Sosyal Medya

Turan Kışlakçı: Postmodernizm, Dil, Hakikat ve Küresel İşgal

Batı dünyası, bildiğimiz eski aydınlanma dönemini temsil eden Batı değil artık. Modern Batı eskisine nazaran daha vahşi, barbar, şiddet yanlısı ve canavar. Bunun nedeni ise rotasını kaybetmişliğinden, aklını yitirmişliğinden ve ne yaptığının farkında olmayışından kaynaklanmaktadır.



Vakit kaybetmeden bugünkü batıyı tanıyıp, hastalığına deva bulmalıyız. Çünkü bugünün ÅŸaÅŸmış ve saÄŸa sola saldıran Batı dünyası, herkese ve her ÅŸeye çok zarar vereceÄŸe benziyor. Aydınlanma dönemi Batı dünyası “Tanrı”yı ve Postmodern Batı da “aklı” öldürdüÄŸü için varlığının, teknolojisinin, iÅŸgallerinin ve yaÅŸantısının sonunun nereye varacağını kestirememekte. Her yönüyle, Postmodern Batı bugün kendisini “Matrix” alemde hissetmekte.
 
Anlayacağınız, bayağılığın ve sathiliÄŸin her ÅŸeyi kuÅŸattığı bir evreden geçiyoruz. Artık, doÄŸru yok, hakikat yok, gerçek yok, anlam yok, iyi yok, kötü yok, güzel yok, çirkin yok, özne yok. Peki, o halde ne var? Postmodernistler bunların yerine görecelik, imgeler, çoÄŸulculuk, mutlak ÅŸüphe, çok kültürlülük ve eklektisizm kavramlarını yerleÅŸtirip, özellikle Ä°kinci Dünya Savaşı sonrasını Postmodern döneme geçiÅŸ evresi olarak adlandırmaktadırlar. Postmodernistler, dil cambazları oldukları için ve geçmiÅŸten beri süre gelen dil oyunlarının da farkında olduklarından kabul ettikleri kavramların içini yine kendileri dolduruyorlar. ÖrneÄŸin, postmodernistler “çok kültürlülük” ve “pluralizm”i öne sürerek aslında bildiÄŸimiz manada deÄŸil de farklı anlamlarda kullanıp kafa karıştırmaya çalışırlar.
 
Postmodernist guru Jean-François Lyotard, Postmodern insanı, “Bir kimsenin reggae dinlemesi, bir kovboy filmi izlemesi, öÄŸle yemeÄŸini McDonalds’tan, akÅŸam yemeÄŸini yerel mutfağından yemesi, Tokyo’da bir Paris parfümü sürmesi ve Hong-Kong’da geleneksel giysiler giymesi” olarak tanımlar. Peki, gerçekten çok kültürlülük bu mudur? Bizim aynı ÅŸehirde Çin, Türk, Hint ve Küba yemekleri yiyebiliyor olmamız çok kültürlü bir toplumda yaşıyor olduÄŸumuz anlamına gelir mi? Halbuki gerçek “çok kültürlülük”, eÅŸit iktidar ve fırsat paylaşımına dayanır. Anlaşılan, bu düÅŸünce akımı tüm kültür ve gelenekleri tek bir alana indirgeyerek, gittiÄŸi her yerde baskıcı ve adaletsiz ekonomik-kültürel yapı ve yönetimler bırakacak.
 
Postmodern dünyanın öznesi var mı?
 
Batı kendi OrtaçaÄŸ’ından kurtulup tanrı anlayışının yerine insan aklını veya özne olarak insanı dünyanın merkezine koymasıyla yeni bir merhaleye girmiÅŸtir. Aydınlanma ve modernite dönemlerinde Avrupa’da özne/merkez insan iken, postmodernist çaÄŸda özne/merkez sözkonusu deÄŸildir. Merkezsiz (ya da çok-merkezli) bir düÅŸünce sistemi vardır. Çünkü onlara göre, klasik Batı düÅŸüncesi ikili karşıtlıklar/dualizm üzerine kuruludur: Özne-nesne, özgürlük-zorunluluk, Batı-DoÄŸu, kadın-erkek vb.. Bu ikiliklerle daha baÅŸkaları tam karşıtlıklar olarak kurulmuÅŸ, seçilen konuma göre biri merkez seçilirken, karşısındaki “öteki” sayılmıştır. Postmodernizm de ise bu çiftler karşıtlık olmaktan çıkarılmış, bunların birbirlerini dışlamadan yan yana varolabilecekleri öngörülmüÅŸtür.
 
Modernizme göre insan aklı, çok iyi bir biçimde donatıldığında her ÅŸeyi çözebilir, her istenileni yapabilirdi. Fakat Ä°kinci Dünya Savaşı ile birlikte Batı bu kez yeni döneme girdiÄŸini algıladı. Böylece, aydınlanmacı keÅŸif yolculuÄŸu kayaya oturmuÅŸ oluyordu. Batı aklının eski büyük anlatısı, çözülmüÅŸ veya sır perdesi aralanmış bir entrika olmaksızın, ve ÅŸu veya bu düzeyde aptalca ve saptırıcı olduÄŸu ortaya çıkmış kendi yolunda ona yardımcı olmuÅŸ merkezi karakterleriyle birlikte, bir tür kapanışı tecrübe etmiÅŸti. Keza, yeni dönemi kendisinin bile hâlâ anlamlandıramadığı postmodernizm ile tarif etti. Anlamlandıramaması gayet doÄŸal çünkü kendisi her ÅŸeyi anlamsızlaÅŸtırıyor ve manasızlaÅŸtırıyor.
 
Ä°sim-müsemma meselesi
 
Postmodernizm ile birlikte Yahudi asılı Fransız Filozof Jacques Derrida'nın "deconstruction" kavramını iyi bir ÅŸeklide mütalâ ettiÄŸinizde kendinizi isim/müsemma tartışmasının içinde bulursunuz. Bu da sizi dil tartışmalarının içine sürükler. Ä°nsanlar arası diyalogun ve iletiÅŸimin cevheri olan dil, insanlığın ortak karakteridir. Karakter karşılıklı güveninin iÅŸaretidir. Böylece karşılıklı konuÅŸmalarda kastedilen manaların anlaşılması daha kolaylaşır. Karakter, kiÅŸi ile konu, düÅŸünce ile hakikat, isim ile müsemma arasında bir baÄŸdır. Postmodernistler, isimden önce müsemma'ya yani mananın varlığına iÅŸaret eden bu tür iliÅŸkileri kabul etmeyi varsayım/faraziye olarak görmektedirler. Ä°nsanlığın ortak deÄŸerlerinin daima deÄŸiÅŸken, nisbi ve hareket halinde olduÄŸunu söylerler. Onlara göre sabiteler yoktur. Ä°ÅŸte bundan dolayı bütün çabalarını “isim ile müsemma” arasında aslıda bir iliÅŸkinin olmadığını ispat yönünde harcarlar. ÖrneÄŸin biri eÄŸer "kedi" diyorsa, bu kelimenin onlara göre, küçük, dört ayağı üzerine koÅŸan ve bu isimle meÅŸhur hayvanla bir alakası yoktur. Bugün Batıda doktora tezleri genelde kavramlar ve kelimeler üzerine yapılmaktadır. Mesela, tabiat, sanat ve lezzet gibi.. Bu kelimelerin geçmiÅŸten bugüne geçirdikleri deÄŸiÅŸimler ele alınarak postmodernistlerin ne kadar haklı oldukları ispatlanmaya çalışılıyor.
 
Åžimdi buradan hareketle, Postmodern Batı'nın neden "terörü" tanımlayamadığını ya da neden "iÅŸgal", "iÅŸkence" vb. kavramları insanlığın yararına iÅŸler olarak yorumladıklarını rahatlıkla anlayabilirsiniz. Aslında hâlâ tam manasıyla tanımlanmasa bile Postmodernistlerin kitaplarına baktığınızda özne olarak “dil”i kısmi olarak kabul ettiklerini görürsünüz. Çünkü onlara göre dünyada hiçbir ÅŸey “dil”i aÅŸamaz. Posmodernist söylemde, sistemler temelde insan kontrolünden bağımsız, dünyanın yalnızca bize ait olduÄŸu varsayımıyla yola çıkan tasarımlardır.
 
Yirminci yüzyıl ideologları, hem Batıda hem de Ä°slâm dünyası ve baÅŸka yerlerdeki diasporalarında, temel olarak Varlık’tan uzaklaşıp insan konusuna yaklaÅŸan bilgi tanımlarına yönelmiÅŸlerdi. Ancak postmodern olarak isimlendirdikleri bu çaÄŸda dili her ÅŸeyin merkezine koyma eÄŸilimindeler. Postmodernistler tüm alternatifleri eÅŸit derece geçerli görür ve eklerler: “Hermenötik gerçek, nesnel gerçeÄŸin yerini alacaktır.” Anlattıklarına göre, insan aklı asla tarafsız olamaz, kaçınılamaz bir ÅŸekilde cinsiyetle alâkalı, etno-sentrik ve de zamanla kayıtlıdır. Lytord’ın “Postmodernite, modernitenin önünde yürür” ÅŸeklindeki beyanı ise, Aydınlanma rasyonalizminin karanlığa gömüldüÄŸüne iÅŸaret etmektedir: gerçekliÄŸe dair doÄŸrusal ve söylemsel kuruntular, basitçe tercihe baÄŸlıdır, onlar temelsiz birer safsatadır. Buna karşın, ilk insanın sezgisi doÄŸru kabul edilerek övülür, zira onun kesinlikle öznel olduÄŸu düÅŸünülür. Bu noktada, varlıklarını aÅŸikâr biçimde ortaya koyan teoloji ve ahlâkın icaplarından vazgeçerek ‘akıldan firar etmiÅŸ’ olan aydınlanma-sonrası epistemolojinin çöktüÄŸünü söyleyebiliriz.
 
Bu dünyada her ÅŸey gider!
 
Postmodern Batıda her ÅŸey gider “Every thing goes”. Bundan dolayı önüne gelen her ÅŸeyi yutuyor ya da emip içini boÅŸaltıyor. Kavramların, dini deÄŸerlerin içi boÅŸaltılıp pazara sunuluyor. Böylece, postmodernizm beyine harddisk muamelesi yapmakta. Yani, hakikat yok, gerçek yok, piyasada ne varsa al. Ä°ÅŸte böylece “popülist kültür” ya da “tüketim kültürü”nün önü açılmış oluyor. Richard Rorty’nin deyimiyle ‘baÅŸka bütün kültürleri yutan bir tür doymaz canavar’ postmodernizm. Artık insanlar huzuru bunlarda buluyor. Çünkü okumak, anlamak ve yaÅŸamak istemiyorlar. Kendi sonlarını, hayatın sonunu düÅŸünmek yerine “Matrix”vari bir dünya ile avutuyorlar kendilerini. Artık insanlar her türlü bilgiye “google.com” veya “altavista.com”un sunmuÅŸ olduÄŸu bilgi nazarıyla bakıp, ondan ÅŸüphe ediyor. Sonuç olarak dünya, zaman bir yana, biz ve bizi ilgilendiren her ÅŸeyin deÄŸiÅŸtiÄŸi zehabıyla hareket edip, kendimizi avutuyor ve gerçekleri görmemek, duymamak ve anlatmamak için yeni post’un peÅŸinde bizler de koÅŸturuyoruz.
 
Aslında Batı bugün sözde her ÅŸeyden kuÅŸkulanıp sözüm ona özgürlüÄŸün tadını çıkarmaktan yana. Bundan dolayı hem kendilerinin hem de dünyanın sonunu ne olacağı onları ilgilendirmemekte. Hatta düÅŸünmek ve sormak bile istemiyorlar. Ancak bilinmeli ki, her ne kadar durmadan deÄŸiÅŸiyor olsa da bir gerçek var! Çünkü eÄŸer gerçek olmasaydı, biz insanların hiçbir hedefi olmazdı ve her ÅŸey bir düÅŸten ibaret olurdu. O halde bugün sadece akıl ile deÄŸil, olaylara inanç ve akıl birlikteliÄŸi ile bakma zamanı geldi geçiyor.
 
ABD ve Avrupa neden çekiÅŸiyor
 
BM toplantılarında, Avrupa Parlamentosu konuÅŸmalarında ve batılı devlet liderlerinin karşılıklı ziyaretleÅŸmelerinde tanık olduÄŸumuz, ABD ile Avrupa arasındaki çekiÅŸme, Irak savaşı ya da Afganistan’dan dolayı deÄŸil. Bilakis çekiÅŸme çok derinlerde yaÅŸanıyor. Aydınlanma dönemi batı dünyası ile Postmodern dönem arasında. Kapalı kapılar arkasında göremediÄŸimiz ciddi bir çatışma var. Küresel tek güç ABD, her ÅŸeyi Avrupa-merkezci düÅŸünceden soyutlayıp, postmodern olarak isimlendirdiÄŸi kendi yeni dünyasına göre dizayn etmek istemesi tartışmanın odak noktasını oluÅŸturuyor. Bundan dolayı Ziyaüddin Serdar, postmodern düÅŸünce sistemini, dünya insanlarını sarıp sarmalayan bir emperyalizm türü olarak tanımlamaktadır. Yani halihazırdaki Batı’yı anlamamız için anahtar kelime: Postmodernizm ve Nihilizm.
 
Aydınlanmanın çöküÅŸü Avrupa-merkezciliÄŸin sonunu getirdi. Postmodernizmin diyalojik, farklı güzelliklere açık ‘çoÄŸul kaynak ütopyası’ yeni bin yılda DoÄŸuyu araÅŸtıran bir Batılı araÅŸtırmacının zorunlu olarak ‘bagajı boÅŸ’ bir derlemeci olmasını talep eder ki bu derlemecinin Avrupa-merkezci bilgi arayışı, geçmiÅŸte onu hayret halinde alıkoymuÅŸ ve Hakikat içinde fani olmaya deÄŸil, tüm hakikat iddialarından ötede bir fena durağına götürmüÅŸtür.
 
Batının afallayan mukallitleri
 
Batının geçirdiÄŸi bu bunalımdan ve kaostan en çok, batıyı taklit eden Ä°slam dünyasındaki mukallitleri etkilenmiÅŸtir herhalde. Batı idealleri için nelerden vazgeçmemiÅŸlerdi ki onlar. Dinlerinden, deÄŸerlerinden, halklarından ve hatta kendi kimliklerinden bile… Postmodern dünya ideallerini alıp götürünce, ortada “kral çıplak” misali çıplak kalıverdiler. Åžimdiye dek kendilerini giyinik hissediyorlardı. Ancak artık deÄŸiller. O idealler uÄŸruna koca bir imparatorluÄŸu ıslah etmek yerine, paramparça ettiler. Her ÅŸeyi batının onlara empoze ettiÄŸi insan merkezli dünya ve ulus-devlet için yaptılar. Bugün postmodern Batı, geçmiÅŸini bir anda silince afalladılar. Artık 20. yüzyıl ideolojileri de yoktu ki, birine sarılıversinler. Tekrar geri dönmek istemiyorlardı. Onun içi nasıl olsa postmodern Batıda her ÅŸey gider düÅŸüncesiyle daha derinlere inip, tükürdüklerini yalamamak adına, Åžamanizm ve ZerdüÅŸtlüÄŸe sarılıyorlar… Fakat nereye kadar. Sadece kuruntularını geçici bir müddet teskin etmek için olabilir. Lakin… Her neyse Allah’tan baÅŸka dönecekleri hiçbir ÅŸeyleri yok artık…
 
Postmodern Batı’nın Müslümanlara ihtiyacı var
 
Ä°slam dünyası artık oryantalistlerin ÅŸüpheleri ile uÄŸraÅŸmayacak. Bilakis isim/müsemma ağırlıklı tartışmalar ağırlığını hissettirecek. Postmodern batı gerçeÄŸi savunananlara karşı büyük bir mücadeleye giriÅŸecek. Ä°dealleri olanları terörist olarak lanse edecek. Bunun için kitle iletiÅŸim araçlarını kullanıp, psikolojik harbi en âlâ bir ÅŸekilde kullanacak. Ä°slam dünyasındaki tüm ÅŸaz görüÅŸler destekleyecek ve kavramların içi boÅŸaltılıp bir de bunu bizden alıp tadın diyecekler. Yani anlayacağınız artık eski rasyonalist ve oryantalist tartışmalar çöpe atıldı. Yeni bir tartışmalar baÅŸlayacak Ä°slam dünyasında. Amina Wadud’un imame olarak New York’ta Cuma namazı kıldırması bunun en bariz örneÄŸidir.
 
Bugün Müslümanlara çok büyük vazifeler düÅŸmekte. Çünkü bu yüzyıldaki insanların onlara çok mu, çok ihtiyaçları olacak. Peki, Müslümanlar bunun farkındalar mı? Zahiren olmaya bilirler lakin, yüce Allah kendi dinini destekleyecek insanları bulur çıkarır. Bugün Batı ontolojisi, epistemolojisi ve axiolojisi tamamen çökmüÅŸtür. Artık hiçbir ÅŸeyi anlamlandıramayan Batının, Müslümanlara ciddi manada ihtiyacı olduÄŸu apaÅŸikâr ortada. Müslümanlar bugün ilk Nihilistlerden sayılan Sofist Gorgias karşısında Sokrates ve Firavun karşısında Musa olmasını bilmelidirler.
 
EÄŸer Müslümanlar, bugün dünyanın akıp-gittiÄŸi bu gidiÅŸatına dur demezler ise, dünyanın en zengin “G-8” ülkeleri nükleer silahlanmalarını sürdürecek, iklim deÄŸiÅŸikliÄŸi konusunda bir adım atılmayacak, iÅŸgaller sürecek ve böylece milyonlarca insan ölecek…
 
Yazımız epeyce uzadı. Aslında Mısırlı felsefe doktoru Abdulvahap el-Mesiri’nin postmodern düÅŸüncenin Yahudi düÅŸüncesi ve neo-conlar ile olan baÄŸlantısı konusuna da girmek isterdim. Fakat yazımızı daha da uzatıp okuyucu arkadaÅŸlarımız yormak istemedim. Ancak bu konuyu daha sonraki yazılarda ele alacağız.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.