Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Hamza Türkmen: Kemalizmin Türk kimliğini inşa süreci

Ayasofya Camii’nin müze yapılmasıyla ilgili tarihi gündem üzerine yapılan son tartışmalar, Türk kimliğinin inşası konusunda hem yöntemsel boyutun ip uçlarınınhem önemli bilgilerin bir kere daha açığa çıkmasına vesile oldu.



Ayasofya Camii’nin müze yapılmasıyla ilgili tarihi gündem üzerine yapılan son tartışmalar, Türk kimliÄŸinin inÅŸası konusunda hem yöntemsel boyutun ip uçlarınınhem önemli bilgilerin bir kere daha açığa çıkmasına vesile oldu.  Bu bilgilere göre Mustafa Kemal, daha soyadı kanunu çıkmadan ve kendisine 24 Kasım 1935’te TBMM kararıyla Atatürk soyadı verilmeden, K. Atatürk imzasını kullanmaya baÅŸlamıştı. 21 Haziran 1934’te kabul edilen 02 Ocak 1935’te de yürürlüÄŸe giren soyadı kanunu çıkmadan önce Mustafa Kemal PaÅŸa, K. Atatürk imzası için eskiz çalışmalarına baÅŸladığı Ayasofya Camii ile ilgili tartışmalar sürecinde örnekleri ile tv. ekranlarına yansıtılmıştı.

Anlaşıldığı kadarıyla Mustafa Kemal, soyadı kanunu çıkmadan ve kendisine Atatürk soyadı verilmeden (1935), kendi kendine Atatürk soyadını takdir etmiÅŸ, yeni ismiyle imzalar atmış ve K. Atatürk ismi üzerine imza eksizleri yapmıştı. Kemalist edebiyata göre yeni yaratılan Türk milletinin / ulusunun banisi de K. Atatürk idi. Atatürk, “Türk Milleti’ni yoktan var ederek TC vatandaÅŸlarını yaratmıştı.” Mustafa Kemal, 1920’li yılları sonunda oluÅŸturduÄŸu Türk Tarih Tezi perspektifine göre “yeni Türk ulusu” banisinin ve kurucu liderinin K. Atatürk olması gerektiÄŸine kendisi karar vermiÅŸti.
Atatürk’ün Ä°slam kimliÄŸi yerine seküler-laik Türk kimliÄŸini ön plana geçirdiÄŸinin ikinci örneÄŸini ise Mustafa Kemal ismini terk etmesinde görebiliriz. Anıtkabir’deki “Atatürk ve KurtuluÅŸ Savaşı Müzesi”nin özel bir köÅŸesinde Mustafa Kemal’in yeni nüfus cüzdanı/kağıdı yer alıyor. Ä°lk dikkat çeken konu Mustafa Kemal’in adının “Kamâl” olarak deÄŸiÅŸtirilmiÅŸ olmasıdır. Bu deÄŸiÅŸim de Türk kimliÄŸi ile ne ifade edilmek istendiÄŸi daha açık olarak anlaşılmaktadır. Soyadı Kanunu’ndan sonra çıkartılan nüfus cüzdanında (kimliÄŸinde) Arapça olan Mustafa adı çıkartılıp, Mustafa Kemal’e yerine Kemal Atatürk denmiÅŸtir. Ä°kinci ve son olarak çıkartılan kimliÄŸinde de (nüfus cüzdanında) bu sefer Arapça “olgunluk ve erdem” anlamına gelen Kemal adı Kamâl’a dönüÅŸtürülmüÅŸtür. Kamâl’ın Türkçe alt yapısına ait bir kelime olduÄŸu iddia edilmiÅŸ; ama 1932 yılında kurulan TDK bu iddiayı delillendirememiÅŸti. Åževket Süreyya Aydemir, “Tek Adam” kitabında bu konuyla ÅŸöyle bir bilimsel açıklama(!) bulunmaktadır: “TürkçeleÅŸtirme hareketleri sırasında, bir aralık 'Kemal' adını, 'Kamâl' gibi kullanma hareketleri görüldü. Buradaki Kamâl kelimesi galiba kale manasına alınıyordu.”

“Türk ulusunun yaratıcısı”na tazim

Osmanlı Devleti’nin son döneminde gerek Türkçü öÄŸretim görevlisi Mizancı Murat’ın dostu olan Abdulhamid Han’ın, gerek Ä°ttihad Terakki Cemiyeti’nin bir tarz-ı siyaset olarak baktıkları Türkçülük teorisini, Atatürk, Anadolu SavaÅŸları’nı vesile kılarak bilfiil uygulamaya geçirmiÅŸ ve ete kemiÄŸe büründürmüÅŸtür. Ä°nsiyatif kullanıp iktidar erkini elinde tutma baÅŸarısıyla yeni bir Türk Ulus Devleti kurmuÅŸ, bu baÅŸarısını da “Bir ümmetten bir ‘millet’/ulus yarattık” ifadesiyle ilan etmiÅŸtir.

Osmanlı sonrası ulus devletlerle ulus toplumlar olmaya zorlanan ümmet yapımızın Türkiye sınırları içinde kalan bakiyesi, resmi uygulamaya göre kök olarak sarı ırkı savunanlara raÄŸmen beyaz ırk irtibatıyla oluÅŸturulan Türk toplumuna dönüÅŸtürüldü. Milli eÄŸitim müfredatından askeri eÄŸitime kadar toplumun en az yüzde 25’ine iÅŸlenen Kemalist kimlikten, belki yüzde olarak ondan daha fazla yayılan milliyetçi kimlikten Türk milliyetçiliÄŸine yönelen büyük çoÄŸunluÄŸun potansiyeli Atatürk’ü bani olarak gördü ve Türk milletinin biricik baÅŸ öÄŸretmeni olarak kabul etti. Özellikle Kemalistler bu aidiyetlerini Atatürk heykelleri ve büstleriyle simgeleÅŸtirmiÅŸlerdir. Dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar bir kiÅŸiye ait heykel ve büst enflasyonu kanunla, yönetmeliklerle ve özellikle darbe dönemlerinde eÅŸrafa ve belediyelere uygulanan baskılarla gerçekleÅŸtirilmiÅŸtir. Yani ümmet bakiyesi olan ve anasır-ı Ä°slam denilen Türkiye toplumuna yukarıdan aÅŸağıya kurgulanmış Türk uluskimliÄŸi zorunlu bir elbise olarak giydirilmiÅŸtir; “Köylü milletin efendisi” denilirken de bir kiÅŸinin belirleyiciliÄŸi bir nevi ikonlaÅŸtırılan tuÄŸyan içinde dayatılmıştır.

Atatürk’ü ÅŸiirleriyle, köÅŸe yazılarıyla, merasimleriyle kutsayan anlayış uzun bir dönem Atatürk’ü TürklüÄŸün (Yeni oluÅŸturulan Türk ulusunun) kurucusu olarak göstermiÅŸtir. Lakin Türk inkılaplarından sayılan “Türk Tarih Tezi”nin ve Dil Devrimi icraatı içinde piyasaya sürülen “GüneÅŸ Dil Teorisi”nin daha sonra ortaya çıkan saçmalıkları nedeniyle nasıl terk edildiyse, bir kiÅŸinin bir ulusun atası olamayacağı vakıasından kalkarak bu sefer Atatürk’ün Türk ulusunun atası deÄŸil, “Ataları gibi Türk anlamına geldiÄŸi” türü tevillerle tapınılma eÄŸilimi gösterilen bu abartı büyük ölçüde gerilemeye veya form deÄŸiÅŸtirmeye baÅŸlamıştır.

Atatürkçü ve milliyetçi kimlik anketleri

Ä°slam ile ilgili aidiyetlerin ötelendiÄŸi, örtüldüÄŸü veya yasaklandığı süreçlerin sonucunda Türk ulusal kimliÄŸinin fiiliyatta ilk kurucu öncüsü olan Atatürk’ün misyonunu önceleyen ve onun Türk inkılaplarını doÄŸrudan savunan Kemalist okuma biçimleri 2010 ve 2019 yıllarında yapılan kimlik anketlerinde birinci sır görünmüÅŸtür.

ÖrneÄŸin Adil Gür’ün A&G AraÅŸtırma Åžirketi’nin 2010’da Türkiye genelini gözeterek yaptığı kimlik anketinde ÅŸu sonuçlar ortaya çıkmıştır:

A&G'nin 2010’da yaptığı ankete göre her iki kiÅŸiden biri (yüzde 50) "Ben Atatürkçüyüm" demekteydi. Atatürkçülükten sonra ikinci ortak payda olarak milliyetçilik geliyordu. Bu ankete göre mükerrer tercihlerle birlikte çıkan sonuç ÅŸuydu:

Her yüz kiÅŸiden 50’si Atatürkçü.

Her yüz kiÅŸiden 44,6'sı 'Milliyetçi’.

Her yüz kiÅŸiden 34,8'i laik.

Her yüz kiÅŸiden 29,3'ü dindar.

Optimar AraÅŸtırma Åžirketi’nin Temmuz 2019 tarihinde Türkiye genelini gözeterek yaptığı kimlik anketinde deÅŸöyle bir sonuç ortaya çıkmıştır:

Atatürkçüler: Yüzde 25.2

Milliyetçiler: Yüzde 22.1

Demokratlar: Yüzde 11.3

Muhafazakârlar: Yüzde 9.7

Dindarlar: Yüzde 7.8

Ä°slamcılar: Yüzde. 4.5v.d.

Lakin DÄ°B tarafından 2000’li yıllarda yaptırılan anketlerde de düzenli namaz kılanların oranı yüzde 24, ramazan boyunca oruç tutanların sayısı yüzde 60 civarında çıkıyordu; 2019’da Optimar Anketi’nde ise düzenli namaz kılanların sayısı yüzde 39.1, Ramazan boyunca oruç tutanların sayısı ise yüzde 65,9 olduÄŸu görülmektedir. Yani 2000’lerde,

Düzenli namaz kılanlar: Yüzde 24

Ramazan orucunu tutanlar: Yüzde 60

2019’da,

Düzenli namaz kılanlar: Yüzde 39.1

Ramazan orucunu tutanlar: Yüzde 65,9’dur.

Bu tür anketlerde eksi veya artı olarak yüzde 2’lik yanılma payına dikkat çekilmektedir. Anketlerin dürüstlüÄŸü söz konusuysa, görülen o ki namaz kılma ve oruç tutma oranlarındaki artış dindarlaÅŸmaya veya Ä°slamcılaÅŸmaya deÄŸil muhafazakârlaÅŸmaya akmaktadır. Zira hem oruç tutuyor hem Atatürkçü, hem namaz kılıyor hem milliyetçi bir dağılımdaki çoÄŸalma, Ä°slamlaÅŸmaktan çok Türk veya Kürt kimliÄŸi ile veya seküler kimlik ile birlikte muhafazakârlaÅŸma boyutunun yaygınlaÅŸtığını gösteriyor.

Ele aldığımız bu süreçle ilgili üç konu dikkat çekmektedir:

1-: Mustafa Kemal PaÅŸa, TBMM’de 21 Haziran 1934’te kabul edilen Soyadı Kanunu çıkmadan K. Atatürk imzası için eksiz çalışmaları yapmıştır. Yani anlaşılan odur ki daha kendisine Atatürk ünvanı verilmeden o bu ismi kendisine vermiÅŸ veya yakıştırmıştır. Meclis, Atatürk vasfını daha sonradan kabul etmiÅŸtir.

2-: Mustafa Kemal’in yeni ismi ile birlikte Ä°slami bir muhteva taşıyan ve Arapça olan eski namı Mustafa Kemal silinmiÅŸ, yeni namı Kamâl Atatürk olmuÅŸtur. Bu da bir Türk ulusu yaratabilmek adına gerektiÄŸinde Ä°slami olan her konuyu silmek, unutmak veya tasfiye etmek demenin bir iÅŸaretiydi.

3-: Kamâl Atatürk’ün 21 Haziran 1934’te kabul edilen yeni namı ve söylediÄŸi “Bir ümmetten bir ‘millet’/ulus yarattık” mottosu, aslında Avrupalı hem Ä°tilaf hem Ä°ttifak devletlerinin zaaflı ümmet varlığımızı bölüÅŸtürerek yapmak istediÄŸi ÅŸeydi.

Batılaşarak mı İslamlaşarak mı dirilmek?

O tarihlere yönelik Bernard Lewis, “millet” kavramını “Kutsal kitaba inanarak bir araya gelen insanların oluÅŸturduÄŸu topluluk” olarak deÄŸerlendiriyordu. (Ä°slam’ın Siyasal Söylemi, sf: 57, Çev.: Ünsal Oskay, Phoenix Yay., Ankara 2007) Yani Lewis, “millet” ifadesiyle Osmanlı toplumunda anasır-ı Ä°slam’ı tanımlıyordu. Oysa W. Churchill baÅŸkanlığında yapılan 1921 Kahire Toplantısı ile ümmet coÄŸrafyası ulus sınırlara bölünmüÅŸ ve ilerlemeci Batı görüÅŸünü savunan iç elitler eliyle bu sınırlar içinde ulus devletler kurulması, ulus devletler eliyle de yukarıdan aÅŸağıya doÄŸru ulus toplumlar inÅŸa edilmesi istenmiÅŸti. Yani her ulus devletin bir ulus toplumu olacaktı. Her ulus devlet ve ulus toplum Avrupalılar için güvenliÄŸi oluÅŸturulacak bir Pazar demektir. Maalesef bu sonuca gelindi. Bu ÅŸartlar içinde de Ä°ttihad-ı Ä°slam’a yürüyebileceÄŸimiz ıslah çabaları, etraflarına örülen arkaik ve modernist barikatları aÅŸamadı. Modernist ve ulusalcı eÄŸilim dindarlığımızı hatta Ä°slamcılığımızı gittikçe önemli ölçüde muhafazakârlığa dönüÅŸtürdü.

Ä°slam’ı alt kimliÄŸe indirgemek isteyen Türk inkılabının veya Atatürk ilke ve inkılaplarının teorik temelleri Ä°ttihad Terakki TeÅŸkilatı döneminde döÅŸenmeye baÅŸlandı. Bu bilinen bir gerçektir. Avrupalılarca Anatolia ve Turkia diye kullanılan ifadelerle ana vatan olarak Anadolu veya Türkiye’nin oluÅŸturulması, harf inkılabı, tartı-ölçü ve takvim deÄŸiÅŸimi, Türk milliyetçiliÄŸi, Avrupalı kanunların intihali, dinin uluslaÅŸtırılması gibi konular Ä°TT kadroları tarafında tartışılmış hatta bazı konuların icraat tasarıları yapılmıştı. II. Abdülhamit ve akabinde gelen padiÅŸahların çevresindeki paÅŸalar ve müÅŸavirler arasında da bu tartışmalar yapılmış, Saray’da batılı yaÅŸam tarzına öykünen uygulamalar görülmüÅŸtü. Ama Cemaleddin Afgani, Said Halim PaÅŸa, Mehmet Akif, Elmalı Hamdi Yazır, Said Nursi, Babanzade Ahmet Naim gibi Ä°ttihad-ı Ä°slam idealini ön planda tutan ulu’l-elbab ise Saray çevresinde de Ä°TT içinde de daha özgün ve uyarıcı olarak duruyor ve Enver PaÅŸa gibi darbeci bir lideri kısmen de olsa olumlu yönde etkileyebiliyorlardı. Ama Süleyman Hüsnü PaÅŸa, Ali Suavi gibi öncü Türkçülerin devamı olan Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Halide Edip gibi tipler Ä°slam’ı bir Türk dinine dönüÅŸtürmenin ve Osmanlı toplumundan ayrı bir Türk ulusu üretmenin teorik zeminini oluÅŸturdular. Atatürk de bu teorik zeminden beslenerek büyüdü ve uygulamalar gösterdi.

Bağımsızlık mücadelesini yürüten kadronun çoÄŸunluÄŸu 23 Nisan 1920’de Hacıbayram Camii’nden yürünerek açılışı yapılan Büyük Millet Meclisi (BMM) ile hedefledikleri Ä°stanbul’daki halife-padiÅŸahın ya da Ä°ttihad-ı Ä°slam’ı ve onun temsil ettiÄŸi Müslüman halkların kurtuluÅŸunu saÄŸlamaktı. Mustafa Kemal bu hedefi o dönemlerde yaptığı konuÅŸmalarda, yazdığı bildirilerde ve çektiÄŸi telgraflarda hep beyan etmiÅŸti. Bu gayenin en güzel örneÄŸini Enver PaÅŸa'nın 1921 yılında Moskova’dan Mustafa Kemal’e yazdığı mektuplarda görmekteyiz. Moskova’dan göndermiÅŸ olduÄŸu bir mektubunda Mustafa Kemal’e “Anadolu” Büyük Millet Meclisi Reisi diye hitap etmesi (16 Temmuz 1921), Anadolu’da kazanılan zaferin önce Ä°stanbul’daki saltanatın ve hilafetin kurtarılma mücadelesi olarak tanımlama gayretini ifade etmekteydi; ayrıca açılışı yapılan Büyük Millet Meclisi'nin tüm Osmanlı topraklarını kapsayacak Âli bir meclisin parçası olduÄŸunu, Mustafa Kemal'in Osmanlı Meclisi’nin “Reisi” olmadığını sadece Anadolu'da kurulan yerel meclisin reisi olduÄŸunu belirtmek istemiÅŸti (Murat Bardakçı,Hürriyet, 04.07.2005). Zaten Anadolu bağımsızlık mücadelesi kadrolarının çoÄŸunluÄŸun inancına göre "Anadolu Meclisi" zafer kazanıldığında Ä°stanbul’a dönecek ve faaliyetlerini payitahtta sürdürecekti. Anadolu Meclisi'nin temel stratejik hedefi bağımsızlık mücadelesi kadrolarına göre de Enver PaÅŸa’nın ÅŸu ifadesinde görülmektedir: “Bütün mücadelem Ä°slam alemini kurtarmaktır... her halükârda bir gün döneceÄŸim.”

Mustafa Kemal’ın bağımsızlık mücadelesindeki dava arkadaÅŸları Kazım Karabekir, Refet Bele, Rauf Orbay gibi paÅŸaların beklentileri de Enver PaÅŸa’dan farklı deÄŸildi. ÖrneÄŸin Atatürk “Nutuk”unda Rauf Bey (Orbay)’in o dönemlerde benzer anlayış içinde olduÄŸunu aralarındaki diyaloÄŸu aktararak belirtmektedir. Kendisi de bu kanaate itaat eden söylem ve demeçler vermiÅŸ ama aynı kanaatte olanları ise zaferden sonra gerici olarak nitelemeye baÅŸlamıştır.
Mustafa Kemal’in açık olmayan veya Türkçülük adına takiye yapan yaklaşımı ile aynı paralelde yürüyenler BMM’de Birinci Grup’u oluÅŸturmuÅŸ ve Mustafa Ağırman’ın “Cumhuriyeti kuran gizli komite” yazısında iÅŸlediÄŸi gibi BMM’de 35 kiÅŸilik illegal bir güce dayanmıştı (30 Ekim 2016). BMM’deki Ä°kinci Grup ise iÅŸbirliÄŸini reddeden yerli, milli, Ä°slami duygularla Meclis’in açılışında vaat edilen hedeflere baÄŸlıydı. Mustafa Kemal’in silah ve dava arkadaÅŸları Kazı
Karabekir, Rauf Orbay gibi paÅŸaların beklentileri de Enver PaÅŸa’dan pek farklı deÄŸildi.

10 AÄŸustos 1920’de Sevr müzakereleri imzalandıktan ve Yunan Harbi için ordu düzenlenmeye baÅŸladıktan sonra 08 Åžubat 1921 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı ile BMM’nin başına Türkiye ismi getirilerek Meclis tanımı, TBMM oldu. Daha sonra da Meclis’in yetkilerini kullanmak imtiyazı ile Mustafa Kemal’e 05 AÄŸustos 1921’de baÅŸkomutanlık unvanı verildi. 35’liklerle Mecliste oynadığı rol ve baÅŸkomutanlık vasfından sonra Mustafa Kemal PaÅŸa sorgulanmayan geniÅŸ yetkileri (layüsel hali) ile belirleyici tek adam otoriterizme doÄŸru hızla ilerledi.

Lozan görüÅŸmelerinde baÅŸlayan batıcılık

Ä°zmir'in KurtuluÅŸu ile Lozan AntlaÅŸması'na giden süreçte BirleÅŸik Krallık içinde 2 uçak gemisinin de bulunduÄŸu donanmasını Ä°stanbul'a göndermiÅŸti. Aynı süreçte ABD de 13 yeni savaÅŸ gemisini Türkiye sularına göndermiÅŸti. Yunan kuvvetlerine karşı elde edilen zaferin ardından Mudanya AteÅŸkes AntlaÅŸması imzalanır imzalanmaz Ä°tilaf Devletleri 28 Ekim 1922'de TBMM Hükümeti'ni Lozan'da toplanacak olan barış konferansına davet ettiler. Ä°nönü baÅŸkanlığında Rıza Nur ve Hasan Saka’dan oluÅŸan üç kiÅŸilik bir heyet bazı müÅŸavirlerle birlikte Lozan’a gönderildi. Heyet’in tercümanı Ä°stanbul BaÅŸ Hahamı Naum Haym idi. Kadir MısıroÄŸlu’nun Meclis zabıtlarından ve Rıza Nur’un “Hatıratım” adlı yasaklanan kitabın derlediÄŸi bilgilere göre görüÅŸmelerde Türk heyeti, müttefik diplomatlara yeni kurulacak devlette laikliÄŸin uygulanacağını, adlî murakabeyi kabul edecekleri yıllar içinde medeni kanunu Avrupa’dan aynen alacaklarını, padiÅŸahlığı laÄŸv ederek din ve hilafetin devletten ayrılacağını peÅŸin peÅŸin ifade ederek frenklere ÅŸirin görünmeye çalışmışlardı. Perde arkasında ise baÅŸta hilafetin ilgası olmak üzere birçok taahhütlerde bulunmuÅŸlardı. Ancak Türk heyeti Misak-ı Milli sınırlarında ısrar edince Ä°ngiliz heyetinin öfkesi ve tehdidiyle karşılaşılmış ve görüÅŸmelere 4 Åžubat 1922’de ara verilmiÅŸtir (Lozan Zafer mi Hezimet mi, Sebil Yay., 2010).

Lozan görüÅŸmelerine ara verildiÄŸi süreç içinde 17 Åžubat - 4 Mart tarihleri arasında Ä°zmir Ä°ktisat Kongresi yapılmış, Lozan Heyeti’nin çevirmeni Naum Haym Ä°zmir’e giderken, Heyet, Meclis görüÅŸmeleri için Ankara’ya gelmiÅŸtir.
Kurucu lider 17 Åžubat’ta baÅŸlayacak olan Ä°ktisat Kongresi öncesi 07 Åžubat’ta öÄŸlen namazında Balıkesir ZaÄŸanos PaÅŸa Camii’ne gitmiÅŸ ve namazdan sonra da minbere çıkarak ÅŸu hitabette bulunmuÅŸtur. “Millet! Allah birdir, Åžanı büyüktür. Allah’ın selameti iyiliÄŸi ve hayrı üzerinize olsun. Peygamber Efendimiz Hazretleri, Cenâb-ı Hakk tarafından insanlara hakikatleri tebliÄŸe memur ve resul (elçi) olmuÅŸtur: Kanuni esasi, hepinizce malumdur ki, Kur’an-ı azîmüÅŸÅŸan’daki nasslardır…” (Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, sf: 376, DoÄŸan Kitap, Ä°stanbul 2008.)

Ä°zmir Ä°ktisat Kongresi açılış konuÅŸmasını ise Taha Akyol ÅŸu ÅŸekilde özetlemiÅŸtir:

“Bir, Yeni Türkiye ‘sistem’ dışına çıkmayacak [Osmanlı ÅŸer’i aidiyetlerini bırakacak], kapitalist Batı kampında kalacaktır (‘yabancı sermayeye hürmetkâr olacaktır’), BolÅŸevik düzeniyle hiçbir iliÅŸkisi yoktur.
Ä°ki, kapitülasyonlar asla kabul edilmeyecektir; Türkiye ‘sistem’e karşı deÄŸildir ama ‘sistem’e tam bağımsız bir üye olarak dahil olacaktır.”
(a.g.e., sf:386--387)

Sabahattin Selek, Mustafa Kemal’in Büyük Taarruz’dan sonra “kapitalizm, emperyalizm” gibi kavramları terk ediÅŸi ve Ä°ktisat kongresinde yaptığı konuÅŸma nedeniyle “Anadolu Ä°htilali II” kitabında zaferden sonra “kendi felsefesine bu noktada ihanet” etmiÅŸtir demektedir (sf: 312, KastaÅŸ Yay., Ä°stanbul 2010). Ama Akyol, Selek’in 1960’ların solculuÄŸuyla kullandığı ifadelerini ağır bulur. Ona göre Mustafa Kemal Batıcı idi, Bağımsızlık Savaşı’nda kuvvet toplamak ve zafere ulaÅŸmak için hem Ä°slamî hem BolÅŸevik kavramları öne çıkaran bir strateji izlemiÅŸ, zaferden sonra kendi deyimi ile “Garp’a teveccüh” etmiÅŸ, Batı’ya yönelmiÅŸtir. (sf: 389)

Meclis’te 21 Åžubat’ta Ä°nönü’nün Lozan için anlattığı görüÅŸmeleri için anlattığı safahat büyük tepki almış, bu tartışmalar sonucunda Ä°kinci Grup, Meclis’te büyümeye baÅŸlamıştır. En fazla itiraz edilen konu ise Misak-ı Milli sınırları içinde kalan Musul, Suriye sınırları, Antakya, Kıbrıs, Adalar, Trakya konusunda hatta BoÄŸazlar için bile muarızlarımıza kapitülasyonların kaldırması karşılığında verilecek gibi görülen tavizlerdi. Ä°tirazlar neticesinde Ä°kinci Gurub’un öne çıkan liderlerinden Ali Åžükrü öldürüldü ve I. Meclis defakto bir durumla kapatıldı. II. Meclis seçimlerinde adaylar ise Mustafa Kemal ve Komisyonu belirledi. Yani Selek’in ifadesiyle Anadolu Ä°htilali evlatlarını yemeÄŸe baÅŸlamıştı. 35’li çete Meclis’te faaliyetteydi. PeÅŸinden 3 Mart 1924’te Hilafet kaldırıldı ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile de Ä°slami eÄŸitimin özerkliÄŸine son verildi.

Müslümanları azaltmaya çalışan bu giriÅŸimlere karşı halkın birçok bölgede tepkisi vardı. Bunun üzerine BaÅŸbakan Ä°nönü II. Meclis’den sıkıyönetimin ilanını istedi. Bu teklif Meclis’ten kabul görmeyince görevinden istifa etti, yerine daha ılımlı bir yönetici olan Fethi Okyar geçirildi. Ancak GarplılaÅŸma veya FrenkleÅŸme çalışmaları yönetimdeki atamalarla ve basına yansıyan haberlerle oldukça rahatsızlık vericiydi. Bu çözülmeye 13 Åžubat 1925’te tepki vermeye çalışan Åžeyh Sait ve gerçekleÅŸtirmeye çalıştığı direniÅŸ bahane edilerek 4 Mart 1925’te Hükümet’e olaÄŸanüstü yetkiler veren Takrir-i Sükûn Kanunu Meclis’ten geçirildi. 6 Nisan 1925 tarihinde de Åžark Ä°stiklal Mahkemeleri kuruldu ve irtica avı anlayışı içinde icraatleri tüm ülkeye yaygınlaÅŸtırıldı. 25 Kasım 1925 Åžapka Kanunu’na itiraz edenler baÅŸta olmak üzere batıcı ve gayrı Ä°slami görülen konulara eleÅŸtiri sunan veya tepki gösteren onbinlerce insan yargılandı binlercesi idem edildi. Zaten I. Dünya Savaşı’nda milyonlarca evladını ÅŸehid veren, açlık çeken, iptidai ÅŸartlar altında yaÅŸayan Müslüman halk iyice korkutuldu, sindirildi ve ezildi.

Toplumda muhalefet yapacak ortam ve zeminler kaldırıldıktan sonra da yeni Türk ulusunu biçimlendirecek inkılaplar yapıldı. Ceza, Medeni, Ticaret, Ä°dare ve Muhakeme Usulleri Kanunları 1926-1929 yılları içinde Avrupa ülkelerinin uygulamalarından Türkçeye çevrilerek bir deli gömleÄŸi gibi Türkiye toplumunun üzerine giydirildi. TeÅŸkilat-ı Esasiye Kanunu’ndan (Anayasa) “Devlet’in dini Ä°slam’dır” maddesi çıkarıldı. 01 Ocak 1929’da harf devrimi yapıldı.

Kazım Karabekir, Türk alfabesinin Latin harfleriyle deÄŸiÅŸtirilmesine yani Harf Devrimi’ne daha 1923’teki Ä°zmir Ä°ktisat Kongresi’nin BaÅŸkanlığı’nı yaptığı dönemden ciddi itirazlar getirmiÅŸti. O, “Kütüphanelerimizi dolduran mukaddes kitaplarımız binlerce cilt eserimiz .... yazılmış iken latin harflerini kabul ettiÄŸimiz gün en büyük felaket olacaktır .... Latin harfleri o kadar karışıktır ki bizim dilimizi kabil deÄŸil terennüm edemez ... Bizim Ä°slam harflerimiz yeterli deÄŸilmiÅŸ dolayısı ile latin harfleri alınmalıymış ....” diyerek felaket olarak nitelendirdiÄŸi bu duruma karşı olduÄŸunu ilan etmiÅŸti(Gündüz Ökçün, Ä°ktisat Kongresi 1923, sf: 243-256, S. Piy. Yay., Ankara 1997). Ama o da güya Mustafa Kemal’e Ä°zmir’des üikast yapacağı iddiası ile 97 kiÅŸiyle birlikte tutuklanmış ve Ä°stiklal Mahkemesi’nde idan suçlamasıyla yargılanarak sindirilmiÅŸti. PeÅŸinden ikibuçuk sene sonra Latin Harflerinin kabulü kanunu çıkartıldı, Osmanlı arÅŸivlerinin önemli bir bölümü hurda fiyatına Bulgaristan’a satılıp tren vagonlarıyla yola çıkarıldı.

Avrupa, Avrupa-dışı toplumlara en önemli sömürü formu olarak ulus sistemleri ihraç etmeye çalışmıştı. Onlar için ulus devlet ve toplum oluÅŸturduktan sonra rejimin Cumhuriyet mi, Krallık mı, Åžeyhlik mi, Åžahlık mı, Cemahiriye mi olduÄŸu çok önemli deÄŸildi. Bölmek, ulus asabiyeleri içinde birbirine düÅŸürmek ve Pazar oluÅŸturmak asıldı. Ümmet coÄŸrafyasında Türk kimliÄŸi olarak ulusal bir yapı kurmada ilkliÄŸi açısından Türkiye hep takdirle karşılandı ve örnek gösterildi.

ÖrneÄŸin Fransız olan ünlü siyaset bilimci Maurice Duverger, “Mustafa Kemal’in eseri II. Dünya Savaşına kadar Türkiye çapında deÄŸerlendirilmiÅŸtir. Eski bir ülkenin çaÄŸdaÅŸ bir ulus haline gelmesi için harcanan çabayı beÄŸenmeyen yoktur. Söz konusu eser 1945’ten bu yana bir örnek deÄŸeri kazandı. Kemalizm, Türkiye tarihinin bir sayfası olmaktan çıkıp siyasal bir sisteme önderlik etmeye baÅŸladı. Çünkü yeryüzünde henüz Moskova ya da Pekin etkisine girmemiÅŸ olan üçüncü çeÅŸit devletlere bu sistem yol göstermektedir. Bu sistem yarı geliÅŸmiÅŸ uluslar için Marksizm’in karşısına dikilen ikinci bir seçenektir,” demektedir. (Prof. Dr. Suna Kili, Atatürk Devrimi Bir ÇaÄŸdaÅŸlaÅŸma Modeli, sf: 44-45, Ä°ÅŸ Bankası Yay., Ankara 1983)

Ä°ngiliz istihbarat servisinin adamı ünlü Ä°ngiliz tarihçi Arnold Toynbee ise ÅŸu ifadeleri kullanmaktadır: “Atatürk bir öncüydü. 1920’den sonra Atatürk’ün Türk ulusu ile baÅŸardıkları, öbür ülkelerin, uluslarına yardımcı olmak isteyen önderleri tarafından örnek alınmıştır.” (a.g.e.,sf: 44)

Ä°nsanlık ve ümmet coÄŸrafyası “sistem”den rahatsız ama rehbersiz. Yahut rehberlikler yetersiz. Tevhid, adalet ve özgürlük arayışı insani ve Ä°slami duyarlılık adına çok önemli bir çizgi. Özellikle bu çizgiyi takip edenlere yönelik hakikatin tanıklığını yapmak ve ıslah mücadelesini yüklenmek, dareyn’in en önemli anahtarı olmalı.
Dün ümmetten ulusa düÅŸtük.

Yarınımızı ise ulustan ümmete doÄŸru kurabilmeliyiz. Yaratıcımızın tartışmasız sabiteleri ve evrensel ilkeleri Yüce Kur’an’da Siret-i Resul’ün

Kaynak: Haksöz Haber

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.