Sosyal Medya

İhsan Fazlıoğlu: Şiirin gücü Türkleri kurtarabilir mi?

"Şiir yalnızca söylemez, ifade etmez, dile getirmez; ama aynı zamanda resmeder, heykel yapar ve şarkı söyler; o hem mimaridir, hem resim hem de musiki... Sinan ile İtri, Yunus ile Fuzuli'nin açtığı varlık çanağında hayat bulur."



Her medeniyetin 'Varlık'la, 'var-olan'la ve 'bu-arada-olan'la iliÅŸki kurma tarzı/tarzları vardır. Bir medeniyet bu iliÅŸki tarzının/tarzlarının bilincinde ise, kısaca kendisinin bilincinde ise, kendi bilincine sahipse o medeniyet felsefileÅŸmiÅŸ medeniyettir; neyi, niçin ve nasıl yaptığını bilen, niyeti olan, iddiası/davası bulunan bir medeniyettir. Böyle bir medeniyeti kuran 'millet' ise bir siyasi irade etrafında toplanan, kenetlenen, ortak bir anlam/deÄŸer dünyası ile ortak bir tasavvur/resim dünyasını paylaÅŸan, kısaca sahip olunan niyeti, iddiayı/davayı gerçekleÅŸtirmek için vuruÅŸan, savaÅŸan ve çekilen insan topluluÄŸudur.
 
Kendi bilincine sahip olmanın, kendisi hakkında kanaat sahibi bulunmanın en güzel örneklerinden birisini sunar bize ünlü Osmanlı bilgin ailesi Fenarîlere mensub Talikî-zade namıyla meÅŸhur Mehmed oÄŸlu Mehmed [öl. 1599 civ.]. Talikî-zade hem Åžehname-i Hümayun hem de Åžemail-name adlı eserlerinde Osmanlıyı Osmanlı yapan, dolayısıyla milleti millet yapan yirmi hasleti, özelliÄŸi sıralar. Bu hasletler arasında merkezinde 'tevhid'in bulunduÄŸu Ä°slam dinine mensup olma, yani müslüman olma ilk ilkedir. Ä°stanbul gibi Dünya'nın merkezi bir ÅŸehrin baÅŸkent olması; hem kara hem de denizi içerisine alan geniÅŸ bir coÄŸrafya üzerinde hakimiyet kurulması; farklı etnik-dinî taifelerin barış içerisinde birarada yaÅŸaması; hukuka baÄŸlılık ve bilginlere saygı gösterilmesi; ülke içerisinde adaletin hakim kılınması ve emniyetin saÄŸlanması; güçlü bir iktisadî yapının kurulması; siyasi iradenin otoritesini sürdürecek güçlü ve daimi bir orduya sahip bulunulması gibi deÄŸiÅŸik, dinî, ictimaî, askerî, siyasî, idarî ve hatta ÅŸahsî hasletler dikkati çekerler...
 
Talikî-zade'nin yirmi maddesinde göze çarpan hasletlerden birisi oldukça ilginç: Åžiir yazabilme gücüne sahip olmak... Åžöyle diyor Talikî-zade: "On birinci hassa kuvvet-i ÅŸi'riyedür. Bu nesl-i hümayundan gelen padiÅŸahan-ı zü-funun cümlesi sahib-i tab-ı mevzundur. Saltanat nice mevrusları ise kuvvet-i ÅŸi'riyye dahi ol vechle mevruslarıdur. Sultan Osman Gazi'den berü cümle gelen padiÅŸahlar ÅŸair ve irad-i nazma kadirlerdür." [Åžemail-name'de ÅŸöyle geçer: Hassa-i hamise: kuvvet-i nazmiye].
 
Åžiir Varlık'la bir iliÅŸki kurma tarzı hiç ÅŸüphesiz. Ya da Hegel'in deyiÅŸiyle: 'tüm sanatların hülâsası'. Sese, söze ve dile hakimiyetin adı; tüm zıtları sonsuzluk duygusunda terkip eden, biraraya getiren sanatların sanatı... Åžiir yalnızca söylemez, ifade etmez, dile getirmez; ama aynı zamanda resmeder, heykel yapar ve ÅŸarkı söyler; o hem mimaridir, hem resim hem de musiki... Sinan ile Ä°tri, Yunus ile Fuzuli'nin açtığı varlık çanağında hayat bulur. Türkler Varlık'a, 'var-olan'a ve 'bu-arada-olan'a ÅŸairane bakarlar; ÅŸairane duruÅŸ ayıklıktır çünkü. Ve ÅŸiir insana evrendeki yeri konusunda takdir edilemez bir ÅŸuur verir. XIX. yüzyıl sonunda Ä°stanbul'daki bir fabrikayı gezen Alman seyyahın vurguladığı gibi: "Türkler tenbel deÄŸil; yalnızca arasıra dışarı çıkıp gökyüzüne bakmak isterler. Türkler ÅŸair millet; onları dört duvar arasına hapsedemezsin; çünkü fabrikaların seması yok". Öyleyse gökyüzüne bakabilmek için ÅŸairane bir duruÅŸa gerek var. Gökyüzüne baktığınızda yeryüzünü de fark edersiniz.
 
Åžiir yazabilmeyi bir haslet saymak ve kabul etmek; hatta bu hasleti 'saltanat'la eÅŸdeÄŸer gibi kılmak; tevarüsün halkalarından kabul etmek. Elbette burada Sultan'a nisbet edilen bir haslet sözkonusu. Ancak unutulmamalı ki 'Asıl'a ait bir haslet 'unsur'a da sirayet eder (tecelli). Yöneticilerin amelleri, yönetilenlerin eylemleridir çünkü. Burada önemli olan bunun bilincinde olmak ve koca bir devletin, medeniyetin olmazsa olmaz unsurları arasında saymak, varlık-ÅŸartı olarak görmek. Åžiir, Osmanlı-Türk medeniyetinin kurucu [mukavvim] unsurudur demek kendisi hakkında bir üst-bilincin tezahüründen baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir.
 
Ä°ÅŸte kendisinin bilincinde olan felsefileÅŸmiÅŸ medeniyet derken kastettiÄŸimiz bu. Ancak ve ancak kendisinin bilincinde olan bir insan yeryüzünde kapladığı mekanın, bulunduÄŸu yerin anlamını idrak edebilir; gökyüzünün ayrımına varır. Böyle bir eÅŸiÄŸe ulaÅŸmanın tek yolu var: KiÅŸinin, milletin kendine, kendisine ait bir dünyasının bulunması... Öyleyse kendi dünyanı kur, orada kök sal, derinleÅŸ. BaÅŸkasının dünyasına özenen, o dünyayı taklid eden kendi dünyasını kaybeder. Araç olan amaç halini alır. Öyle ya Tanzimattan bu yana 'mukabele-i bi'l-misl' ilkesiyle yola çıkanlar kendi misallerini kaybettiler, kendileri misal olmaktan çıktılar. Ä°htiyaç amaç oldu; amaç ise ihtiyaç.
 
Denilenlere örnek olması bakımından ÅŸu hatıram yeterlidir sanırım: 2002'de ABD'li bir oryantalist-casus Ä°slam felsefesi uzmanına 'Türkiye'yi nasıl buldunuz' diye sorduÄŸumda ÅŸöyle bir cevap vermiÅŸti: "Kendimi biraz katolik hissettim". O zaman anladım ki 'unsur asılla ilgili deÄŸilse, asla dönmüyorsa bize yabancıdır'. Yabancılık ise kiÅŸinin kendisi hakkındaki bilinç yoksunluÄŸudur; tarihsizliktir desek yeridir.
 
Taliki-zade'nin Åžehname-i Hümayun'da Osmanlı Hanedenı'na dolayısıyla Osmanlılara nisbet ettiÄŸi yirmi 'haslet'
 
Kaynakça:
 
1. 'La-şerefe mine'l-İslam' mucibince, siyadet-i suriyeye, saadet-i maneviyeye munzamm olub, malik-i memalik-i riyaseteyn ve nail-i nevail-i neşeteyn olduklarıdur [İslam'a mensubiyet ve bağlılık].
 
2. Hami'l-Haremeyni'ÅŸ-ÅŸerifeyn ve harisü'l-Beledeyni'l-mükerremeyn olduklarıdur [Kutsal ÅŸehirler olan Mekke ve Medine'nin bekçisi ve koruyucusu olmaları].
 
3. Ä°bn ale'l-ebdür. /.../ OÄŸul babasına terakki itmek ancak nesl-i ÅŸerifü'l-asl-i Osmaniyeye mahsusdur [Devletin gücünün babadan oÄŸula artarak devam etmesi; süreklilik].
 
4. Sultanu'l-berr ve'l-bahr olduklarıdur [Hem karaya ve hem de denize hakim olmaları].
 
5. LeÅŸker-perveridür [Devamlı orduya sahip olmaları].
 
6. Ä°stanbul gibi darü's-saltanati's-seniyeye malik olmışlardur [Ä°stanbul'un baÅŸkent olması].
 
7. Akalim-i sebaya malik olduklarıdur [Yedi iklimde şehirlerinin olması; coğrafi genişlik].
 
8. Ä°maret-i bilad ve servet-i ibaddur [Ülkenin mamur, halkının zengin olması].
 
9. Teraküm-i milel ve telatum-i nihaldür [Ülkelerinde farklı ırk ve dinlerin birarada barış içerisinde yaÅŸaması].
 
10. Åžecaat. /.../ Zamanı geldükde kuvvetten file ve azmden cale gelür [Her birSultanın ÅŸahsi cesaret ve teÅŸebbüs sahibi olması].
 
11. Kuvve-i ÅŸiriyye [Åžiir yazma].
 
12. Adem-i istimdad [Dışarıdan yardım almama, dışarıya muhtaç olmama].
 
13. Saffet-i saltanat. /.../ Emn ü eman [Ülkenin adalet ve güvenlik içerisinde olması].
 
14. Beraet ani'l-istinsaktür [SaÄŸlıklı olmaları].
 
15. Åžeref-i haseb ü nesebdür [Sultan olabilecek seçkin bir soya mensup olmaları. Hz. Nuh'un oÄŸlu Yafes [Abulca Han] oÄŸlu Batu Han oÄŸlu Kara Han oÄŸlu OÄŸuz Han nesline mensub olmaları].
 
16. Riayet-i ÅŸer-i ÅŸerifdür [Hukuka (Åžer-i ÅŸerife) uygun davranmaları; bilgiyi yaymaları, bilginlere saygı göstermeleri].
 
17. Edebdür [Ä°yi bir eÄŸitim ve terbiyeye sahip olmaları].
 
18. Tevfiratdür [Zengin ve güçlü bir hazineye malik olmaları].
 
19. Nüfuz-i emr-i mutadur [Ülkenin en ücra köÅŸeÅŸinde bile olsa kanunları uygulama gücüne sahip olmaları].
 
20. Adem-i müsaderedür [Åžahsi mülkiyete saygı].
 
Kaynak: Ä°hsan FazlıoÄŸlu; “Åžiir, Türkleri Kurtarabilir mi?”, Anlayış dergisi, Eylül 2003, Sayı 4.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.