Sosyal Medya

Düşünce Platformu

İhsan Fazlıoğlu ile söyleşi: Düşünce geleneğimizin ihyası

Dr. Lamia Levent Abul ve Emin Gürdamur’un Diyanet Dergisi'nin Ocak 2019 tarihli sayısı için Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu Hoca ile yaptıkları söyleşiyi okuyucularımızla paylaşıyoruz.



Sizin ifadenizle söyleyecek olursak “yer ve gökler ile arasında bulunanlar hakkında tefekküre davet eden” Ä°slam dini, vahyin ve aklın rehberliÄŸinde cihanÅŸümul bir bilim geleneÄŸi oluÅŸturmuÅŸtur. Bu geleneÄŸin iskeletini oluÅŸturan düÅŸüncenin temel dinamiklerden söz eder misiniz?
 
Ä°skelet hâlinde dahi olsa bu soruya cevap vermek o kadar kolay deÄŸil. Yine de kısaca ÅŸunlar söylenebilir: Ä°nanmak, bilmek, düÅŸünmek ve tezevvuk dört insani duyuÅŸtur. Önemli olan bu duyuÅŸları kötürümleÅŸtirmeden birlikte muhafaza etmektir çünkü hiçbiri diÄŸerinin yerine ikame edilemez. Bu çerçevede dikkat edilmesi gereken bu duyuÅŸların bizatihi kendileridir; tarihî tezahürleri deÄŸil. Ä°slam temeddünü, coÄŸrafi vüsat ve tarihî imtidad kategorilerinin içinde çok çeÅŸitli inanma, bilme, düÅŸünme ve tezevvuk gelenekleri inÅŸa etmiÅŸtir. Yani tek bir bilme geleneÄŸi yok; kelami, tabîî, talimî, iÅŸrâkî, irfani ve Ä°bn Heysem'in terkibî yaklaşımı gibi pek çok farklı gelenek mevcut. Bu geleneklerin hayat görüÅŸü, ilkeler bakımından ortak olmakla birlikte, bu ilkelerin idraki, ifadesi ve deÄŸiÅŸik tabiat ve hayat resimleri ile bütünleÅŸtirilmeleri farklılıklar gösterir. Belki bu süreçte en önemli ilke itikatta vahdet; ilimde kesret ilkesinin takip edildiÄŸi epistemolojik bir çoÄŸulculuÄŸun benimsenmesi; mevcut yöntemlere birer perspektif muamelesi yapılmasıdır.
 
Tarih bize Müslüman bilginlerin özellikle Orta ÇaÄŸ boyunca bilime öncülük ettiÄŸini gösteriyor. Tercümeler yoluyla Batı’ya aktarılan ilmî mirasımız sonucunda meydana gelen geliÅŸmeler ve varsa bu güne yansımaları nelerdir?
 
Öncelikle 'Orta ÇaÄŸ' diye bir kavramsallaÅŸtırmayı tanımıyorum; benim öyle bir çağım hiç olmadı. Bunu geçiyorum. Bilim, tarihîdir yani muhdes, zaman ve mekânla kayıtlı. Dolayısıyla beÅŸerî bir hâdisedir. Ä°nsan türünün müteâl ortaklığı nedeniyle doÄŸal olarak insanlığın ortak hafızasının bir parçasıdır. Her kültür de çok deÄŸiÅŸik tarihî ÅŸartlar altında bu hafızadan faydalanır. Ä°slam temeddünü, nasıl kendinden önceki birikimi tevârüs, temellük ve temessül edip tercüme ve telife konu kıldıysa kendinden sonra gelen Batı Avrupa da ondan istifade etmiÅŸtir. BaÅŸka bir deyiÅŸle beÅŸerî hâdiseler evrimseldir; birbirine katılırlar. Amerika BirleÅŸik Devletleri, Batı Avrupa'dan aldı; Batı Avrupa, Ä°slam'dan; Ä°slam, Mezopotamya, Mısır, Hint, hatta Çin ve özellikle Helenistik dönemden; Helenistik dönem ise Klasik Yunan, Mezopotamya, Persler, Mısır ve diÄŸer Anadolu kültürlerinden; Yunan da kendinden önceki tüm Akdeniz coÄŸrafyasından. Aralarındaki iliÅŸkiler de lâzım-melzûm iliÅŸkisidir. Biri olmadan diÄŸeri de olmaz. Kısaca, bugün dün olmadan varlığa gelemeyeceÄŸinden, Ä°slam temeddünü de olmasaydı bugünkü Dünya da varlığa gelemezdi. Dolayısıyla birbirlerinin basit bir yansımaları olmalarından deÄŸil; tersine birbirlerinin varlık koÅŸulu olmalarından bahsediyorum.
 
Bugün Müslümanlar kendi bilimsel geleneklerinden, düÅŸünce köklerinden büyük ölçüde uzaklaÅŸmış görünüyor. Bu uzaklaÅŸmanın sebeplerini nerede aramalıyız?
 
Ne demiÅŸtik? Tarihî bir hâdiseden bahsediyoruz. DoÄŸal olarak mekân-zaman kayıtlı her ÅŸey gibi insanın dört duyuÅŸunun tezahürleri de deÄŸiÅŸecektir; deÄŸiÅŸmiÅŸtir de. Burada önemli olan hayat görüÅŸünü ilke düzeyinde muhafaza etmek; zamanın imkânları içinde idrak ve ifade becerisini gösterebilmektir. Ve dahi yeni tabiat ve hayat resimleri ile zamanımızın imkânları içinde idrak ve ifade ettiÄŸimiz hayat görüÅŸümüzü bütünleÅŸtirme, dolayısıyla yeni âlem tasavvurları kurmayı becermektir. Kısaca iÅŸlevlerini kaybetmiÅŸ âlem tasavvurlarımızı terk etmek bizleri ürkütmemeli. Ä°ÅŸlevlerini kaybettiler çünkü yeni tabiat ve hayat resimleri geliÅŸti. Yapmamız gereken bir bütün olarak iÅŸlevlerini kaybetmiÅŸ eski âlem tasavvurlarımızı korumak deÄŸildir; tersine terk etmektir, uzaklaÅŸmaktır; ama aynı zamanda o âlem tasavvurları ile katıp karışan hayat görüÅŸümüzün eski idrak ve ifadelerini dikkatlice, ilkeleri zedelemeyecek ÅŸekilde ayıklamak gerekiyor. Hatamız, bu ayrımları yapmadan hayat görüÅŸümüzün ilkelerini de ihmal etmek yoksa eski âlem tasavvurlarını bir bütün olarak korumak doÄŸru deÄŸildir...
 
Ä°slam-Türk felsefe-bilim tarihini, Ä°slam bilim-felsefe tarihinin 'kayıp halka'sı olarak adlandırıyorsunuz. Kayıp halkayı yani geçmiÅŸimizden tevârüs ettiÄŸimiz ve çoÄŸundan habersiz olduÄŸumuz ilmî mirasımızı nerede aramalıyız ve bulmak için neye ihtiyacımız var?
 
Öncelikle bu adlandırmayı ben yapmıyorum; Arap milliyetçileri ve onların Türkiye'deki mukallitleri yapıyor. Ä°lmî mirasımızı baÅŸta yazma eserler olmak üzere günümüze gelen terekede aramalıyız. Bulmak için ise tahkir ve takdis etmeden ama takdir ederek çalışmaya ihtiyacımız var. GeliÅŸigüzel çalışmak deÄŸil ancak; çağımızın felsefe-bilim tarihi çalışma yöntemlerine uygun olarak. Ama en önemlisi, geçmiÅŸi tarihe dönüÅŸtürmek… Yani gelecek için yola çıkmak, geçmiÅŸimizi geleceÄŸimiz için istihdam etmek; iÅŸte tüm bunlar geçmiÅŸimizle gelecekte karşılaÅŸmak demektir; o zaman yani bu karşılaÅŸmada o geçmiÅŸ tarihe dönüÅŸür. Unutulmamalıdır ki, keÅŸf-i kadim yapabilmenin ilk ÅŸartı vaz-i cedîd'tir ve ilginç ÅŸekilde vaz-i cedîd için atılım yapabilmek için gerekli özgüvenin asgari koÅŸulu da keÅŸf-i kadimdir. GörüldüÄŸü üzere bu iki eylemin arasında bir öncelik-sonralık iliÅŸkisi deÄŸil bir koÅŸutluk iliÅŸkisi vardır; bu da sürekliliÄŸi inÅŸa eder; akışı, örüntüyü. Tam bu noktada ÅŸöyle bir nükteyle demek istediklerimi daha açık kılmak isterim: Arapçada 'dede' malum 'cedd' demektir. Cedd sözcüÄŸü 'yeni' anlamına gelen 'cedîd' ile aynı kökten gelir. Niçin? Çünkü dede torun ile kendini yenilemiÅŸtir; bu nedenle cedd adını alır. BaÅŸka bir deyiÅŸle siz kendinizi yenilediÄŸinizde kadim olursunuz; yani ileriye adım atan, takaddüm eden. Ä°ÅŸte bu nedenle yenilenmek yani tecdîd, geçmiÅŸi kadim kılmak için elzemdir. Kısaca her yenilemek bir tür yinelemektir ama öne adım atacak ÅŸekilde.
 
 
Ä°slam dünyasının coÄŸrafi iÅŸgalden daha çok akıl iÅŸgaline uÄŸradığını ve öncellikle zihnî ve vicdani iÅŸgallerden kurtulmamız gerektiÄŸini belirtiyorsunuz. Beraberinde Batı’nın bilimsel geliÅŸmeleri karşısında edilgen bir hâletiruhiye içerisinde olmayı getiren bu zihinsel iÅŸgali aÅŸmak nasıl mümkün olur?
 
CoÄŸrafi iÅŸgal askerî tedbirlerle giderilir ancak vicdani iÅŸgal için kendi hayat görüÅŸümüzü, anlam-deÄŸer dünyamızı yeniden ifadelendirmeliyiz. Zihnî iÅŸgal için ise gerçeklik kürelerine bizzat yönelerek, kendi sorunlarımızla bizzat yüzleÅŸerek kendimize has kavramlarla, yargılarla, modellerle iÅŸ görmeye baÅŸlamalıyız. Elbette denilenler, insanlığın müÅŸterek tecrübesinden faydalanmayı reddetmiyor. Kastedilen kültürümüze ve temeddünümüze ait, kendi anlam-deÄŸer dünyamızdan, hayat görüÅŸümüzden türetilmiÅŸ metafizik çanaklarımızın bulunması. Bu metafizik çanaklar var olduÄŸu sürece dışarıdan gelen ve gelecek tüm malumat yığınlarını dönüÅŸtürürüz; bizleÅŸtiririz. Ä°nsanın en önemli alametifarikası dik durmadır; biyolojik dik durma gibi psikolojik dik durmaya da ihtiyacımız var.
 
Psikolojik dik durma da ancak ve ancak ufka kendi gözlerinizle bakmanızla mümkündür. Biyolojik anlamda gözün bana ait olması bakışımı bana ait kılmaz çünkü gören göz deÄŸil, 'ben'im. O anlam-deÄŸer dünyasının inÅŸa ettiÄŸi 'ben' yok ise bedenî göz rüzgârın önündeki kâğıt gibidir. Benzer cümleler bir kültür, bir medeniyet için de geçerlidir.
 
Ä°nsan bir topluluk içinde doÄŸar; bu topluluk içinde ÅŸahsiyetini, kiÅŸiliÄŸini kazanır ve ‘ben’ demesini öÄŸrenir. Daha sonra içinde yaÅŸadığı toplumun anlam-deÄŸer dünyasına dâhil olur; özellikle büyük öl-çekli eÄŸitim-öÄŸretim sürecinde kimlik (hüviyet) elde eder; mensubiyeti oluÅŸur ve ‘biz’ demeyi benimser.
 
Oryantalizm dilimizde ve düÅŸüncemizde yaptığı manipülasyonla bizim bilgiyle temasımızı da belirliyor. Mesela Müslüman bilginlerle ilgili literatürümüz bile Batı tarafından kabullenilen isimlerle mahdut. Siz bu durumu, “baÅŸkalarının anlattığı hikâyelerin içinde yaÅŸamak” olarak ifade ediyorsunuz. Ä°slam bilim geleneÄŸiyle organik bir iliÅŸki kurabilmek için nelere öncelik vermemiz gerekiyor?
 
Bu soruya verilecek yanıt yukarıda denilenlerle baÄŸlantılı hiç ÅŸüphesiz. Ä°nsan bir topluluk içinde doÄŸar; bu topluluk içinde ÅŸahsiyetini, kiÅŸiliÄŸini kazanır ve ‘ben’ demesini öÄŸrenir. Daha sonra içinde yaÅŸadığı toplumun anlam-deÄŸer dünyasına dâhil olur; özellikle büyük ölçekli eÄŸitim-öÄŸretim sürecinde kimlik(-hüviyet) elde eder; mensubiyeti oluÅŸur ve ‘biz’ demeyi benim-ser. Hem bu süreçlerde hem de özellikle âkilbâliÄŸ sürecinde kendilik bilincine erer; haysiyet kazanır. Dolayısıyla haysiyet - ÅŸahsiyet - hüviyet, yani kendilik - kiÅŸilik - kimlik bir bütün oluÅŸturur. Bu bütün bizim 'özne' olmamızı saÄŸlar. Özne olmak irâdî ve ihtiyârî eylemin en temel ontik zeminidir. Mesele ciddidir çünkü tarihte aktör olmak ile faktör olmak arasındaki ince çizgi burada çizilir. Kendi hikâyenizi yazabilmenizin asgari ÅŸartı da bu ilkedir. Tersi durumda baÅŸkalarının sizler için kaleme aldığı hikâyelerde figüran olmak zorunda kalırsınız. Hikâye size hem anlatılarınızı verir hem de takip edeceÄŸiniz örnekleri. Anlatınız yani anılarınız var ise anlarsınız ve dahi anlamlandırabilirsiniz. Yoksa size bunak denir çünkü bilmeyen, anlamayan ve anlamlandırmayan kendini kaybetmiÅŸ demektir. Hikâye taklit etme anlamına da sahip olduÄŸu için hikâyeleriniz aynı zamanda sizin temsillerinizi verir. Bugün özellikle gençliÄŸin elinde kahramanları yok; sadece askerî alanda deÄŸil; matematik, astronomide, musikide, fizikte, mekanikte vb. kahramanlara ihtiyaç var. Bunu karşılamaz isek insanlar kendilerine baÅŸkalarını örnek alacaklardır ki, bu da son derece doÄŸaldır. Elbette burada akademik anlamda uzmanlığı kastetmiyorum. Tersine tüm bunların günlük kültürel hayatta kılcal damarlara kadar sinmesine iÅŸaret ediyorum.
 
Ä°slam-Türk felsefe-bilim geleneÄŸini tekrar ortaya çıkarmak adına pek çok çalışmaya öncülük ettiniz. Bu çalışmalar nasıl yankı buldu ve gelecek adına ümitvar olduÄŸunuzu söyleyebilir misiniz?
 
Yankı buldu ancak yeterli derecede deÄŸil. Açıkçası böyle bir beklenti içinde de deÄŸilim. Vazifemi yapmaya çalışıyorum. Ä°ÅŸin başında olumlu ya da olumsuz bir beklenti içine girseydim çokça hayal kırıklığına uÄŸrardım çünkü. Gelecek için ümitvarım çünkü gençler yetiÅŸiyor. Bu iÅŸlere ilk baÅŸladığımda klasik metinleri mefhumuyla okutacak insan bulamıyordum. Mesela, eski bir hesap kitabını döneminde tanınmış klasik tarzdaki bir molla ile okumaya yeltendiÄŸimde çift sayı anlamında kullanılan 'zevc' kelimesini 'eÅŸ' olarak tercüme etmiÅŸti. Matematik bilimlerde, hatta geç dönem mantık, felsefe ve kelam sahalarında okuduÄŸum hemen tüm klasik metinler için aynı ÅŸeyleri söyleyebilirim. Hâlbuki ÅŸimdi bu metinleri mefhumlarıyla ezbere okutan genç meslektaÅŸlarım var. Bilginin zihinlerde bulunduÄŸu yerde korku olmaz; ümit olur. Tam da böyle bir noktadayız.
 
Åžimdiye kadar söylediklerinizi dikkate alarak sormak isterim: Türkiye'de felsefe-bilim geleneÄŸimizle nasıl bir iliÅŸki kuruluyor ki bir türlü saÄŸlıklı bir sonuç elde edemiyoruz?
 
Bu soru önemli; cevabı da... Åžöyle düÅŸünelim, herhangi bir alanda teknoloji eÄŸitimi görmek istiyorsanız teknolojinin geldiÄŸi son noktayı esas alırsınız. Ya da tıp fakültesine gittiÄŸinizde tıbbın geldiÄŸi son aÅŸamayı tahsil edersiniz. Tıp tarihini bilmek sizi daha iyi tabip yapmaz. DüÅŸünce böyle deÄŸildir; çünkü düÅŸünce geçmiÅŸi ile birlikte yürür ki, o ‘birlikte’ temsil edildiÄŸi kadarı da tarih adını alır. Ancak bu geçmiÅŸle iliÅŸki kurmanın sahih bir yöntemi olmalı. Åžöyle bir baktığımızda Bu Ülke'de beÅŸ farklı öbek görüyorum: Birinci öbek 'Yok sayanlar'; bunlar üzerine konuÅŸmaya gerek yok çünkü bu toprakların tarihî tecrübesini dikkate almayanları ben de ciddiye almam... Ä°kinci öbek "GeçmiÅŸte yaÅŸayanlar" yani geçmiÅŸe gidip orada yaÅŸa-maya çalışanlar; bu belki sıcak ama bir süre sonra sizi fosilleÅŸtirir. Üçüncü öbek ise "GeçmiÅŸle yaÅŸayanlar"; baÅŸka bir deyiÅŸle geçmiÅŸi olduÄŸu gibi bugüne taşıyanlar ki bu tavır da sizi gölleÅŸtirir; bir süre sonra da çamur kılar, kurutur. Dördüncü öbek "GeçmiÅŸi, ÅŸimdiye göre tahrip edenler" yani geçmiÅŸi kendi uzay-zamanın kategorileri dışına çıkartıp anakronik bir biçim-de okuyanlar. Son olarak yani beÅŸinci öbek, "GeçmiÅŸi ÅŸimdinin parçası kılanlar"; bunlara da "GeçmiÅŸi güncelleyerek ÅŸimdiye aktaranlar" da diyebiliriz. Bu öbek geleceÄŸe yönelik hatta iliÅŸik eyleyenlerdir ki bu eylem geçmiÅŸi ÅŸimdinin içinden süzülerek geleceÄŸe taşır; kısaca onu güncelleyerek aktarır. Bunu baÅŸarabilmenin yolu ve yordamı yukarıda deÄŸindiÄŸimiz gibi hayat görüÅŸünü yeniden ifadelendirmek ve çağın tabiat ve hayat resimleriyle yüzleÅŸmektir. Bunu yaptığınızda geçmiÅŸinizdeki tecrübeye yönelir ve o tecrübeyi geleceÄŸe iliÅŸkin eyleminizin bir parçası kılarsınız. Bu da size içinde soluklanacağımız yeni âlem tasavvurları sunar... Dediklerimi bir kavram çiftiyle de özetlemek isterim: 'Fehm' yani 'anlamak' geçmiÅŸe iliÅŸkindir; 'ilim' yani 'bilmek' ise geleceÄŸe; fehm ve ilim birlikteliÄŸi ise geleceÄŸi inÅŸa eder.
 
Kaynak: Dr. Lamia Levent Abul ve Emin Gürdamur, Diyanet Dergisi, Ä°slam Bilim Tarihi, Ocak 2019, sayı 337.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.