Sosyal Medya

Güncel

Kadim bir Osmanlı Yardımlaşma Geleneği olan Zimem Defteri

"Veren el¸ alan elden üstündür!' düsturuyla hareket eden gönlü¸ imanı ve kesesi zengin asil ruhlu¸ cömert insanlar¸ darda kalmış kimselerin sıkıntılarını gidermekten ve borçlarını ödemekten büyük zevk alırlardı. Bunu yaparken de borçlu kimseyi mağdur ve rencide etmekten özenle kaçınırlardı. Karşılıksız¸ riyasız¸ verdiğini unutarak¸ ihlâsla¸ Allah rızasını gözeterek verirlerdi."



Osmanlı toplumundaki infak¸ hayır ve yardımlaÅŸma kültürünün dikkat çekici yansımalardan biri de “Zimem Defterleri”dir. Bu defterler¸ zengin ile fakir arasındaki sevgi¸ merhamet ve dayanışmanın saÄŸlam köprülerindendi. Fakir ve muhtaç durumdaki insanların onurunu kırmadan ve onları rencide etmeden yapılan yaygın yardım vasıtalarından biriydi. Zengin¸ varlıklı ve hayırsever insanlardaki yardım etme duygusunun en insanî¸ ihlâslı¸ zarif ve gösteriÅŸsiz bir biçimde hayata geçirme yöntemlerindendi.
 
Zimem Defterleri Ne İşe Yarardı?
 
Osmanlı zamanında bakkal¸ manav¸ kasap gibi mahalle esnafının kullandığı veresiye defterlerine “zimem” denirdi. Kelimenin anlamı da zaten veresiye demektir. Maddî sıkıntı içinde olan¸ elinde fazla nakit parası bulunmayan insanlar¸ gündelik ihtiyaçlarını karşılamak için daha çok mahalle bakkalına vadeli hesap açtırır¸ aldığı ürünleri zimem denilen borç defterlerine yazdırırlardı. Evlerinin geçimlerini bu usulle saÄŸlayan dar gelirli insanlar¸ maddî imkâna kavuÅŸtuklarında borçlarını sildirmeye çalışırlardı.
 
 
 
Müellif: Ä°smail Çolak / Kaynak: somuncubaba Dergisi, 188. sayı
 
Zimem Defteri'ndeki kabaran ve ödenemeyen borçlar çoÄŸu defa mahalle sakinleri ile bakkalı/esnafı sıkıntı içerisine sokardı. Hele de savaÅŸ¸ iÅŸgal¸ umumî afet¸ sel¸ kıtlık ve sefalet zamanlarındabu defterler daha çok kıymet kazanır ve dolardı. Böylesi zamanlarda hayırsever insanlar devreye girer ve fakir fukaranın¸ öksüz¸ dul ve yetimin imdadına yetiÅŸirlerdi. Borçluların borcunu eda eder¸ defterlerden sildirirlerdi. Nasıl mı? Ä°ÅŸte bunun ilginç ve hayret verici hikâyesi:
 
Yardımseverin Borç Ödemedeki Hassasiyeti
 
“Veren el¸ alan elden üstündür!” düsturuyla hareket eden gönlü¸ imanı ve kesesi zengin asil ruhlu¸ cömert insanlar¸ darda kalmış kimselerin sıkıntılarını gidermekten ve borçlarını ödemekten büyük zevk alırlardı. Bunu yaparken de borçlu kimseyi maÄŸdur ve rencide etmekten özenle kaçınırlardı. Karşılıksız¸ riyasız¸ verdiÄŸini unutarak¸ ihlâsla¸ Allah rızasını gözeterek verirlerdi.
 
Zengin olsun ya da olmasın¸ hayırsever bir insan¸ mahallesindeki veya herhangi bir mahalledeki bakkala rastgele girer¸ Zimem Defteri'nden birini/birkaçını isterdi. Defterdeki borç listesini inceledikten sonra bir kısmını veya tamamını öderdi.
 
Gizli verilen nafile sadakanın¸ açıktan verilen nafile sadakadan yetmiÅŸ kat daha sevap olduÄŸunu bilen hayırsever ecdat¸ bu borç ödeme ameliyesini gizli yapmaya gayret ederdi. Borçların kim tarafından ödendiÄŸinin bilinmesini istemez¸ ismini¸ kimliÄŸini ve mevkiini gizlerdi. Hatta tanınmaması için tebdili kıyafet yapardı. SaÄŸ elinin verdiÄŸini¸ sol elinden gizler¸ yaptığı iyiliÄŸin bilinmesini¸ tanınmasını ve övülmesini arzu etmezdi.
 
Kabarık borcundan dolayı bakkala¸ manava¸ kasaba utanarak gelen¸ bin bir mahcubiyet içerisinde tekrar veresiye alış veriÅŸ etmek zorunda kalan fakir ve muhtaç kimseler¸ ertesi gün borçlarının meçhul bir el tarafından ödendiÄŸini öÄŸrenince son derece ÅŸaşırır¸ büyük bir hayret ve sevinçle önce Allah'a ÅŸükreder¸ sonra da tanımadığı o hayırsevere bolca dua ederdi. Borç yükünden kurtulduÄŸu için belli bir zaman aralığı için de olsa rahata¸ huzura ve saadete kavuÅŸan yoksul ve darda kalmış insanların¸ hayatla mücadele azmi ve yaÅŸama sevinci artardı.
 
Ramazan Ayında YoÄŸunlaÅŸan Gizli Ödeme Usulü
 
Ä°yiliksever Osmanlı insanları bilhassa Ramazan ayı günlerinde¸ kandil günlerinde¸ dinî bayramlarda ve diÄŸer münasip zamanlarda hiç tanımadıkları mahallelere giderler¸ bakkala¸ manava¸ kasaba ve diÄŸer dükkânlara uÄŸrarlardı. Mekânın tenha olduÄŸu bir zamanı kollayarak¸ esnafla gizlice görüÅŸürler ve ÅŸöyle sorarlardı:
 
– Zimem Defteri'niz var mı?
 
Esnaf¸ varsa¸ defterini çıkarır ve gelen ÅŸahsa gösterirdi. Defteri inceleyen yardımsever kiÅŸi¸ daha sonra esnafa döner ve ÅŸu talepte bulunurdu:
 
– Lütfen baÅŸtan¸ sondan ve ortadan¸ ÅŸu kadar sayfanın yekûnunu çıkarınız.
 
Bu talebin lafzı¸ mahiyeti¸ sayfa sayısı ve miktarı talep edene göre deÄŸiÅŸirdi. Esnaf talep edilen sayfalardaki borçların toplamını çıkarır¸ hayırsever kimsenin önüne koyardı. O da kesesini çıkarıp ÅŸöyle derdi:
 
– Silin borçları. Allah kabul etsin!
 
Sonra da bakkaldan çıkar giderdi. Dükkân sahibi arkadan yetiÅŸip:
 
– Dur hele bey¸ nereye gidiyorsun? Yarın bana bu borçları kim ödedi denirse ne söyleyeceÄŸim¸ diye sorunca¸ meçhul kiÅŸi:
 
– Bir Allah'ın kulu¸ bir Abdullah ödedi dersin¸ deyip¸ oradan hızla uzaklaşırdı.
 
Mahalleye gelen birkaç kiÅŸi¸ bazen tek bir ÅŸahıs tarafından borç defterleri toptan kapatılır¸ borçların tamamı ödenirdi.
 
Dolayısıyla Zimem Defteri¸ Sadaka Taşı gibi nice hayır vasıtasının¸ kendisine yaygın bir ÅŸekilde yer bulduÄŸu böyle bir cemiyette açlık¸ sefalet ve yoksulluk manzaraları nadir görülürdü. Elbette ki¸ hırsızlık¸ gasp ve yaÄŸma hadiselerine kolay kolay rastlanmazdı. Fakir¸ muhtaç ve dar gelirli insanların cami kapılarında¸ çarşı-pazarda ve sokaklarda dilenmesi vakaları bahis konusu olmazdı. Kapı kapı dolaşıp kendilerini acındırmazlar¸ insanlık ve onurlarını küçültücü söz ve davranışlara tenezzül etmezlerdi.
 
Bu sayede¸ fakir fakirliÄŸinden ÅŸikâyet etmez¸ zengin de zenginliÄŸinden dolayı kibirlenmezdi. Böylece zengin ile fakirin bir arada yaÅŸadığı; iki sınıf arasında kalıcı uyum¸ denge ve kardeÅŸliÄŸin saÄŸlandığı toplumsal bir iklim ve ortam tesis edilmiÅŸ olurdu.1
 
Bir Çanakkale Åžehidinin Kapanan Borcu
 
Misal teÅŸkil etmesi bakımından Osmanlı tarihinden ibret verici bir borç ödeme hadisesi nakledelim:
 
Çanakkale Savaşı'nın olanca ÅŸiddet ve dehÅŸetiyle yaÅŸandığı 1915 yılı Mayıs ayıydı.
 
Ä°stanbul Vefa Lisesi'nde Fransızca ÖÄŸretmeni olarak vazife yapan Ahmet Rıfkı Efendi¸ annesiyle beraber kendi hâlinde yaÅŸayıp gidiyordu. Bir gün mektepten içeri girdi. Ä°lk saat¸ lise birinci sınıfa dersi vardı. Koridorlardaki ağır sessizlik dikkatini çekti.
 
Sınıfa girdiÄŸinde¸ talebeler kendisini adeta ölü sessizliÄŸiyle karşılamıştı. Sınıfı selamladı. Fakat talebeler ayaÄŸa kalkmadıkları gibi cevap bile vermediler. Fena hâlde sarsıldı. Sebebini öÄŸrenmek için sınıfa yöneldi:
 
– Rica ediyorum; lütfen biriniz konuÅŸunuz¸ dedi.
 
Arka sıralarda oturan Ömer ayaÄŸa kalkıp cevap verdi:
 
– Muallim Bey¸ mektebimizde eli ayağı tutan aÄŸabeylerimiz Çanakkale'ye gönüllü gittiler. Siz hâlâ buradasınız! Biz de gitmek isteriz ama yaşımız tutmuyor!
 
Muallim Rıfkı¸ hiç düÅŸünmediÄŸi bir suale muhatap olmuÅŸtu. AÄŸzından boÄŸuk da olsa ancak ÅŸu sözler dökülebildi:
 
– Sevgili yavrularım¸ eÄŸitim ve öÄŸretime daha fazla muhtaç olduÄŸunuz bu devirde sizlere millî ve medenî terbiyeyi veremiyor muyum?
 
Bunun üzerine ön sırada oturan Avni ayaÄŸa kalkıp¸ hocasını can evinden vuran ÅŸöyle bir soru sordu:
 
– Muallim Bey¸ sevgili Ä°stanbul elden giderse¸ sizin verdiÄŸiniz eÄŸitim ne iÅŸe yarar¸ söyler misiniz?
 
Artık¸ Ahmet Rıfkı'nın konuÅŸacak hâli kalmamıştı; bu soru dermanını kesmiÅŸti. Kendi kendine: GideceÄŸim; Allah aÅŸkına¸ vatan ve namus aÅŸkına…' diyordu. Talebelerinden duyduÄŸu sözler içinde büyük bir coÅŸkunluk meydana getirdi.
 
Ahmet Rıfkı¸ içinde kopan duygu fırtınasıyla saÄŸanak saÄŸanak aÄŸlıyordu. Sonunda¸ mektep idaresine dilekçesini verdi ve öÄŸrencileriyle vedalaşıp okuldan ayrıldı. Evine geldi¸ annesine durumu anlattı; helâllik dileyip elini öptü.
 
Ardından mahallenin bakkalına¸ güngörmüÅŸ bir zat olan Selahattin Adil Efendi'ye uÄŸradı. Ona ÅŸu ricada bulundu:
 
– Selahattin Amca¸ düÅŸman Çanakkale'de hançerini vatanın baÄŸrına saplamış¸ ben de Allah'ın izniyle onu çıkartmaya gidiyorum. Senden isteÄŸim¸ anamı erzaksız bırakma. Kısmetse dönüÅŸte borcumu öderim.
 
Ahmet Rıfkı¸ annesini önce Allah'a sonra da Bakkal Selahattin Adil Efendi'ye emanet etti. Ardından¸ Harbiye Mektebi Ä°htiyat Zabit Namzetleri Talimgâhı'na koÅŸtu. Burada aldığı kısa bir eÄŸitimden sonra Çanakkale yollarına düÅŸtü.
 
DüÅŸman 19 Aralık günü¸ Arıburnu ve Anafartaları gizlice terk etmiÅŸti. Ancak düÅŸmanın döÅŸediÄŸi mayınlar bir hayli zayiat verdirmiÅŸti. Ä°ÅŸte¸ bunlardan biri de Ahmet Rıfkı'ya isabet etmiÅŸ ve onu ÅŸehitlik mertebesine ulaÅŸtırmıştı. Muallim Ahmet Rıfkı Efendi¸ Sarı Bayır'da vatan borcunu ifa etmenin rahatlığıyla ebedî âleme göç etmiÅŸti.
 
Ahmet Rıfkı'nın önce mektupları kesilmiÅŸ; sonra da ÅŸehitlik haberi gelmiÅŸti Ä°stanbul'a. Annesi¸ çok üzülmesine raÄŸmen hadiseyi tevekkülle karşıladı. Aklına¸ ihtiyaç duyduÄŸu yiyecekleri veresiye aldığı bakkal geldi. DoÄŸruca Selahattin Adil Efendi'ye gitti ve ÅŸöyle dedi:
 
– Selahattin Efendi¸ oÄŸlum Çanakkale'de ÅŸehit düÅŸtü. Åžehitlik künyesi¸ üzerinden çıkan eÅŸyası ve ikramiyesi¸ bir heyetle bu sabah bana ulaÅŸtırıldı. Yaklaşık yedi aydır senden veresiye alırız¸ ne kadar borçluysak verelim de oÄŸlum borçlu yatmasın.
 
Selahattin Efendi şu cevabı verdi:
 
– AyÅŸe Hanım sen okuma yazma bilmezsin¸ okuma bilen bir yakınını getir de¸ hesabı o çıkarsın.
 
Bunun üzerine AyÅŸe Hanım¸ komÅŸusunun kızı GülÅŸah'ı yanına alarak tekrar dükkâna gitti. Selahattin Adil Efendi¸ Ahmet Rıfkı bölümünü açtı ve Zimem Defteri'ni GülÅŸah'ın önüne koydu. Kız¸ defteri incelerken birden gözleri doldu. Defterin sayfaları üzerine kırmızı renkle yazılmış harfleri zor okudu. Nefesi adeta düÄŸümlendi. Sonra da hıçkırıklara boÄŸuldu.
 
Bu duruma ÅŸehit annesi AyÅŸe Hanım ve dükkândaki diÄŸer müÅŸteriler ÅŸaşırdılar. GülÅŸah¸ onlara veresiye defterindeki kırmızı satırları gösterdi. Åžöyle yazıyordu defterde: “Bu hesap Ahmet Rıfkı'nın kanıyla ödenmiÅŸtir¸ vesselam!”
 
O ana kadar yaÅŸananları sessizce takip eden Bakkal Selahattin Efendi¸ dükkânında bulunan insanlara döndü ve gözlerinden süzülen yaÅŸlar eÅŸliÄŸinde ÅŸu anlamlı sözleri söyledi:
 
– Ahmet Rıfkı¸ bu vatan uÄŸruna canını feda etti. Buna mukabil biz birkaç parça mal vermekten çekinecek miyiz? Kat be kat helal olsun! Hiç olmazsa Allah katında bizlere ÅŸefaatçi olur!
 
Ä°ÅŸte¸ Ahmet Rıfkı ve annesininki gibi nice insanın borçları¸ Bakkal Selahattin Efendi gibi gönlü ve kesesi zengin¸ hayır ve iyiliksever insanlar tarafından böyle ödenmiÅŸ ve silinmiÅŸti. O insanlar¸ iyilikte bulunup yardım etmekten hava gibi su gibi zevk alan¸ bununla nefes alıp veren; onu bir hayat tarzı¸ karakterinin güçlü ve belirgin bir tarafı haline getiren “hayırlı ve güzel insanlar” idi.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.