Sosyal Medya

Sami Selçuk'un tarihî konuşması-I

YARGITAY Başkanı Selçuk, adli yıl açış konuşmasında tam bir demokrasi ve hukuk dersi verdi. Selçuk, Türkiye'nin mevcut anayasasıyla 3. bin yıla giremeyeceğini söyledi.



ANKARA- Yargıtay BaÅŸkanı Doç. Dr. Sami Selçuk, 1999-2000 adli yıl açış konuÅŸmasında tam bir demokrasi ve hukuk dersi verdi. Selçuk, 3. bin yıla Türkiye'nin 1982 Anayasası ile giremeyeceÄŸini belirterek, "Türkiye bugün bir 'Anayasalı devlet'tir, ama bir 'anayasal devlet' deÄŸildir. Türkiye meÅŸruluk debisi nerede ise sıfıra yaklaÅŸmış bir Anayasa ile yeni yüzyıla giremez, girmemelidir" dedi. 1999-2000 Adli Yılı'nın açılışı nedeniyle Yargıtay'da düzenlenen törene CumhurbaÅŸkanı Süleyman Demirel, TBMM BaÅŸkanı Yıldırım Akbulut, BaÅŸbakan Bülent Ecevit, FP Genel BaÅŸkanı Recai Kutan, DYP Genel BaÅŸkanı Tansu Çiller, BaÅŸbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli, Anayasa Mahkemesi BaÅŸkanı Ahmet Necdet Sezer, Danıştay BaÅŸkanı Erol Çırakman, Yargıtay Cumhuriyet BaÅŸsavcısı Vural SavaÅŸ, Devlet Bakanları ve yargı mensupları katıldı.
BaÅŸkan Selçuk 55 sayfalık konuÅŸmasında çok tartışılan yargı bağımsızlığı, demokrasi, 82 Anayasası, laiklik, din eÄŸitimi, Atatürkçülük, insan hakları, düÅŸünce özgürlüÄŸü konularına deÄŸindi.
 
"Ä°ki Türkiye"
 
Selçuk, Türkiye'de kutsal devlet ve onun yönlendirmek istediÄŸi milletin iki ayrı görüntü ortaya koyduÄŸunu belirterek, "Ülkeme bakıyorum, sırtını birbirine dönmüÅŸ iki Türkiye. Efsanevi bir KurtuluÅŸ Savaşı'nı baÅŸaran, cumhuriyeti kuran, ekonomik ve kültürel dinamikleri ile dışa doÄŸru patlayan, yayılan, geniÅŸleyen bir halk. Dipdiri, capcanlı, hep ayakta. Bu birinci Türkiye'dir. DoÄŸru ve gerçek Türkiye'dir. Atatürk'ün kafasındaki bu Türkiye'dir. Buna karşılık her ÅŸeyi geriden izleyen, kendisinin üretip devletleÅŸtirdiÄŸi yazılı hukuka göre halkıyla mahkemelerinde sürtüÅŸen, halkına güvenmeyen hep içe doÄŸru patlayan, yayılan, geniÅŸleyen, birinci Türkiye'ye yetiÅŸemeyen hastalık irisi hantal bir devlet. Bu ikinci Türkiye'dir. Yanlış ve öykünmeci Türkiye'dir. Atatürk'ün tasarladığı Türkiye bu Türkiye deÄŸildir" diye konuÅŸtu.
 
"1930'lara dönülmez"
 
Bazı kesimlerin Atatürkçülük adı altında 1930'lu yılların uygulamalarına baÅŸvurduklarını bunun da yanlış olduÄŸuna deÄŸinen Selçuk ÅŸöyle konuÅŸtu: "Bir toplum ÅŸanlı bir tarihle, KurtuluÅŸ Savaşı ile, devrimlerle, bunlarda en büyük payı bulunan eÅŸsiz bir önderle, sarsıntısız geçilen bir demokrasi denemesi ile hergün övünüp duramaz. 1930'lara dönülemez. Dönülürse ÅŸimdiki zaman da avucumuzdan kayar gider; yarının rüzgarları hiç esmez olur. 1930'lardan ders alarak, ama 1930'ların bekçiliÄŸine özenmeden geleceÄŸe bilimin ışığında gelecekler üretilirse, iÅŸte o zaman Atatürk'ün mirasçısı, Atatürkçü olunur."
 
"Ä°lle de demokrasi"
 
Selçuk, demokrasinin özünün özgürlükte yattığını, ancak sınırsız özgürlüÄŸün de ÅŸeytanlar için olduÄŸunu hatırlatarak, "Demokrasinin ilk öÄŸesi ve ortak deÄŸeri özgürlüktür. DüÅŸüncelerin, inançların açıklanmasını yasaklama giriÅŸimleri dün olanaksızdı, bugün daha da olanaksızdır. Ä°nsan yok edilebilir, ama teslim alınamaz. Demokrasinin bir özelliÄŸi bünyesinde her an bir risk taşımasıdır. Riski göze alamayan rejimlerin adı diktatörlüktür. Demokrasinin biricik sigortası yine ve ille de demokrasidir" dedi.
 
"Hukuksuz halk sürüdür"
 
Hukukun üstünlüÄŸüne herkesin uymasının, optimal demokrasinin gereÄŸi olduÄŸuna iÅŸaret eden Selçuk, "Hukukun olmadığı yerde halk 'sürü', insan 'köle'dir. Devlet hukuka saygılı hukuk da insanları özgürleÅŸtirdiÄŸi oranda meÅŸrulaşır. Hukukun üstünlüÄŸü dışlanırsa, en adil hukuk bile keyfiliklerin oyun oynandığı bir manipülasyon alanına dönüÅŸür" diye konuÅŸtu.
 
Fransa örneÄŸi ve Türkiye
 
Selçuk, Türkiye'de siyasi sistemin ÅŸekillenmesinde Fransa'nın örnek alındığını hatırlatarak, "Demokrasimiz tökezledikçe, dünya üstümüze geldikçe kendi konumumuzu Anglo-Sakson demokrasilerine göre deÄŸil, ufuk daraltarak Fransız Cumhuriyeti'ne göre deÄŸerlendiriyoruz. Ä°ki Fransa var. Biri giyotinli, anayasasını insan derisi ile kaplamış, Baudelaire'i cezalandırmış, yargı öncesi insanları giyotine gönderen Savcı Foulquie'yi çıkarmış jakoben Fransa. Ben bu Fransa'ya karşıyım. Öbürü Deckartes'ın, Voltaire'nin, Balzac'ın, Camus'nün, Lacan'ın Fransa'sı. Benim sevdiÄŸim bu ikinci Fransa'dır" dedi
 
"Laikçi deÄŸil, laik devlet"
 
Fransa'yı örnek alan Türkiye'nin 'ortak yanlışı' olarak laiklik uygulamasını gösteren Selçuk, ÅŸunları söyledi: "Fransa'yı örnek alan Türkiye din-devlet iliÅŸkisi açısından Fransa'nın yaÅŸadığı hastalıklardan bir türlü kurtulamamanın sıkıntısını çekmekte, laiklik Türkiye Cumhuriyeti devletinin yumuÅŸak karnı olmayı sürdürmektedir. Dini devletleÅŸtiren sistemin adı laiklik deÄŸil laikçilikltir. Åžovenizm nasıl ulusçuluÄŸun yozlaÅŸmış, hastalıklı biçimi ise laikçilik de bir bakıma laikliÄŸin yozlaÅŸmış, hastalıklı biçimidir. Laik devlette devlet dinlere eÅŸit uzaklıkta olduÄŸundan hiçbir dini, inancı dışlayamaz ya da kayıramaz, akçalı ve benzeri biçimlerde destekleyemez. Din okulları açamaz. Ancak, toplulukların din okulları açmasını da önleyemez. Din derslerine engel olamaz. Türkiye Cumhuriyeti egemenliÄŸin kaynağı açısından laik, devlet örgütlenmesi açısından teokratik; dini yönlendirme açısından laikçi bir devlettir. Atatürk ve arkadaÅŸlarının o dönemde dini denetim altında tutmaları anlaşılır bir tutumdur. Ancak çoÄŸulcu demokraside bu tutum sürdürülemez."
 
"Düsünce suçunda birinciyiz"
 
KonuÅŸmasında düÅŸünce suçlarına iliÅŸkin istatistiki bilgilere de yerveren Selçuk, 1997'de 22 ülkedeki cezaevinde bulunan toplam 180 gazeteciden 78'inin Türkiye'de olduÄŸunu ifade ederek, "Örnek aldığımız Fransa'nın düÅŸünce hükümlüsü Baudelaire'leri, Garaudy'leri var. Ama yine de bizimki kadar övünecekleri(!) düÅŸünce suçluları yok" ÅŸeklinde konuÅŸtu. '82 Anayasa'sının bütün kesimler tarafından meÅŸru kabul edilmediÄŸini yeni bir yüzyıla girerken Anayasa'nın deÄŸiÅŸtirilmesi gerektiÄŸini söyleyen Selçuk, "Çıplak bir uyarıda bulunmak zorundayım. Türkiye meÅŸruluk debisi nerede ise sıfıra yaklaÅŸmış bir Anayasa ile yeni yüzyıla giremez, girmemelidir. Türkiye bugün Anayasacılık kavramlarına göre belirtilmek gerekirse, bir 'Anayasalı devlet'tir, ama bir 'anayasal devlet' deÄŸildir" ifadesini kullandı.
 
Ve Selçuk'un isteÄŸi Türkiye
 
Yargıtay 1. BaÅŸkanı Doç. Dr. Sami Selçuk, konuÅŸmasının sonunda özlediÄŸi Türkiye tablosunu ise ÅŸu sözlerle anlattı: "Nihayet iÅŸte doÄŸruları, yanlışları, esin kaynakları ve ve sorunlarıyla kara sevdamız Türkiye, bizim Türkiyemiz. Tercih sizlerindir. Ä°çleri boÅŸaltılmamış, sulandırılmamış evrensel kavramlarla düÅŸünen ve üreten; dünyanın kıyısında köÅŸesinde odağında yer alan; tarihe maruz kalan deÄŸil, tarih yapan, çağın ruhuna denk düÅŸen bir Türkiye istiyorum. Uygar yüzlü, ışıyan Atatürk'ü ve sonluluk deÄŸil, sonsuzluk olan, 1930'lara mıhlanan deÄŸil, bilimin ışığında geleceÄŸe gelecekler üreten AtatürkçülüÄŸü geri istiyorum. Demokrasinin yönettiÄŸi düÅŸünceler ve inançlar cumhuriyetimi geri istiyorum. DüÅŸünceleri, inançları, yasaklamayan yalnızca barış içinde tartıştırıp yarıştıran, adalet imbiÄŸinden geçmiÅŸ ve insanları özgürleÅŸtiren bir hukuk; böyle bir hukukun egemenliÄŸinde düÅŸünce ve inançlara eÅŸit uzaklıkta, karar süreçlerine kattığı halkına güvenen yansız ve meÅŸruluÄŸunu hukuktan alan güçlü bir devlet istiyorum. Hukuk deÄŸil, devleti korum kaygısıyla Memurin Muhakematı Kanunu gibi yasaların destekçisi, sözde Anayasa metinlerinin çaÄŸcıl bir ülkede yeri olmadığını özellikle vurguluyorum."
 
Ä°ÅŸte Selcuk'un tarihî konuÅŸması
 
Deprem için baÅŸsaÄŸlığı
 
Yeni adlî yılı açıyorum.
 
Açılışı onurlandıran sizlere adlî yargı adına gönül borcumu ödüyor; yeni yılın insanımıza, ülkemize, insanlığa adalet, barış, mutluluk getirmesini, bu yıl yitirdiÄŸimiz 18. Hukuk Dairesi BaÅŸkanı, sınıf ve can arkadaşım sevgili Sait REZAKÄ° ve Yargıtay C. Savcısı sevgili Arif Ünal ERSOY ile öbür meslektaÅŸlarıma Tanrı'dan rahmet, emekliliÄŸe saÄŸlıkla ayrılan bütün meslektaÅŸlarıma yaÅŸam boyu esenlikler diliyorum.
 
17 AÄŸustos depremi yalnızca Marmara'yı deÄŸil, hepimizi yüreÄŸimizden vurdu. Canlar gitti, evler yıkıldı. Bütün Türkiye aÄŸladı. Yardımseverlik ve acıma duyguları çok yüksek olan halkımız devletiyle oradaydı. Ölenlere rahmet, yaralananlara saÄŸlıklar diliyorum.
 
Türk ulusunun başı saÄŸolsun.
 
3. bin yılın açılışı
 
Tanrı bana üçüncü bin yılın ilk adlî yılını açma olanağını bağışladı.
 
Bu bir ayrıcalık mıdır yoksa rastlantı mıdır, bilemem
 
BildiÄŸim tek ÅŸey, belki de dünya tarihinin rakamsal gibi görünen bu önemli dönemecinde beynimin üÅŸüÅŸen binlerce soruyla dolu ve yüreÄŸimin karmaşık duygularla yüklü olduÄŸudur.
 
YaÅŸadığımız olgulara bakıyorum. Cumhuriyetimizin 75., Atatürk'ün ölümünün 60. yılını geride bırakırken, çaÄŸcıl demokrasinin, küreselleÅŸmenin ve postmodernizmin gündeme taşıdığı sorunları düÅŸündüÄŸümüzde, sanıyorum ki, "Yirminci yüzyıldan yirmibirinci yüzyıla geçiÅŸ, yalnızca kronolojik bir olay olmakla kalmayacak, bir çaÄŸ deÄŸiÅŸimini de beraberinde getirecektir" Zira "av mevsimi" deÄŸil, ama "avlanma çağı" bitmiÅŸ, "haklar ve özgürlükler çağı" baÅŸlamıştır.
 
"Tüylerim diken diken"
 
Ä°nsanlık ve Türkiye kendilerine buna göre çeki düzen vermek zorundadır.
 
Dünyaya bakıyorum. Tüylerim diken diken. 1989'da Latin Amerika'da 100, Güney Asya'da 350, DoÄŸu Asya'da 150, Afrika Sahrası'nın güneyinde 300, öteki bölgelerinde 100 milyon insan açlıkla savaÅŸmış. Açlık sorunu çözülmek ÅŸöyle dursun, geliÅŸmiÅŸ ülkelerle geliÅŸmiÅŸ ülkeler arasındaki uçurumlar daha da büyümüÅŸ. 1998'de dünyada tüketime harcanan para 1975'tekinin iki katı olmuÅŸ. Bunun % 86'sını zengin, % 14'ünü yoksul ülkeler tüketmiÅŸ. Dünyanın en zengin üç kiÅŸisinin varlığı 48 yoksul ülkenin ulusal gelirinden çok. Dünyanın en zengin 15 adamının varlığı, Kara Afrika'nın tüm gelirinin üzerinde. Dünyanın en zengin 225 insanının varlığının yalnızca % 4'ü bütün dünyadaki insanların gereksinmelerini karşılayacak ölçekte. Dünyada bilimsel araÅŸtırmaların % 90'ı Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Japonya'da yapılıyor. Oran Latin Amerika'da % 1,9, Afrika'da % 5'tir. ABD ve Kanada 1994'te bilimsel araÅŸtırmalara 178 milyar dolar, Nijerya 20 milyon dolar harcamış.
 
Teknolojiyle doÄŸal dengelerin alt üst edildiÄŸi, kültürlerin ve uygarlıkların amansızca çatıştığı, dünya nimetlerinin âdil üleÅŸilmediÄŸi acımasız ve acınası bir dünyadır bu.
 
Kimi devletler, böyle bir dünyada, adalet özünden yalıtılmış bir hukukun ruhsuz diliyle ahlâk ve aklın silahlı bekçiliÄŸine özenmiÅŸler.
 
Ülkeme bakıyorum. Sırtını birbirine dönmüÅŸ iki Türkiye.
 
Uzun soluklu düÅŸündüÄŸümüzde ve ileri toplumların tarihleriyle karşılaÅŸtırdığımızda, efsanevi bir KurtuluÅŸ Savaşı'nı baÅŸaran, cumhuriyeti kuran, onca travmalara karşın demokratik sabır ve erginlik sınavından yüz akıyla çıkan, ekonomik ve kültürel dinamikleriyle dışa doÄŸru patlayan, yayılan, geniÅŸleyen bir halk. Dipdiri, capcanlı, hep ayakta.
 
Gerçekten büyük bir halk bu. Böyle bir halkın çocuÄŸu olmak bana kıvanç ve umut veriyor.
 
Bu birinci Türkiye'dir, doÄŸru ve gerçek Türkiye'dir. Atatürk'ün kafasındaki bu Türkiye'dir.
 
Hastalık irisi hantal devlet
 
Buna karşılık, her ÅŸeyi geriden izleyen, kendisinin üretip devletleÅŸtirdiÄŸi yazılı hukuka göre halkıyla mahkemelerinde sürtüÅŸen, halkına güvenmeyen, hep içe doÄŸru patlayan, yayılan, geniÅŸleyen, birinci Türkiye'ye yetiÅŸemeyen, hastalık irisi hantal bir devlet.
 
Bu ikinci Türkiye'dir, yanlış ve öykünmeci Türkiye'dir. Atatürk'ün tasarladığı Türkiye bu deÄŸildir.
 
Gönül isterdi ki; ülkemiz sık sık demokrasi göçüÄŸü altında kıvranan bu ikinci Türkiye'yle, Sokrates'siz, Descartes'siz, Nobel'siz üçüncü bine girmesin. Ama iÅŸte giriyor.
 
EÄŸer "bunalım", "dünyanın yaÅŸamakta olduÄŸu hızlı geliÅŸme ve deÄŸiÅŸme karşısında bir ülkenin uyum yaparken karşılaÅŸtığı sorunları, yeterli bir toplumsal deÄŸiÅŸme perspektifine sahip olmadığı için, doÄŸru olarak algılayamaması ve deÄŸerlendirememesi, dolayısıyla bu sorunları çözecek yeterliliÄŸi gösterememesi, ya da yanlış çözümlere sapması" ise, Türkiye'de bir bunalım vardır.
 
Bunu çözmek bizlere düÅŸüyor.
 
Peleponnes Savaşı'nda yaÅŸamlarını yitirenlerin ardından söylediÄŸi ağıt-söylevinde Perikles, devlet yönetimiyle ilgilenmenin erdemlerinden söz eder. Ä°lgilenmeyenleri "zararsız", ama "yararsız" yurttaÅŸlar olarak niteler.
 
Bence doÄŸru bir saptamadır bu. Gerçekten diktatörlüklerin büyük önderlere demokrasilerinse her ÅŸeyden önce kendilerini ciddiye alan, bilinçli, sorumlu, büyük yurttaÅŸlara gereksinimleri vardır.
 
Sizlerin önünde, yararlı, ciddi, bilinçli, sorumlu, büyük yurttaÅŸların önünde, yıllardır hukuk bilimi ve uygulamasıyla iç içe yaÅŸamış her hukukçu; yalnızca karar veren bir görüÅŸ üreticisi (müçtehit) olarak deÄŸil, halkını aydınlatan yol gösterici (mürÅŸit) ve hukuk savaşımcısı (mücahit) olarak da konuÅŸmak durumundadır. Üstelik bu hukukçu, öÄŸrenimde fırsat eÅŸitliÄŸini gerçekleÅŸtirememiÅŸ bir toplumun çocuÄŸu ise, bu yüzden daha yetenekli birinin zararına ve fakat kendi yararına öÄŸrenim yapma olasılığı yüksek biri ise, özverili halkına daha çok borçlu demektir. Böyle olunca da, gözlemlerini ve saptamalarını, tek yol gösterici bilimin en son doÄŸrularına göre deÄŸerlendirmek zorundadır. Gerçekleri peçeleyerek gerçeklerden kurtulmanın sanal cennetinde yaÅŸama kolaylığı, "Gerçekleri söylemekten korkmayınız" diyen Atatürk'ün okullarında yetiÅŸmiÅŸ bizlere elbette yaraÅŸmaz. Unutmayalım ki, totaliter eÄŸilimli toplumlar sevaplarını, özgürlük yanlısı toplumlar günahlarını abartırlar. Ama, bu beriki daha güvencelidir. Hiç deÄŸilse aldatmaz. KuÅŸkusuz en doÄŸrusu, sorunları kırılmalara uÄŸratmadan indirgemeciliÄŸi reddeden bir mantıkla ele almaktır.
 
Atatürkçülük sınavı
 
Ben ülkemi doÄŸrularıyla yanlışlarıyla, sevaplarıyla günahlarıyla birlikte seven biriyim. Gerçekçiyim.
 
Hukukun kimliÄŸi evrenseldir. Ülkelere göre deÄŸiÅŸmez.
 
Sorunlara iÅŸte bu bilinçle yaklaÅŸacak, sizleri de düÅŸünmeye çağıracağım.
 
Åžimdi bu tarihsel günde, Türk olarak, hukukçu olarak, yurttaÅŸ olarak, Atatürk'ün resmi altında, sizlerin önünde temel soruları birlikte soralım ve bilimin ışığında yanıtlayalım: Atatürkçülük ve onun uzun vadedeki amacı neydi? ÇaÄŸcıl demokrasi nedir? Türkiye hangi noktadadır?
 
"ÇaÄŸcıl" (moderne) derken, en ileri uygar deÄŸerleri yakalamış olanları, "çaÄŸdaÅŸ" (contemporain) derken, aynı zaman diliminde yaÅŸayanları amaçlıyorum.
 
ATATÜRKÇÜLÜK
 
Tarih yapan her eylem adamının başına gelenler, Atatürk'ün de başına gelmiÅŸtir. Bu bir sınavdır. Atatürk ve Atatürkçülük, bilinçli yurttaÅŸlar sayesinde bu çetin sınavı aÅŸacaktır, aÅŸmalıdır. Ä°nancım budur. Kimileri ona tasarlayarak (taammüden) sövüyorlar. Bu bir Haçlı Seferi'dir.
 
Bu konuda diyeceklerim kısa ve kesindir.
 
Bu saygısızlığı bırakınız. Atatürk kadar, kısa yaÅŸamını halkına harcayan, yoÄŸun yeÄŸin hizmet eden önderler pek azdır. Türk halkının, geri kalmış ülkeler halklarının kurtuluÅŸunda, çaÄŸcıllaÅŸmasında en büyük pay onundur. Ben burada konuÅŸuyor, sizler orada başınız dik dinliyorsanız, inananlar camiye, kiliseye, havraya gidiyor, esnaf alışveriÅŸini yapıyor, çiftçi toprağını sürüyorsa, bütün bunları ona ve arkadaÅŸlarına borçluyuz. Bu yüzden "Atatürk" kavramı, artık bir ölümlünün adı olmaktan çıkmış, bayrak gibi, yurt gibi toplumsal/ulusal bir "deÄŸer" olmuÅŸtur. Ceza hukuku bu deÄŸeri koruyor. Burada korunan Atatürk'ün resmi, büstü, anıtı deÄŸil; insana iliÅŸkin bir deÄŸer olan toplumsal ortak duygudur: Atatürk'e baÄŸlılık, sevgi, saygı ve minnet.
 
Toplum barışı için bu ulusal deÄŸerde artık hepimiz birleÅŸelim.
 
Atatürkçülük karşıtlarının en tehlikelileri, kanımca, donanım yetmezliÄŸinin yüzeyselliÄŸinde yaÅŸayan "gizli antikemalistler"dir. TuzaÄŸa düÅŸmemek için, tarih ve Atatürkçülük bilincimizi bilimin sınamalarından geçirerek onları iyi tanımak durumundayız.
 
Bunların bir kesimi, sondaj, arÅŸiv cımbızıyla Atatürk'ün konjonktürel bir sözünü alarak kendi ideolojileri yararına kötüye kullanmayı huy edinmiÅŸlerdir. Sözgelimi, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açarken "padiÅŸah ve halifeyi kurtarmak"tan söz eden Atatürk'ü padiÅŸahçı/halifeci; cumhuriyet ve laiklik karşıtı ilan ederler.
 
Gizli antikemalistler
 
Bir bölümü de, onu boyutsuz biçimciliÄŸe, giysi, imaj çaÄŸdaÅŸlığına, yapay, sahte ve kozmetik BatılılaÅŸma'ya; farklılaÅŸmaya geçit vermeyen tekçi, monolitik, totaliter resmî bir Türk kimliÄŸine kilitlerler. Bu yerel "ÅŸarkiyatçılar" (terim Edward W. Said'indir), AtatürkçülüÄŸü, DoÄŸu'nun Batı'da alaya alınan imajından kurtulmak için yapılan, geçmiÅŸten kopuk biçimsel deÄŸiÅŸikliklere indirgerler.
 
Gizli antikemalistlerin bir bölümü, AtatürkçülüÄŸü, katı bir ideolojiye dönüÅŸtürerek, süre ve içerik açılarından onu güdükleÅŸtirip dondurmuÅŸlardır.
 
Süre/zamandilimi açısından Atatürkçülük, artık var olmayan, yinelenmeyen 1930'ların "Asr-ı Saadet"ine hapsedilmiÅŸtir. Bunlar, 1930'ları 1980'lerle, 1990'larla örtüÅŸtürmek gibi, geçmiÅŸi ÅŸimdiki zamana taşımanın anakronik ironisini yaÅŸar, her sabah yenilenip yeniden kurulan bir dünyada, bugün bile paradoksal biçimde di'li geçmiÅŸ zamanda konuÅŸurlar. EleÅŸtirel akılcılıkla AtatürkçülüÄŸü irdeleyenleri yurda ihanetle suçlarlar. Bir akımı/görüÅŸü besleyen biricik damarın eleÅŸtiri olduÄŸunu, eleÅŸtiri olmazsa o akımın büzülüp içine kapanacağını, melankolikleÅŸeceÄŸini, tek boyutlu bir yapıya dönüÅŸeceÄŸini, Newton'ın "atalet yasası" uyarınca tükeneceÄŸini bilmezlikten gelirler.
 
Ä°çerik açısından bu gizli "antikemalistler", efsaneleÅŸmiÅŸ, sıradışı bir kahramana duyulan Platoncu hayranlıkla yetinirler, beyin çilesi çekip bir türlü "öze" inemezler. Bu yüzden de, bilim yerine her Allah'ın günü, ozansı, slogancı, sığ sözcüklerle tıka basa kof, hamaset dolu yalınkat söylevleri yineler, Atatürk'ü metalaÅŸtırırlar. Umberto Eco'nun dediÄŸi gibi, bu an büyük bir yangını söndüren çok büyük bir kahramana itfaiyeci unvanının verildiÄŸi andır. O anda, bir yandan bilimsel deyiÅŸle toplumda yaratılan bıkkınlık/bezginlik karmaÅŸasıyla (Aristeides kompleksi) Atatürk sevimsizleÅŸtirilirken, öte yandan onun "En büyük yapıtım" dediÄŸi Meclisi'nin yanısıra, partisi, mirasını bıraktığı çocukları Türk Tarih ve Dil Kurumları, hukuka kökten aykırı yasalarla bir çırpıda kapatılır; okutulması zorunlu din dersleriyle laiklik ilkesi çökertilir. Böylece Atatürkçülük diye diye Atatürkçülük vurgun yemiÅŸtir. Bunları hep birlikte yaÅŸadık ve kahrolduk.
 
Bütün bunlar, ideoloji yaftasının ayartıcı ve ölümcül çekiciliÄŸinde, kendilerinden menkul ideolojik biatın AtatürkçülüÄŸe çıkardığı talihsiz faturalardır.
 
Gizli antikemalistlerin ortak yöntem yanılgısı, Atatürkçülük'ten AtatürkseverliÄŸe ulaÅŸacak yerde tersini yapmış olmalarıdır. Atatürk'ü âdeta severken boÄŸmuÅŸlardır. Hem de "Beni görmek (sevmek) demek, mutlaka yüzümü görmek demek deÄŸildir. Benim düÅŸüncelerimi, duygularımı anlıyorsanız, hissediyorsanız bu yeterlidir" diyen Atatürk'ü.
 
KuÅŸkusuz Atatürkçülük bunlardan hiçbirisi deÄŸildir.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.