluÄŸun] millet olabilmesi için insanlık tarihi ve medeniyetinde, edebiyat, felsefe ve siyaset sahasında süreklilik arz etmesi gerekir. Siz büyüklerinizin kıymetini [de] bilmiyorsunuz ve Åžahname’nin azimetini kavrayamıyorsunuz ki bu kitap sizin milliyet sahibi olduÄŸunuzun senedi ve hüviyet cüzdanınızdır. Ben [ise] Türk milleti için böyle bir mazi yaratmaya mecburum” ÅŸeklinde sözler sarf ettiÄŸine dair iddialar bulunmaktadır. Atatürk ile FuruÄŸi arasında böyle bir mülakat geçtiÄŸine dair FuruÄŸi’nin iki cilt hâlinde yayınlanan günlüÄŸünde herhangi bir kayıt yoktur. Kazım Karabekir’le (1882-1948) gerçekleÅŸtirdiÄŸi sıradan görüÅŸmelerini bile defterine kaydeden FuruÄŸi’nin bu denli özel bir konuÅŸmayı atlaması akla uygun gelmiyor. Bu mülakatı Habip YaÄŸmayi, FuruÄŸi’nin makalelerinin toplandığı külliyatın ilk cildinin giriÅŸ bölümünde kaynak vermeksizin, FuruÄŸi’nin Atatürk’ün “dostu ve mahremi” olduÄŸunu da ileri sürerek yazmaktadır.
 
Buna mukabil Türkiye’deki arÅŸivlerde Atatürk’ün Ä°ran büyükelçisine bu minvalde sözler sarf ettiÄŸine dair bir belgeye de tesadüf edilmediÄŸi gibi, Atatürk’ün etrafındakilerin hatıratlarında da konuya iliÅŸkin bilgi yoktur. Dolayısıyla ya böyle bir görüÅŸme olmamıştır ya da bazı kalemler, Ä°ranlılara, modernleÅŸme yolunda hızla ilerleyen kadim komÅŸu Türkler karşısında itibar kazandırmak adına mizansen meydana getirmektedir. Bu sebeple FuruÄŸi’nin bizzat yazmadığı, üçüncü bir ÅŸahsın ise belge olmadan zikrettiÄŸi bu mülakata ÅŸüpheyle yaklaÅŸmak gerekirken, Atatürk’ün sözde sarf ettiÄŸi cümleler, Ä°ran’da özellikle milliyetçi aydınlar için asırlık ön kabul hâlini almıştır. Tanınan kültür adamları, mevzu bahis Türkiye olunca bu sözde mülakata, yazı ve röportajlarında bizzat FuruÄŸi aktarmış gibi telmihte bulunmaktadır. Bu ÅŸehir efsanesi zamanla bir cenah nezdinde doÄŸruluÄŸu kesin bir hadiseye dönüÅŸmüÅŸtür. Ancak üzerinde düÅŸünülmesi gereken nokta, Ä°ranlıların köklü bir millet olduÄŸunu ispat edebilmek için Atatürk’ten teyit almaya ihtiyaç duyulmasıdır.
 
 
Ä°ran kültürünün “yaÄŸmalanması”
 
Ä°ranologlardaki yaygın kanaate göre geniÅŸliÄŸi Orta Asya’dan Balkanlara uzanan tarihteki “Kültürel Ä°ran’ın” muÄŸlak sınırları, günümüzde büyük oranda Türk dünyasıyla kesiÅŸmektedir. Zaten yukarıda Türklerle Ä°ranlıların uzun zamandır aynı coÄŸrafyayı paylaÅŸtığı söylenmiÅŸti. Bu coÄŸrafyadaki kültürel birikimin toptancı bir ÅŸekilde, doÄŸruluÄŸu tartışmalı “Aryan Teorisi” üzerinden Ä°ran’ın hanesine yazılması izaha muhtaçtır. Batılı Ä°ranologların uzun zamandır iÅŸlediÄŸi bu teze, tarihin tozlu raflarında saltanatına meÅŸruiyet arayan Rıza Åžah (1878-1944) âdeta can simidi gibi sarılmış, oÄŸlu Muhammet Rıza Åžah (1919-1980) ise daha da ileriye giderek AhameniÅŸ Ä°mparatoru Büyük Kiros’un torunu olduÄŸunu ispata giriÅŸmiÅŸti. 1979 Ä°ran Devrimi’ne deÄŸin devletin kültür politikaları bu anlayış üzerinden ÅŸekillenmiÅŸtir. Ne var ki devrimin ilk çeyreÄŸine kadar Ä°slam dünyasına beynelmilel mesajlar veren Ä°ran’da, 2000’li yıllardan itibaren, 54 yıl kadar süren keskin milliyetçi politikanın izleri, kültürel elitlerin söylemlerinde kendini göstermeye baÅŸlamıştır.
 
Burada dikkate deÄŸer olan ise milliyetçi entelektüellerin tarihteki ortak yaÅŸam alanında tebellür eden kültür deÄŸerlerine karşı Pehlevi rejiminden miras aldıkları tekelci bakış açısıdır. Bu bakış açısıyla hem Ä°ran’daki hem hâlihazırda diasporadaki Ä°ranlı aydınlar tıpkı “Fars Körfezi” isminde olduÄŸu gibi birleÅŸmektedir. Mevlânâ Celaleddin Rumi’den Genceli Nizami’ye Ä°bn-i Sina’dan Bîrûnî’ye kadar birçok tarihî ÅŸahsiyeti Ä°ran’ın inhisarına alma eÄŸilimi, bu ÅŸahsiyetlerle iftihar etmek isteyen bölge ülkelerine karşı itiraz ve dahası suçlamalara zemin teÅŸkil etmektedir. Suçlamaların başında ise köklü bir maziye sahip olmayan nevzuhur devletlerin Ä°ran kültür mirasını kendilerine tarihî bir dayanak bulmak maksadıyla âdeta “yaÄŸmalaması” gelmektedir. Önceleri daha çok Ä°ran kamuoyunu etkilemeye yönelik olan bu sübjektif söylem, son yıllarda tarihi bir hakikatmiÅŸ gibi sadece popüler yayınlarda deÄŸil bilimsel yayınlarda da sunulmaktadır. Bu konudaki örnekler sayılamayacak kadar çoktur.
 
SomutlaÅŸtırmak gerekirse Türkiye’de Farabi Evi’nin açılmasına, Hazreti Mevlânâ ile Åžems-i Tebrizi’nin hayatına dair film çekilmesine, Ä°bn-i Sina’nın heykelinin dikilmesine ya da Nizamülmülk konulu bilimsel toplantılar düzenlenmesine Ä°ranlı bir grup kültür-sanat adamından tepki gelmektedir. Daha da ilginç olanı, geçtiÄŸimiz aylarda Türkiye’nin hat sanatını UNESCO nezdinde Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne kaydettirmesine Ä°ran Hattatlar DerneÄŸi’nin karşı çıkmasıdır. Oysa Türkiye’nin bu giriÅŸimi Ä°ran’ın aleyhine deÄŸildir. Konunun ilgilileri bilir ki söz konusu listeye baÅŸvuruları her ülke bireysel yapar ve bir ülkenin bir kültür mirasını listeye kaydettirmesi baÅŸka ülkenin aynı mirası kaydettirmesine engel teÅŸkil etmez. ÖrneÄŸin Türkiye’nin Hereke halısını söz konusu listeye aldırması Ä°ran’ın Tebriz halısını aldıramayacağı anlamına gelmez. Her ülke, kaydettirmek istediÄŸi kültür mirasına iliÅŸkin dosyayı hazırlayarak baÅŸvurusunu yapar. ÖrneÄŸin Manas destanını hem Çin hem Kırgızistan, lavaşı hem Ermenistan hem Ä°ran ayrı ayrı UNESCO’ya sunarak kabul ettirmiÅŸtir. O hâlde konunun Ä°ran’la alakası yokken Türkiye’nin hat sanatını listeye ekletmek istemesine Ä°ranlı kültür adamları neden karşı çıkmaktadır?
 
 
Entelektüel kibir
 
Kaçarların son döneminde baÅŸlayıp Pehleviler döneminde somutlaÅŸan Ä°ran’daki milliyetçi tarih yazımı, entelektüel cenahta üstüncü bir tarih bilincinin oluÅŸmasına kapı aralamıştır. Bu bilinç ister istemez kendi doÄŸrularını oluÅŸturmuÅŸtur. ÖrneÄŸin Ahmet Kesrevi’den tevarüs edilen, Ä°ran’daki Azerbaycan Türklerinin aslında MoÄŸol istilasında TürkleÅŸen Ä°ranlı kavimler olduÄŸu fikri ya da Osmanlı Devleti’nin (1299-1923) Farsçayı resmî dil olarak kullandığı, bu meyanda doÄŸru bilinen yanlışlardan bazılarıdır.
 
Bunların yanı sıra günümüze doÄŸru yaklaÅŸtıkça farklı örneklerle karşılaÅŸmak mümkündür. Mesela dünya genelinde izleyici sayısı bakımından Amerikan dizilerinden sonra ikinci sırayı alan Türk dizilerinin Ä°ran’da izlenmesi bir taraftan bilim insanlarının, diÄŸer taraftan kültür sanat camiasındaki bazı isimlerin hoÅŸuna gitmemektedir. Hatta bazı kültür adamları, Ä°ran’ın tabiri caizse varoluÅŸsal düÅŸmanı olan ABD’nin yapımlarından Türkiye’nin yapımları kadar rahatsızlık duymamaktadır. Çünkü Türkiye’nin Ä°ran toplumunun büyük bir kısmında ilgi uyandıracak kültürel bir eser ortaya koyabilmesi, birçok milliyetçi entelektüel için sindirilebilir bir durum deÄŸildir. Bu entelektüel kibir, Türkiye’de ve Ä°ran’daki seçkin sınıfın “ortak kültür mirası” etrafında buluÅŸmasına mâni olmaktadır. Türkiye’deki kültür mahfillerinde, baÅŸta Farsça olmak üzere Ä°ran’ın ülkedeki kültürel etkisi inkâr edilmezken Ä°ran’daki tam tersi tutum, hatta zaman zaman Ä°ran’daki tanınmış bazı simaların Türkiye’nin kültürel açıdan zayıf olduÄŸuna yönelik imaları anlaşılamamaktadır.
 
Sonuç
 
Türkiye’deki araÅŸtırmacıların tarihten edebiyata, müzikten mimariye, felsefeden dinî bilimlere deÄŸin gerçekleÅŸtirdiÄŸi kültürel etkileÅŸime dair çalışmalarda, Ä°ran’ın tonunun belirgin olduÄŸu klasik döneme (Orta ve Yeni ÇaÄŸ) yoÄŸunlaÅŸarak yenileÅŸme dönemini ve günümüzü nispeten ihmal ettiÄŸi bir gerçektir. Bu ihmal, Ä°ranlı aydınların ortak yaÅŸam alanındaki kültürel birikimin tek varisi olduklarına dair inançla birleÅŸmiÅŸtir. Böylelikle, bazı kesimlerde kültürel iliÅŸkilerde tek yönlü bir ÅŸekilde Ä°ran’dan Türkiye’ye bir akış olduÄŸuna yönelik bir kanaat hasıl olmuÅŸtur. Ayrıca kamuoyu önünde bu yönde demeçler veren kültür adamlarının ön plana çıkarılması söz konusu kanaati perçinlemiÅŸtir. Oysa geçmiÅŸte de günümüzde de kültürel iliÅŸkiler tek taraflı deÄŸildir. Türkler ve Ä°ranlılar arasında uzun süreli, istikrarlı barışçıl iliÅŸkilerin bir getirisi olarak, iki toplum arasında kültürel birliktelik vücuda gelmiÅŸtir. Bu birliktelik çok yönlü bilimsel incelemelere hâlâ muhtaçtır ve aynı zamanda gelecekte de aynı coÄŸrafyayı paylaÅŸma arzusunun teminatıdır. Ne Türklerin ne de Ä°ranlıların kendi milliyet ve kimliÄŸini birbirinin ötekisi/karşıtı ÅŸeklinde tanımlamasına lüzum vardır.
 
AnalizUmut BaÅŸar (Ä°RAM Toplum ve Kültür AraÅŸtırmaları Masası’nda kıdemli uzman ve Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’nde öÄŸretim üyesi)
Kaynak: Anadolu Ajansı

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.