Sosyal Medya

Gökhan Özcan: Buz pistinde kundurayla yürümek

“Zandan sakının, çünkü zan sözün en çok yalan ihtiva edenidir. Yekdiğerinizin hayatındaki detayları merak edip araştırmayın, kötülüklerini deşelemeyin, ticaretine rakip olmayın, hasetleşmeyin, nefretleşmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin ve böylece kardeşler olun ey Allah’ın kulları” buyuruyor Alemlerin Efendisi (SAV) Sahih-i Buharî’de nakledilen bir hadis-i şeriflerinde.



Önümüze çıkan her tartışmaya iyi niyetle, yanlış gördüğümüz bir şeyleri düzeltmek üzere giriyor olabiliriz. Bu bizi tartışmanın yoz döngüsüne kapılıp gitmekten kurtaramıyor çoğu zaman. Daha en başta, yanlışın doğrusunu biliyor olmayı kendimize yakıştırarak ilk hatayı yapıyoruz. Bu ön kabulümüzün içinde, ilk adımda değilse bile sonraki adımlarda yapacağımız hatalara karşı bizi körleştiren, zayıflatan bir parça kibir bulunuyor. Doğru sözle bile olsa, böyle potansiyel bir tehlike ile girmiş oluyoruz söze. Adımımızı attığımız andan itibaren anlıyoruz ki, tartışmanın sürüp gittiği ortam, sözün kaideye bağlanacağı herhangi bir sabitin bulunmadığı ölçüde çılgın bir döngüselliğe sahip... Anlamın anlamsıza karıştığı bir girdap gibi adeta burası, her şeyi birbirine katarak dibe çekiyor. Derdinizi anlatamamanın sıkıntısı büyüyor içinizde ve içinizdeki kibir kırıntısı bulunduğu delikten çıkarak yavaş yavaş kişiliğinizi ele geçiriyor, üste çıkmanın derin ihtirasıyla sesinizi yükseltiyorsunuz. Bunun bir adım sonrası çözülmenin iflasa dönüştüğü yer ve orada neyin doğru neyin yanlış olduğunun bir anlamı kalmıyor. Baştan beri yanlışı savunanın ahvali ile söze doğruyu savunmak üzere başlayanın ahvali aynılaşıyor. Yanlış hal, doğru sözü yutuyor, masa daima kazanıyor.
 
“Mezardakilerin pişman oldukları şeyler için diriler birbirini yiyor” diyor İmam Gazalî Hazretleri.
 
Doğru kendimize esir ettiğimiz, teslim alıp servetimize kattığımız bir şey değil; doğru tutunduğumuz, sığındığımız, gözden kaçırmamamız, sürekli gözetmemiz gereken bir şey... Doğruluğumuz, doğru ile irtibatımızı koruyabildiğimiz ölçüde ayakta kalabilen bir şey... Doğruluk, her gün, her an girdiğimiz bir imtihanın en zor sorusu... Hiç kimse, bir kere doğruyla temas etti diye ömür boyu doğruluk hakkı kazanmıyor. Yine hiç kimse doğruluğu çağrıştıran kelimeleri çok kullandığı için doğruluğun tapusunu elde etmiyor. Sürekli doğru tarafta olduğu vehmiyle yaşamak vehimlerin en tehlikelisi... Ve aslında kazanılmış tek bir kayda değer muharebesi olmayanların, atlarını en tekinsiz yollara en gözü kapalı, en tedbirsiz bir halde sürerken, doğruların bütün zaferlerini bir şekilde terkilerinde taşıyor olduklarını zannetmeleri, kibrin en aldatıcı, en sinsi, farkına en zor varılan senaryosu...
 
“Haklı olduğumu biliyorum” ama diye mırıldandı kendi kendine adamın teki, “ama haklı olduğum konu neydi onu bilemiyorum!”
 
Görünüşte hak verilen, doğruyu ifade ettiği kabul edilen sözler bile bizi bir yanlışımızdan uzaklaştırmaya yetmiyor artık. Doğruya hak verip, halimize yazıklanıp, yanlışa devam ediyoruz. Kendi derinliklerimizde doğruyu iyi kötü bildiğimiz, işitince tanıdığımız, doğruluğunun farkında olduğumuz aşikar... Ama belli ki kendimizi yanlıştan alıp doğrunun yoluna koymamıza engel olan, bizi yanlıştan dışarıya bırakmayan, şuurumuzu körelten bir şeyler var. Nedir, sorabilecek miyiz kendimize?
 
“Buz pistinde kundurayla yürümeye kalkan” dedi beyaz saçlı adam, “düşüp yaralanmayı hak eder!”
 
 
Yenişafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.