Sosyal Medya

Yıldıray Oğur'dan Netflix yorumu: Ankara bir zamanlar televizyona da direnmişti...

Ankara bir zamanlar televizyona da direnmişti... Apollo 11’in Ay’a gitmesinin üzerinden 50 yıl geçti.



20 Temmuz 1969 günü Neil Armstrong’un Ay’a ilk adımı attığı anları dünyada milyonlarca insan televizyonlarının başında canlı olarak izlemiÅŸti.
 
Pek çoÄŸu da renkli olarak. 
 
Ama o ÅŸanslı dünyalılar arasında Türkiye Cumhuriyeti vatandaÅŸları yoktu. 
 
Çünkü o sırada Türkiye’de sadece Ankara Televizyonu vardı. 
 
O da 31 ocak 1968 günü test yayınlarına baÅŸlamış televizyon Ankara’nın yüzde 1’i tarafından izlenebilen bir protokol kanalından fazla bir ÅŸey deÄŸildi.
 
Kanalın ilk yayını Ankara Televizyon Müdürü Mahmut Tali Öngören'in konuÅŸmasıyla baÅŸlamış, ardından Afet Ä°nan "Türk Devrim Tarihi" dersi vermiÅŸ, CumhurbaÅŸkanı Cevdet Sunay’ın Libya’dan dönüÅŸünü gösteren bir filmden sonra da çizgi film, Antalya'nın Suları ve Antalya'nın Ormanları adlı belgeseller gösterilmiÅŸti.
 
Halbuki 1940’ların ortalarından itibaren ABD ve Avrupa’da televizyonlar radyonun yerini çoktan almıştı. 50’lerde ABD’de kablolu televizyonlar bile yayındaydı. 1960’a gelindiÄŸinde Avrupa’dan Afrika’ya dünyanın 63 ülkesinde televizyon yayını vardı.
 
Bu ülkeler arasında Türkiye’nin komÅŸuları Yunanistan, Bulgaristan, Sovyetlere baÄŸlı Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan. Ä°ran, Irak ve Suriye de vardı. Pakistan da bile televizyon yayınları Türkiye’den önce baÅŸlamıştı. 
 
70’lerden itibaren bütün bu ülkelerde televizyon yayınları renklenmiÅŸti. Türkiye renkli televizyona da bütün Avrupa ülkeleri ve komÅŸu ülkelerinden yıllar sonra ancak 1984 yılında geçebildi. 
 
Peki, Türkiye neden bu kadar geç kalmıştı?
 
Aslında geç kalmayabilirdi. Avrupa ülkelerinde televizyonun yaygınlaÅŸmaya baÅŸladığı 1950’lerin başında Türkiye’de de televizyon kurma giriÅŸimleri olmuÅŸtu. 
 
1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin en heyecan verici projelerinden biriydi televizyonu Türkiye’ye getirmek.
 
16 Kasım 1950’de bir basın toplantısı düzenleyen dönemin Basın Yayın Umum Müdürü, Amerikalı firmaların Ä°stanbul ve Ankara’da televizyon kurmak için tekliflerde bulunduÄŸunu açıklaması büyük heyecan yaratmıştı.
 
Ardından 1952’de Türkiye’nin ilk televizyon kanalı Ä°TÜ TV dar bir çevreye yayınlara baÅŸladı.
 
50’ler boyunca gazetelerde zaman zaman Türkiye’de televizyon kurmak isteyen Amerikalılar ve Alman heyetlerin Ankara temaslar yürüttüÄŸü haberleri çıktı. Ä°TÜ TV’nin Ä°stanbul’da daha geniÅŸ bir alanda yayın yapması için Amerika’dan verici desteÄŸi gelmiÅŸti. Ama Demokrat Parti, televizyonu Türkiye’ye getiremedi. 
 
27 Mayıs darbecileri de televizyonu getirme sözü vermiÅŸler, Alparslan TürkeÅŸ, basına bir Alman heyetin Türkiye’de televizyon kuracağını açıklamıştı ama oradan da bir sonuç çıkmamıştı.
 
1 Mayıs 1964’de TRT yani Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu  adıyla kurulduÄŸunda ortada hala televizyon yoktu. 
 
TRT için yapılan kanunda yayınlarla ilgili çizilen çerçeve ise radyo-televizyon yayınlardan duyulan endiÅŸeyi ve ona biçilen misyonu yansıtmaktaydı:
 
“Programların Anayasanın dayandığı temel görüÅŸ ve ilkelerle Cumhuriyet niteliklerini benimsetici ve bu görüÅŸ, ilke ve niteliklere uygun düÅŸünce ve davranış tarzını geliÅŸtirici bir zihniyetle Türk toplumunun çaÄŸdaÅŸ uygarlık seviyesine eriÅŸmesi amacını güden Atatürk devrimlerinin getirdiÄŸi dünya görüÅŸü ile yaÅŸama tarzını geliÅŸtirici bir tutumda hazırlanması gerekir.”
 
Televizyondan duyulan bu endiÅŸe, çoÄŸu yurtdışında televizyon yayınlarının olduÄŸu ülkelerde okumuÅŸ ülkenin en yetiÅŸmiÅŸ kadrolarının çalıştığı Devlet Planlama TeÅŸkilatı’nın 1963 yılında hazırlandığı Birinci BeÅŸ Yıllık Kalkınma Planı’na da yansıdı.
 
Plan için hazırlanan Radyo Televizyon Özel Ä°htisas Komisyonu raporunda 1968’e kadar televizyona yatırım yapılması uygun bulunmamıştı. 
 
DPT’nin gerekçeleri özetle ÅŸöyleydi; “Televizyon masraflı bir yatırım.  O yüzden sadece varlıklı insanlar bundan istifade edebilir. Bu da televizyonun ondan beklenen kültür ve eÄŸitim gibi fonksiyonları yerine getirmesine manidir. Çünkü böyle bir eÄŸitimden faydalanması gereken insanlar dar gelir grubundadır. BoÅŸ yere televizyon ve verici ithal ederek döviz kaybına sebep verilmemelidir.”
 
TRT’nin baÄŸlı olduÄŸu Turizm ve Tanıtma Bakanı televizyon konunun kapandığını açıklamış, gazetelerde üst üste çıkan yazılarda Irak’ta, Ä°ran’da bile olan televizyonun Türkiye’ye gelmemesi eleÅŸtirilmiÅŸti.
 
Kararın arkasındaki isimlerden biri de Birinci BeÅŸ Yıllık Kalkınma Raporu hazırlanırken DPT’nin Uzun Vadeli Planlar Dairesi Müdürü Yalçın Küçük’tü. 
 
Yıllar sonra bunu “Ben Birinci Plan döneminde Türkiye”ye televizyonun gelmemesini yazdım. Çok büyük tartışmalar oldu. Elimden gelse idi hiç sokmazdım, bugün bile sokmam. Ve çok memnunum. Türkiye’ye televizyonun giriÅŸini beÅŸ yıl geciktirdim” diye gururla anlatmıştı.
 
Birinci BeÅŸ Yıllık Plan’da televizyon yerine eÄŸitim ve ulusal bütünlük için ülkenin her yerinde dinlenebilen bir radyo kurulması hedef olarak gösterilmiÅŸti. 
 
Televizyon, 1968-1973 dönemlerini kapsayan Ä°kinci BeÅŸ Yıllık Kalkınma Planı’na da zor bela girebildi. Plana göre televizyon yayınlarına kademeli olarak geçilecekti.
 
Herhalde televizyona af çıkmasında, bu planın hazırlıkları sırasında DPT içinde yaÅŸanan tartışmalar sonucunda Yalçın Küçük’ün teÅŸkilattan ayrılması ve 1967’de DPT’nin başına Turgut Özal’ın gelmesi etkili olmuÅŸtur.
 
Ama kalkınma planında radyo ve televizyon yine bir güvenlik ve eÄŸitim meselesi olarak ele alınmış, planda Güney DoÄŸu illerinde yabancı radyo ve televizyonlarının izlenme alışkanlığına dikkat çekilmiÅŸ, 50’yi aÅŸkın kaçak radyo istasyonunun kontrol altına alınması istenmiÅŸti. Planda yer verilen rakamlara göre 1960’ların başında Ä°stanbul’da 3000, Güney illerinde ise 4000 evde televizyon vardı. Bu televizyonlar ve kurulan vericilerle vatandaÅŸlar yurtdışındaki televizyonları izliyordu. Hatta 1972 yılında bu anten ve vericiler kaldırılmaya çalışılınca Manisa’da televizyon sahibi binlerce kiÅŸi vericilerin olduÄŸu Spil Dağı’na yürümüÅŸtü. 
 
DPT’nin televizyona karşı direnci Özal’ın ayrılmasından sonra 70’lerde de sürdü.  Bütün dünyada televizyon yayıncılığı renklenirken Türkiye televizyon sistemini siyah beyaz olarak kurdu. Dünyanın eski teknolojisi ve televizyonları Türkiye’ye aktı.  Iraklılar, Ä°ranlılar renkli televizyon izlerken, 1984’e kadar Türkiye’de siyah beyaz televizyon yayını izlemesinin sebebi de DPT’nin BeÅŸinci BeÅŸ Yıllık Kalkınma Planı’nda bunu öyle öngörmesiydi. Gerekçe olarak da  mevcut sistemin ve televizyonların kullanım ömürleri gösterilmiÅŸti.
 
1990’da Ankara’nın yeni sınavı özel televizyonlar ve radyolar olmuÅŸtu. 
 
CumhurbaÅŸkanı Özal’ın teÅŸvikiyle baÅŸlayan yayınlar TRT’nin Anayasa’daki yayın tekelini ihlal ediyordu. Radyo ve televizyon Yüksek Kurulu, bu yeni duruma karşı TRT’nin güçlendirilmesini önermiÅŸ, ille de yayınlar olacaksa da “Devletin varlığı ve bağımsızlığı, bölünmez bütünlüÄŸü genel ahlak” diye giden uzun bir çerçeve çizmiÅŸti. 
 
Özel televizyon ve radyo yayınlarındaki serbestlik, ahlaksızlık, bölücülük, ÅŸeriatçılık gibi eleÅŸtiriler alıyordu. 
 
Bu, 1993 yılında özel radyoların “Telsiz hatlarını bozuyorlar” diyerek kapatılmasıyla sonuçlanmış ama  baÅŸlayan “Radyomu istiyorum” kampanyası karşısında Ankara daha fazla direnememiÅŸti.
 
1990’lı yıllarda Türkiye’de her konunun tartışılması, çok renkli bir kamusal tartışma alanın açılması, tabuların yıkılmasında özel televizyon ve radyolar büyük rol oynadılar. 
 
Yani devletin korktuÄŸu kadar vardı. Ama devletin esas korktukları başına gelmedi; sonunda toplum ahlaksızlaÅŸmadı, ülke bölünmedi, ÅŸeriat ilan edilmedi. 
 
Medyanın büyük oranda kontrol altına alındığı bugünlerde Ankara’nın yeni sorunu internet merkezli dijital platformlar ve alternatif medya kanalları. 
 
Ahlak, kültür, güvenlik, başıbozukluk gibi yine tanıdık gerekçeler sözkonusu. 
 
Yeni yasayla Netflix gibi platformalar ve internetten yayın yapan televizyonlar RTÜK denetimine sokulmuÅŸ oldu.
 
Uygulamanın nasıl olacağı henüz belirsiz. Ä°nternet üzerinden yayın yapan bir platformu yasaklamak, sansürlemek kolay deÄŸil. Ama iÅŸler bugünkü kolaylığından çıkabilir.
 
Acaba Ankara’da birileri bu dijital ortamların ve internet merkezli medyanın Türkiye’nin iyi yetiÅŸmiÅŸ insanları, gençleri için ne anlam ifade ettiÄŸinin tam olarak farkında mı?
 
50’lerde 60’larda komÅŸu ülkelerdeki radyolar ve televizyonlar, 90’larda özel radyo ve tvler neyse bugün de internet merkezli medya o demek. 
 
Ülkedeki ağır, mutsuz, yasakçı siyasi ve sosyal ortamdan kaçış yerleri buralar. 
 
TaÅŸralaÅŸan, içeriksizleÅŸen medya ve kültür hayatına karşı Türkiye’nin ÅŸehirli eÄŸitimli muhafazakar ya da seküler yeni nesli burada alternatif bir ortak üst kültürü paylaşıyor. 
 
Devlet, insanların kaçtıkları, sığındıkları bu alana girmeye çalışmamalı, Ankara’daki bürokratlar hayatla, teknolojiyle kavga etmeyi bırakmalı, tanımlayamadıkları cisimleri riskli ve tehlikeli görme alışkanlığından vazgeçmeli artık. 
 
1960’larda televizyona direnenler bugün gülerek hatırlanıyor...
 
Karar

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.