Sosyal Medya

Kırmızı: Erdoğan Abdülhamid’e değil, Mustafa Kemal’e benziyor

Tarih tekerrür etmez düsturu bir yana, Abdülhamid-Tayyip Erdoğan eşleştirmesi sorunludur. İlla benzetme yapılacaksa Erdoğan Abdülhamid’den ziyade Mustafa Kemal’e benzer. Sevenlerinin tersine kendisi bunun farkında olmalı; belki henüz kabullenemediği, dışa vuramadığı bir farkındalıktır.



Geçen yüzyılda Kemalist rejimin antidotu olarak harlanan Sultan II. Abdülhamid (1842-1918) sevgisi son yıllarda iyice büyüdü. Abdülhamid o zamanlar gayrımemnunların sığındığı mazbut bir muhalefet sembolüydü, bugün muktedirlerin kendilerini baÄŸladığı siyasal silsilenin ilk halkası. Geçen yüzyılın ecdatçıları iktidara gelince gençlere bu nostaljik mirası devrettiler.
 
Yetkili makamlara gelen eski tüfekler kurumsal imkanları geçmiÅŸle ilgili fantezileri için kullanırlar. Bu ülkede hep böyle olmuÅŸtur. Bu hafta Abdülhamid tartışmalarını alevlendiren Dolmabahçe (“Sultan II.Abdülhamid Han ve Dönemi”) sempozyumu da Milli Saraylar’ın baÄŸlı olduÄŸu TBMM BaÅŸkanlığının bir etkinliÄŸi, nitekim. Bu bilimsel toplantı yeni araÅŸtırmalara ÅŸevk verecek meÅŸru bir faaliyettir. 33 yıl süren Abdülhamid dönemi modern Türkiye tarihinin en mühim bir cüzüdür, dönemin dedikoduların ve kliÅŸelerin ötesinde daha iyi anlaşılması için bu düzeyde yüzlerce faaliyete ihtiyaç vardır.
 
Rahatsızlık duyulacak bir mesele varsa Abdülhamid dönemiyle bugün arasında benzerlikler kurmaya çalışan, tedavüldeki hezeyanlardır: Sokak afiÅŸlerinde, dergi kapaklarında, sosyal medyada Abdülhamid’i Menderes, Özal ve Erbakan silsilesi üzerinden CumhurbaÅŸkanı Recep Tayyip ErdoÄŸan’a baÄŸlayan resimler görülüyor. Bu silsile ve resimler zaman ve mekan baÄŸlamına göre deÄŸiÅŸebiliyor.
 
ErdoÄŸan Abdülhamid gibi orta yolcu ve idare-i maslahatçı deÄŸil, Mustafa Kemal gibi gözü kara ve korkusuz. Ani ve radikal kararlarıyla kendi takipçilerini bile ters köÅŸeye yatıran, gücünün sınırlarını sürekli test edip geniÅŸletmeye çalışan, hatta belki sınır tanımayan bir devlet adamı; hatta ı harfini kaldıralım, bir 'devlet adam'.
Elbette kiÅŸilerin öldükten sonraki hayatları biyografilerine dahildir. Zaten bu yüzden aynı kiÅŸi hakkında her devirde farklı hayat öyküleri yeniden yazılır. DeÄŸiÅŸen algılarla beraber ölülerin biyografileri de deÄŸiÅŸir. O yüzden, “Abdülhamid’i anlamak uzayı anlamaktır” zaviyesinden geçmiÅŸe bakanlara bile tahammülle kulak verilebilir; iddiaları sabit “gerçek”lerle çeliÅŸmediÄŸi sürece. Mesela, Abdülhamid’in hiç toprak kaybetmediÄŸi yalanı: Kıbrıs, Tunus, Mısır, Girit Abdülhamid devrinde kaybedilmiÅŸtir. Saltanatının ilk yılları dahil edildiÄŸinde, Sırbistan, KaradaÄŸ ve Romanya ile birlikte bugünkü Türkiye’nin iki katı kadar toprak kaybedilmiÅŸtir. Jön Türk ayaklanmasıyla rejim deÄŸiÅŸmeseydi, Rumeli vilayetleri de kaybedilecekti.
 
Tarihte ruhbaniyet yoktur. GeçmiÅŸ üzerine söz söylemek bir sınıfın tekelinde deÄŸildir. Herkes tarih hakkında konuÅŸabilir. Hele devletin kaderine dokunmuÅŸ ÅŸahsiyetlerin hayatları söz konusu olduÄŸunda. Tarih geçmiÅŸin, biyografi de hayatın kendisi deÄŸildir. Herkes yetenekleri, eÄŸitimi ve zekası ölçüsünde geçmiÅŸi kendi zaviyesinden farklı deÄŸerlendirir. Testereyi düzeltmeye çalışan aÄŸaç olmayacağım. Sadece (hasbelkader adaşım olmasından dolayı Zonguldak Ä°mam-Hatip Lisesi’ndeki ortaokul sıralarından beri hakkında çıkan her ÅŸeyi okumaya gayret eden bir tarih meraklısı ÅŸapkasıyla, akademik kimliÄŸimi birazcık kenara bırakarak) Abdülhamid’i Tayyip ErdoÄŸan’a benzetenlere bir çift sözüm var. Bu sözler ne Abdülhamid’i ne de ErdoÄŸan’ı savunmak ya da yermek içindir, artık gına gelen bir söyleme mütevazı bir itirazdır. Belirli bir kesime yönelik de deÄŸildir, sonuçta imkanı olanın delirdiÄŸi bir ülkeyiz.
 
Sorunlu eÅŸleÅŸtirme
 
Tarih tekerrür etmez düsturu bir yana, Abdülhamid-Tayyip ErdoÄŸan eÅŸleÅŸtirmesi  sorunludur. Ä°lla benzetme yapılacaksa ErdoÄŸan Abdülhamid’den ziyade Mustafa Kemal’e benzer. Sevenlerinin tersine kendisi bunun farkında olmalı; belki henüz kabullenemediÄŸi, dışa vuramadığı bir farkındalıktır. ErdoÄŸan’ın, Türk milli eÄŸitiminden geçmiÅŸ çoÄŸu birey gibi, yeni bir Atatürk olmaya çalıştığı, onunla yarıştığı bile söylenebilir.
 
ErdoÄŸan Abdülhamid gibi orta yolcu ve idare-i maslahatçı deÄŸil, Mustafa Kemal gibi gözü kara ve korkusuz. Ani ve radikal kararlarıyla kendi takipçilerini bile ters köÅŸeye yatıran, gücünün sınırlarını sürekli test edip geniÅŸletmeye çalışan, hatta belki sınır tanımayan bir devlet adamı; hatta ı harfini kaldıralım, bir “devlet adam”.  Abdülhamid ise gücünü kullanmaktan çekinen, daha doÄŸrusu içinde bulunduÄŸu güç parametrelerini aÅŸmaya yeltenmeyen, var olan sınırlar dahilinde hareket eden bir denge politikacısıdır. Milleti cahil olduÄŸu için henüz parlamentoya hazır görmeyen bir Abdülhamid, illa baÅŸka bir devlet adamına benzetilecekse, Ä°nönü’ye daha yakın bir karakterdir.
 
ErdoÄŸan Abdülhamid devrinde yaÅŸasaydı muhtemelen ona muhalif olurdu. Tersten bakıldığında, Abdülhamid  kabrinden çıkıp gelse ErdoÄŸan da onu tasfiye ederdi. Tasfiye demiÅŸken, Mustafa Kemal’in silah arkadaÅŸlarını (Kazım, Rauf, Refet paÅŸalar vs.) zamanla oyun dışına itmesi gibi, ErdoÄŸan da (Gül, Arınç, Åžener vs.) kendisiyle yola çıkanları geride bırakmaktan çekinmemiÅŸtir. Mustafa Kemal’in Enver’le iliÅŸkisi de, ErdoÄŸan’ın Erbakan’la münasebetine benzetilebilir.
 
ErdoÄŸan’ın 2002 seçimlerinden sonra Siirt’teki sonuçların iptal edilmesiyle 2003’te Mervan Gül’ün yerine  meclise girmesi gibi, Mustafa Kemal ve Rauf Bey’in Erzurum Kongresi’ne delege olabilmesi için iki delege istifa ettirilmiÅŸti. Erzurum Kongresi’nden sonra Mustafa Kemal’e “Reis PaÅŸa” denilmiÅŸtir...
 
1922 yazında inatla Yunan ordusunu en güçlü oldukları Afyon’da vurma planında tek başına ısrar eden ve herkesin muhalefetine raÄŸmen pes etmeyip bütün sorumluluÄŸu üzerine alan bu Reis PaÅŸa idi. DüÅŸmanı tedricen yıpratma  taraftarı olan Ä°smet Bey bile Türk ordusunun yekpare bir saldırıyla zafer kazanacağına inanmıyordu. En iyimserler (Yunanların beklediÄŸi gibi) EskiÅŸehir’den saldırmak taraftarıydı. Büyük Taarruz 31 AÄŸustos zaferiyle sonuçlandı ve bugün BaÅŸkomutanlık Meydan Muharebesi olarak anılıyor. 1 Kasım 2015 seçimlerinin mutlak galibi, Ak Parti’nin 7 Haziran 2015’teki seçim yenilgisinden sonra koalisyon beklentilerine tek başına karşı durup erken seçimde oy tablosunun nihai ÅŸekilde düzeleceÄŸine inanan da ErdoÄŸan’dı. Kimse hükumet partisinin Türkiye’deki oyların yarısını kazanacağına inanmıyordu.
 
Rejimler arası farkı bir anlığına unutacak olursak, Mustafa Kemal’in ve ErdoÄŸan’ın ülkeyi karış karış bilmelerine karşın Abdülhamid padiÅŸahken Ä°stanbul’dan hiç çıkmamıştır. Darbe ve suikast korkusundan adeta Çin hükümdarları gibi görünmez olan, sarayında saklanan Abdülhamid halka hitap etmeyi hiç sevmezdi.
Rejimler arası farkı bir anlığına unutacak olursak, Mustafa Kemal’in ve ErdoÄŸan’ın ülkeyi karış karış bilmelerine karşın Abdülhamid padiÅŸahken Ä°stanbul’dan hiç çıkmamıştır. Darbe ve suikast korkusundan adeta Çin hükümdarları gibi görünmez olan, sarayında saklanan Abdülhamid halka hitap etmeyi hiç sevmezdi.
 
Kaldı ki, ErdoÄŸan, Avrupa’daki hanedan mensubu monarkların ilgilerini paylaÅŸan Abdülhamid’in özel hayatını bilse onunla pek özdeÅŸlik kuramayacaktır, onu yeterince “yerli ve milli” bulmayacaktır. Mesela, Abdülhamid Batı müziÄŸine meraklıdır; Almanya’dan çocukları için dört piyano getirtmiÅŸtir saraya. Piyano ve sair sazlardan bazılarını kendisi de çalabilen Abdülhamid’in dediÄŸine göre, “Nota bilmek ÅŸarttır, güzel bilirim. DoÄŸrusunu isterseniz ben Türküm ama Türkçe havalardan ziyade alafranga havalar, operalar hoÅŸuma gider. Çünkü Türkçe minördür, insane uyku getirir. Hem de bizim Türkçe dediÄŸimiz makamlar Türkçe deÄŸildir, Yunan’dan Acem’den alınmıştır. Türk çalgısı davul zurnadır.” Kızı AyÅŸe Sultan zaman zaman babasına piyano, keman ve arp çalardı. Yıldız sarayındaki küçük tiyatrosuyla gurur duyan Abdülhamid Ä°talya’dan oyuncular getirtirdi, özellikle Verdi’nin operalarını severdi. Refik Halid Karay geriye bakarak Abdülhamid devrini “frenkleÅŸmenin halk tabakasına sirayet ettiÄŸi teceddüt baÅŸlangıcı” sayar.
 
CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan, Papa Franciscus'un Ermeni iddialarını destekleyen açıklamasını kınarken, “Tarihçilerin iÅŸini siyasetçiler, din adamları aldığı zaman oradan hakikat deÄŸil, iÅŸte bugün olduÄŸu gibi hezeyan çıkar,” demiÅŸti (15 Nisan 2015). Türkiye’de sadece siyasetçiler ve din adamları deÄŸil, köÅŸe yazarları ve sanatçılar dahil okuma yazma bilen herkes tab’an, fıtraten, doÄŸuÅŸtan, maderzad tarihçi; tarihi hiç tarihçilere bırakmadılar. (Tarihçiler de siyaseti ve dini onlara bırakmıyor gerçi.) Ancak tarih de hiçbir zaman tarihçilere bırakılacak kadar masum olmadı. Özellikle de Abdülhamid dönemi tarihçiliÄŸi, tarihi figürler üzerinden vekaleten sürdürülen savaÅŸlara malzeme taşıyıp durdu.
 
Yirminci yüzyılın son çeyreÄŸine kadar Abdülhamid dönemi hakkında yazanlar, (nasıl teoride doÄŸrusal ilerleme fikrini barındıran batı-merkezli modernleÅŸme anlatısının tutsağı olmuÅŸlarsa) ideolojide ulu hakan-kızıl sultan ikileminin esiri olmuÅŸlardı. Akademik tarihçilikte bu kısır döngüden ilk sapma, (bugün Ä°stanbul Åžehir Üniversitesi mensubu olan) Engin Deniz Akarlı’nın Abdülhamid’in tahta çıkışının yüzüncü yılında Princeton Üniversitesi’ne takdim ettiÄŸi doktora teziyle sembolleÅŸmiÅŸtir. Bu öncü çalışma üzerinden neredeyse elli yıl geçti. Tarihçilik ormanında açılan bu çığır geniÅŸledi ve büyüdü, Türk tarih yazımında kalabalıkların rehgüzâr olduÄŸu geniÅŸçe bir yol halini aldı. O yoldan yürümek istemeyenler ecdatçı goygoycuların hezeyanlarıyla beslenmeye mahkum kalacaklardır. Kuyu başında susuz kalmak kader olmamalı.
 
Al Jazzera ArÅŸiv

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.