Sosyal Medya

Gökhan Özcan: Eksik parça biziz

Adeta bir firari gibi kaçıp sığındığımız uyuşmalardan elimizi eteğimizi çekip, canımızı yakacak bir zihin ve kalp berraklığına kendimizi teslim edebilir miyiz? Bütünlüğümüzle, aslımızla, esasımızla aramıza giren, adımlarımızın cesaretini kıran devasa soru işte bu!



Ä°nsanoÄŸlu, ne zaman ki kendisine bir nimet olarak sunulan bu hayatla ruhunu doyuramaz oldu, iÅŸte o zaman kendi hakikatinden de adım adım uzaklaÅŸmaya baÅŸladı. Kendi bedeninden daha iyi bir beden, o bedeni örten elbiseden daha çarpıcı bir elbise, kendi yüzünden daha güzel bir yüz, kendi yaÅŸantısından daha ÅŸaÅŸaalı bir yaÅŸantı aramaya çıktı. Yüzlerce yıl süren bu hikaye, insanoÄŸlunun kendi gölgesine yetiÅŸmek uÄŸruna hakikatten her geçen gün biraz daha uzaklaÅŸmasının acıklı hikayesidir.
 
Ä°nsandan sıkılarak yeni insana doÄŸru hamle yapan bütün nesiller, varlıklarını eskitecek olan bir yeniliÄŸin peÅŸine takılmış oldular. Bu süreç, yani modernliÄŸe atılan ilk adımdan bugüne yuvarlanan süreç, aynı zamanda insanlığın kendi kendini kemirme sürecidir.
 
Yeni olanı kutsamak için eski olanı gözden düÅŸürmeniz ÅŸarttır. Eski olan size aslî hakikatinizi hatırlatıyor olsa bile. Uzun zamandır bu yanlış istikamete doÄŸru yürüyor olmamıza raÄŸmen, ÅŸükretmeliyiz ki, bizi hâlâ can toprağımızla irtibatlı kılan köklerimiz var. Aslında hayatı güzel kılan ÅŸeyler zaten yerli yerinde duruyor, yolunu kaybetmiÅŸ olan biziz!
 
Madem her ÅŸey yerinde duruyor ve eksik parça biziz; neden geri dönüp tamamlayamıyoruz o halde bu denklemi? Çünkü kelimeleri yan yana getirebiliyor olsak da hâlâ, anlamları eskisi kadar kolay bir araya getiremiyoruz artık biz. YapabildiÄŸimiz ÅŸey çoÄŸu zaman sadece hatırlamaktan ibaret...
 
Kıyıya vuran dalgalar güzeldir ve eskimez. Yıldızların gökyüzünden bize doÄŸru ışıldamaları da öyle... Üstüne giydirilen deli gömleklerinden kurtarabilsek güzeldir aslında her insan... Unutmakla bitiremediÄŸimiz koca bir servet biriktirmiÅŸ insanoÄŸlu, öylece duruyor hepsi derin hafızalarımızda. Bir annenin çocuÄŸunu sımsıkı bastırması göÄŸsüne... Bir gurbetin bin hasreti çoÄŸaltması... Sinan minarelerinde çınlayan ezan... Yahya Kemal dizelerindeki ÅŸen akıncılar... Dostoyevski’nin “Beyaz Geceler”indeki aÅŸk... Åžekspir’in Hamlet’indeki insanlık halleri... Van Gogh’un güne bakan çiçekleri... Itrî’nin ya da Mozart’ın engin musikisi...
 
Daha az unutalım, daha sık hatırlayalım hayatın eskimeyen ve üstünden ne kadar hoyratça geçilirse geçilsin izleri tamamen silinemeyen güzelliklerini. Dedim ya, aslında her ÅŸey yerli yerinde... Ä°stersek buluyoruz eskimezliÄŸin eskimez tarifini içimizde, içimizin derinliklerinde...
 
Sorun ne o halde? Neden yürüdüÄŸümüz bu yanlış yolu geriye doÄŸru yürüyerek kendi özümüze, tabiatımıza, insanlığımıza geri dönemiyoruz? Dönemiyoruz; çünkü girdaplara girmek ne kadar kolaysa, çıkmak bir o kadar zordur. Bütün bu iÄŸreti elbiseleri tek tek çıkartıp atmak, yalınkat olmak gerekiyor yeniden. Belli ki yalınkat olunamıyorsa, bulunamıyor tam olarak bizi insanlığımıza geri döndürecek olan o saflık.
 
Adeta bir firari gibi kaçıp sığındığımız uyuÅŸmalardan elimizi eteÄŸimizi çekip, canımızı yakacak bir zihin ve kalp berraklığına kendimizi teslim edebilir miyiz? Bu derece zıvanasından çıkmış zihinler, yanaşır mı böyle ağır bir bedeli ödemeye? Razı olur mu elindekileri bir çöp poÅŸetinin içine bırakmaya? Vazgeçer mi, her daraldığında kendini içine bıraktığı zamane eczalarından?
 
BütünlüÄŸümüzle, aslımızla, esasımızla aramıza giren, adımlarımızın cesaretini kıran devasa soru iÅŸte bu!
 
YeniÅŸafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.