Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

İhsan Fazlıoğlu: Onlar, bize Türk derler

DİKKATLİ ve titiz bir okuma, Anonim Tevârih-i Âl-i Osmanlar ile Aşıkpaşaoğlu’nun Tevârih-i Âl-i Osman adlı eserindeki ilginç bir noktayı tebarüz ettirir: Hem meçhul müellif(ler) hem de Aşıkpaşaoğlu, bizzat kendileri olayları hikaye ederlerken, müslüman, ehl-i İslam veya nadiren Türk kelimelerini; karşı-taraf, başka bir deyişle de ehl-i küffar, Osmanlılar hakkında konuşurken ise daima Türk kelimesini kullanırlar.



Bundan daha dikkat çekici olanı, Anonimlerin, Müslüman Arap ordularının Ä°stanbul’u kuÅŸatmalarını anlatırken takındıkları tavırdır: Ebu Eyyub el-Ensârî’nin de katıldığı bu kuÅŸatmalardan birisinde, yapılan anlaÅŸma gereÄŸi baÅŸlarında Ebu Eyyub’un bulunduÄŸu silahsız Müslüman bir grup Ayasofya’da namaz kılacak; akabinde Müslüman Araplar kuÅŸatmayı kaldırıp gideceklerdir. Anonimler, bu olayları tahkiye ederlerken, Müslümanlar, ehl-i Ä°slam gibi kelimeleri kullanır; söz karşı tarafa geçince birden bire, Müslüman Arap ordularından bahsettiklerini unutmuÅŸçasına, Türk kelimesini kullanmaya baÅŸlarlar: “Bu kez ol keÅŸiÅŸ gelüp feryâd idüp saçın sakalın yolup: ‘Zehi rüsvalık ettiniz. Bu Türkleri getürüp bizim Mekke’müze koydunuz’. /.../ ‘Evet ben revâ görmezin kim saÄŸ esen Türkler çıkalar gideler.’ /.../ ‘Andan Türkler gelüp geçdükde biz arkurı girelüm’. (N. Azamat çevirisi, s. 107-108; N. Öztürk neÅŸri, s. 118-119).” Bu tarz bir tahkiyenin ne kadar bilinçli olduÄŸunu gösterircesine, keÅŸiÅŸ ile tekfurun konuÅŸmaları bitip, tekrar Anonimler anlatmaya baÅŸladığında, yine Müslümanlar, ehl-i Ä°slam tabirlerine geri dönülür. Yukarıdaki alıntılar, yoruma mahal bırakmayacak derecede açık ve seçiktir. Müslüman yazarlar kendi ben-idraklerini kavramsallaÅŸtırırken, Müslüman ile Türk kelimesini eÅŸanlamlı kullanıyor; karşı-taraf ise, bu iki kelimeyi aynîleÅŸtiriyor.
 
Özetlenen bu durumun oldukça geriye giden tarihî bir baÄŸlamı mevcuttur: Papa II. Baschalis 1100 AÄŸustosunda, Roma’da bir ferman yayımlar: “Müslümanlar eÅŸittir Türkler.” Bu acil mesajın yayımlanmasının en önemli nedeni, hiç ÅŸüphesiz, Anadolu’da Müslümanlarla savaÅŸan Avrupa orduları içerisinde bulunan papazların kiliseye gönderdikleri notlardır. 11 Ekim 1098’de Antakya’da cereyan eden savaÅŸlara katılan bir papazın notlarındaki bir ibare ÅŸöyledir: “Her yerde Türkler.” Nitekim 1188-1190 tarihlerindeki haçlı seferine katılan Alman imparatoru Barbarossa’nın ordusunda bulunan Ansbert, Latince kaleme aldığı kronikte Anadolu’dan, artık, Türkiye diye bahsetmektedir. Bir çeyrek asır sonra ise, 1228-29’da, Tannhauser’in Almanca Haçlı Seferi Åžarkısı’nda, Anadolu için Türkie adı kullanılıyordu. Kısaca, Anadolu’da her yerde olan Türkler, tarihte ilk defa bir coÄŸrafyanın, Türk sözcüÄŸüne nispetle anılmasını doÄŸurmuÅŸtur: Türkiye, yani Türklerin meskun olduÄŸu yer.
 
Daha da geri gidildiÄŸinde, Türk sözcüÄŸünün tarihçesi nasıl takip edilebilir: Araplar hem Ä°slam öncesi, hem de Ä°slamî dönemde Orta Asya’ya nüfuz etmeye baÅŸladıklarında, Gök Türklerin (552-731) damgasını taşıyan bir kültür ortamıyla karşılaÅŸtıklarından; ayrıca Sulu KaÄŸan komutasındaki TürkeÅŸler Devleti (630-766) ile savaÅŸtıklarından, Türk kelimesini, Parsların Turan kelimesine tercih ederek, yaygınlaÅŸtırdılar ve Orta Asya’daki bütün kavimleri Türk diye adlandırdılar. DeyiÅŸ yerindeyse, Türk kelimesini cihanÅŸümul kılan, Arapça’dır. 745’te kurulup 840’da Kırgızlar tarafından yıkılan Uygurların ise Ä°slamî bir dönemde vücut bulduÄŸu göz önünde bulundurulmalıdır.
 
Metinlerin dikkatli ve titiz bir incelemesi, ne genelde Arapların, ne de özelde Türkleri kendilerine konu edinen Cahız ile Ä°bn Hassul’un Türk kelimesini kullanımları bir millete delalet etmez. Bu nedenle Türk-olan, yani Türkî olan ile bir kavmin tarihî bir vakıa haline gelmesi, yani millet olması anlamındaki Türk/Türklük kelimesi birbirinden ayrı deÄŸerlendirilmelidir. Arkeolojik kazılar ya da diÄŸer çok yönlü tarihî araÅŸtırmalar Türkî olan hakkında bilgi verebilir; ancak bu bulguların Anadolu-Balkanlarda vücut bulan TürklüÄŸün organik tarihiyle doÄŸrudan bir alakası yoktur. Benzer biçimde Kuzey Afrika’da, Yemen’de ya da deÄŸiÅŸik Ä°slam coÄŸrafyalarında vücut bulmuÅŸ Müslüman Türkî tarih bile, Anadolu-Balkanlarda yeÅŸermiÅŸ, anlam kazanmış Türklük için mukavvim bir deÄŸer ifade etmez.
 
Öyleyse, Anadolu-Balkanlar coÄŸrafyasında tecessüm eden ve anlam kazanan Türklük, dolayısıyla Türk, tarihî bir vakıa olarak tarih sahnesine OÄŸuzların 1040’ta Gaznelilere karşı Dandakan Meydan Muharebesi’ni kazanmasıyla çıkmıştır. Malazgirt (1071), Anadolu Selçuklu (1075), Osmanlı (1299), Ä°stanbul’un fethi (1453), Türkiye Cumhuriyeti (1923) sürecini izleyen bu tarihî vakıa, bu coÄŸrafyada yaÅŸayan insanların tarihî ben-idrakinin organik içeriÄŸini oluÅŸturur. Bu nedenle TürklüÄŸün tarih sahnesine çıkışını, dolayısıyla Türk Devleti’nin kuruluÅŸunu, Erol Güngör’ü takip ederek, 1040 tarihiyle baÅŸlatmak tarihî vakıaya mutabık olması bakımından en doÄŸrusudur. Papa II. Baschalis’in fermanında dile gelen “Müslümanlar eÅŸittir Türkler” ifadesinin muhatabı da bu tarihî içeriktir.
 
Kapalı ırk anlamında, ilahî olarak seçilmiÅŸ, misyon sahibi, tarih yapan bir ırk kavramı -bırakınız dinî, felsefî gerekçeleri- insanî açıdan bile, en basit ifadeyle saçmadır. Çünkü tarih kesbîdir, vehbî deÄŸil. Ä°bn Haldun’un dediÄŸi gibi: “Allah, hiçbir zamana, mekana, kavme, aileye ve kiÅŸiye özel ahkam tahsis etmez.” Tarih kazanıldığı gibi kaybedilebilir de... Ali el-Amasî’nin Tarikü’l-edeb’de evsafını verdiÄŸi; Mevlana Ä°sa’nın, Camiü’l-meknunât’ta Frenklere/Gavurlara karşı konumlandırdığı; Åžeyhülislam Ä°bn Kemal’in hakimiyet sürecini tavsif ettiÄŸi Türkler, Ä°slam ile tarihî vakıa haline geldiler, yani millet oldular. DüÅŸmanlarının, imkanı paylaÅŸan ve istikameti muhkem olan insanlar diye tanımladıkları Türkler için Goerge Tractatus, 22 yıllık tutsaklık hayatından sonra kaleme aldığı ve 1480’de basılan hatıratında ÅŸöyle der: “Türkler dini, doÄŸal görev olarak görür ve yaparlar. Öyle yaÅŸarlar ki, insan onların mülksüzlüÄŸü sevdiÄŸini sanır.”
 
Anadolu-Balkanlar baÄŸlamındaki Türklük, tarihî müktesebatın kendisine verdiÄŸi hak ile bu hakkın omuzlarına yüklediÄŸi vazife dolayısıyla mecazî anlamda seçkindir. BaÅŸka bir deyiÅŸle Selimiye Edirne’de; Süleymaniye Ä°stanbul’da bulunduÄŸu; Ä°stiklal Harbi, Anadolu’da yapıldığı için kazanılmış bir seçkinlik ve sorumluluk... Ancak Türkler, Mehmed Vanî Efendi’nin (ö 1685), Tevbe Suresi’nin 39. ayetindeki “yerinize baÅŸka bir milleti getirir” ifadesini Arapların yerine getirilen milletin Türkler olduÄŸunu belirterek yorumlamasına benzer biçimde, liyakatini kaybedenin seçkinliÄŸi de kaybedeceÄŸini akıllarında tutmalıdırlar. Yine günümüzün Türkleri, Karaman Beyi’ne Grand Karaman, Osmanlı Sultanı’na ise Grand Turc diyen Avrupalıların ifadelerindeki kasıt üzerinde yeniden düÅŸünmelidir.
 
ANLAYIÅž DERGÄ°SÄ°

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.