Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Diktatör Stalin’in Hayatı: Babası Vissarion Çugasvili bir kundura ustasıydı

Vissarion Çugaşvili ile Ekaterina Ghaladze çiftinin Gori’deki (Gürcistan) evinde 18 Aralık 1879’da umutlar bir kez daha yeşermişti. Genç çift oldukça şanssızdı; 1875-1878 yılları arasında tam üç çocukları olmuş ama hiçbiri daha bir yaşını bile göremeden ölmüştü. Anne Ekaterina, yeni doğan çocuğunu kucağına aldığında bu yüzden onun da öleceğinden endişe ediyor, umutla Tanrıya yakarıyordu: “Tanrım, bu sefer oğlumu bana bağışla…”



Çocuk ölmedi… Tarihin garip bir cilvesi olarak sağlıklı, dayanıklı ve iradesi kuvvetli bir insan olarak yetişecekti. Vaftizde Josef adı verilen ve asıl adı asıl adı Josef Vissariyonoviç Çugaşvili olan çocuk daha sonra Josef Stalin adıyla 20. yüzyıl dünya tarihine damgasını vuran insanlar arasına adını yazdıracaktı.
 
Stalin’in babası Vissarion Çugasvili bir kundura ustasıydı.  Büyük toprak sahibi bir Gürcü’nün kölesi olarak dünyaya gelmişti. Büyük umutlar ve beklentilerle feraha kavuşacağı düşüncesiyle Tiflis’ten Gori’ye göç etmiş ve burada kendisi gibi yoksul olan Ekaterina Ghaladze ile yaşamını birleştirmişti.
 
Stalin’in hayatı da Gori’de böyle başlamıştı.  Diğer kardeşleri gibi ölmemişti belki ama yoksulluk ve bakımsızlık içinde geçen çocukluk yıllarındaki hastalıklar Stalin’in peşini bırakmıyordu. Altı ya da yedi yaşlarında çiçek hastalığına yakalandı ve bu hastalık ömür boyu yüzünde taşıyacağı bir çiçek bozuğunu ona miras bıraktı. Sol elinde çıkan bir çıban da kan zehirlenmesine neden olmuş, ölümün kıyısından güçlükle dönmüştü. Bu hastalık da tıpkı çiçek gibi ona bir miras bırakmıştı: Sol elini bir daha asla dirseğinden kolayca bükemeyecekti. Bu yüzden geleceğin büyük mareşali, 1916 yılında askerliğe elverişsiz bulunarak çürüğe çıkarılacaktı!
 
Annesi oldukça dindar sayılırdı; Stalin’in 1894’te Tiflis’teki bir papaz okuluna yazdırılması da bu yüzdendi. Oldukça zeki bir öğrenci olduğunu, çiçekbozuğu bu çocuğun neredeyse hiç çaba göstermeden derslerini öğrendiğini öğretmenleri kısa sürede fark etmişlerdi. Sınıf arkadaşlarının neredeyse hepsinin ailesinin durumu kendinden iyiydi ve Stalin sınıf farkının ne demek olduğunu artık biliyordu.
 
Stalin’in Çocukluğu da Devrimcilikle Geçiyor
 
Okuldaki üçüncü yılında keşişler, Stalin’in yoldan çıkmakta olduğunu fark etmeye başlamışlardı. Daha sonraki yıllarda Stalin’in isyancı ve devrimci kimliğinin temelini oluşturacak bilinç uyanışı çoktan başlamıştı bile. Öğretmenleri ile hiç çekinmeden tartışıyor, yasaklanan devrimci kitapları okumak ve arkadaşlarına dağıtmakta sakınca görmüyordu. Nitekim 29 Mayıs 1899’ta devrimci hareketleri nedeniyle okuldan atıldığında hiç de üzüntülü görünmüyordu.
 
Genç Çugaşvili okuldan atılmadan birkaç ay önce Tiflis’te kurulan ilk Sosyal Demokrat grup olan Messame Dassy’ye gizlice katılmıştı ve artık yeraltına çekilerek rahatça çalışabilirdi. Uzun yıllar sonra Stalin Messame Dassy’ye üye oluşunun ve sosyalizmi benimseyişinin nedenlerini Stalin şöyle açıklayacaktır:
 
Toplum içindeki yerim dolayısıyla Marksist olduğum gibi aynı zamanda İlahiyat Okulu’nda ezici baskısını duyduğum hoşgörüsüzlük ve Cizvitvari disiplinden ötürü de Marksizmi benimsedim. İçinde yaşadığım manevi hava, Çar’ın baskısına karşı duyulan kinle doluydu…
 
Messame Dassy yöneticileri,  bu genç ve enerjik devrimciye özel bir görev vermişlerdi. Görevi işçilere, kunduracılara, dokumacılara, sürücülere sosyalizm hakkında bilgi vermek, onlara devrimci bilinç kazandırmaktı.
 
Tüm bu devrimci faaliyetlerini sürdürürken, okuldan atılmasının üzerinden aylar geçtiği halde hâlâ ne başını sokabileceği bir barınak ne de geçimini sağlayacak bir iş bulamamıştı. Bir ara annesinin yanına Gori’ye dönmüş, arkadaşlarının yardımıyla gelir durumu iyi olan ailelerin çocuklarına dersler vermişti. Nihayet 1899’un sonlarında Tiflis Gözlemevi’nde katip olarak hem iş hem de kalacak bir yer bulmayı başarabildi. Eline fazla bir para geçmiyordu ama hayatında ilk kez yalnızca kendisine ait bir odası vardı artık.
 
Faaliyetlerini büyük bir gizlilik içinde yürütüyordu. Daha o yaşlarda bile tam aranan bir yeraltı militanı olmuştu.  Göze çarpmıyordu, tedbirliydi ve her durumda soğukkanlılığını korumasını biliyordu. Ama polis de artan devrimci eylemler nedeniyle aramalarını sıklaştırmaya başlamıştı. Sonunda 1901 yılında gözlemevindeki odasında arama yapan polisler, kimsenin dikkatini çekmeyen bu katibin ne işler çevirdiğini geç de olsa anlamışlardı. Stalin arama sırasında orada olmadığı için tutuklanmaktan kurtulmuştu ama bir daha gözlemevine geri dönemezdi, gerçek adını kullanamazdı. “Stalin kimdir” sorusunun yanıtını arayan polisler, 1917’de devrim gerçekleşene kadar birçok sahte pasaportla, onlarca takma isimle karşılaşacaktı.
 
Gerçi o güne kadar da çalışmalarını yeraltında yürütüyordu ama artık tam anlamıyla yeraltına çekilme zamanıydı. Çugaşvili, polisin aradığı bir sosyalist teşkilatın ve militanın tipik hayatını yaşıyordu. Bu yaşamın temeli grevlerden, sokak gösterilerinden, gizli toplantılardan oluşuyordu. Yine aynı yıl Tiflis Sosyal Demokrat Komitesi üyeliğine resmen seçildiğinde siyasi hayatındaki ilk önemli görevine ve bütün taşra hareketlerini denetleyecek bir duruma gelmiş oluyordu.
 
Göreve getirildikten yalnızca iki hafta sonra Batum’a gönderildiğinde, Batum gereksinim duyduğu enerjik teşkilatçıya kavuşmuştu. Stalin “baş eğmeyen”, “asi” anlamına gelen “Koba” lakabını da Batum’a geldikten sonra kullanmaya başladı. Koba aynı zamanda Gürcü şair Kazbegi’nin şiirlerinde adı geçen, halkın intikamını alan cesur bir haydudun adıydı. Yakın arkadaşları, uzun yıllar sonra, genç Çugaşvili “Stalin” takma adıyla ünlendiğinde bile kendisine “Koba” diye seslenme alışkanlığından vazgeçemeyeceklerdi.
 
Stalin’in Tutuklanışı
Josef StalinBatum, Tiflis’e göre çok ufak bir yerleşimdi yabancı sermayenin hiç durmaksızın kente akıyor olması onu dikkate alınması gereken bir konuma yükseltmişti. Batum’da oldukça yoğun sosyalizm propagandası yapılmış ama etkin bir yeraltı örgütü kurulamamıştı. Stalin Batum’a ayak basar basmaz hemen çalışmalara başladı. Birkaç hafta sonra ilk sosyalistler toplantısını gerçekleştirmiş ve bildirileri basacak gizli bir matbaa kurulmuştu bile. Stalin’in ne derece büyük bir örgütleme yeteneği olduğu, o dönem hakkında tutulan gizli polis örgütü (Okhrana) raporundan rahatlıkla anlaşılabilir:
 
1901 yılı Ağustos ayında Tiflis Sosyal Demokrat Komitesi, daha önce İlahiyat Okulu altıncı sınıfında öğrencilik yapmış olan üyelerinden biri yani Josef Vissarion Çugaşvili’yi, fabrika işçileri arasında propaganda yapması amacıyla Batum’a gönderdi. Çugaşvili’nin gösterdiği faaliyetlerin sonucu olarak Batum’un bütün fabrikalarında Sosyal Demokrat teşkilatları ortaya çıkmaya başladı.
 
Bu arada ilginç bir ayrıntıya değinmekte de fayda var. Stalin, bir süre sonra izlendiğinin farkına vardığından matbaayı Batum’un köylerinden birini taşımıştı. Teşkilat üyeleri kadın kıyafetleri giyerek ve yüzlerini peçe ile gizleyerek köye gidiyor ve basılan bildirileri alıp şehirde dağıtıyordu. Köylüler bir süre sonra gizli kapaklı çevrilen bu işten dolayı Stalin’in sahte para bastığını sandıklarından paylarını istemeye başlayınca durum tehlikeli bir hal almıştı. Stalin bu durumu nasıl idare etti bilinmez ama kaldığı Müslüman köyünde ev sahibi Haşimi’ye de yakında Müslüman olacağı sözünü vermişti!
 
Batum’da devrimci eylemlerin giderek artması, gizli polis örgütü Okhrana’yı da harekete geçirmiş, Okhrana gizli matbaanın yerini bulmak ve sosyalist ajitatörleri yakalayabilmek için daha fazla gayret göstermeye başlamıştı. Sonunda 5 Nisan 1902’de, Stalin tüm dikkatine karşın tutuklanmaktan kurtulamadı.
 
Hapishaneden Sürgüne
Çugaşvili’nin hapishane günleri 1903 Kasım’ına kadar sürdü. Hakkında, gizli polisin raporlarından başka Cugaşvili’yi hapiste tutmaya yetecek işe yarar bir kanıt yoktu. O da suçlu olduğu kanıtlamayan birçokları gibi 3 yıllık bir sürgün cezasına çarptırıldı ve Doğu Sibirya’daki Novaya Uda köyüne gönderildi.  Jandarmaların gözetimi altındaki sürgün kafilesinin, korkunç Sibirya soğukları altındaki yolculuğu ancak bir ayda tamamlanabildi.
 
Ne var ki siyasi ortamın giderek karıştığı, ufukta bir Rus-Japon savaşının göründüğü bu günlerde üç yıl boyunca sürgün kalmak Çugaşvili için katlanılamaz bir durumdu. Oysa o, daha ilk günden kaçma planları yapmaya başlamıştı bile. Güvenlik güçlerinin tüm dikkatinin ufuktaki savaşa yoğunlaşmış olması, beklediği fırsattı.  5 Ocak 1904’te firar eden Çugaşvili, yalnızca bir ay sonra yeniden Tiflis’te boy gösteriyordu.  Çugaşvili 1902-1913 yılları arasında 7 kez tutuklanıp sürgüne gönderilecek, altısında kaçmayı başaracaktı.
 
1905’te Tammerfors-Finlandiya’da düzenlenen konferansa delege olarak katılan Stalin, burada Rus Devrimi’nin önderi Lenin ile ilk kez karşılaşıyordu. Lenin’in konuşmasındaki ezici mantık kuvveti, siyasi gözüpeklik, pratik gerçeklerle ilgili şaşmaz ve ciddi kavrayıştan derinden etkilenmiş; bütün benliğini vererek ve gözünü bir saniye bile ayırmadan Lenin’i dinlemişti. Bu aynı zamanda Stalin’in ilk yurtdışı gezisiydi.
 
Çugaşvili, Lenin’in isteği üzerine Ocak 1912’de Bolşevik Parti’nin Merkez Komitesi’ne alındı. 1913’te “Pravda” gazetesine “Stalin” takma adıyla makaleler yazmaya başladı. Bundan böyle Rusçada çelik adam anlamına gelen Stalin adını kullanacak, bütün dünya da onu Stalin olarak tanıyacaktı.
 
23 Şubat 1913’te bir kez daha tutuklandı ve dört yıllığına kutup dairesi yakınlarındaki Turuhansk’a sürgüne gönderildi. Bu seferki tutuklanışı bir ihanetin sonucuydu! Bolşevik Partisi Merkez Komitesi üyesi Malinovski, Stalin dahil birçok devrimci hakkındaki bilgileri, gizli görüşmelerin raporlarını gizli polis şefi Beletski’ye vermişti. Örgüt toplantılarında yakalanamayan Stalin, zararsız ve sıradan bir müzik matinesinde polise yakalanmıştı. İşin daha kötüsü, Malinovski’den kimse kuşkulanmadığı için Stalin’i kurtarma görevi de Malinovski’ye verilmişti! Bu nedenle daha önceki sürgünlerinden her seferinde kaçmayı başaran Stalin bu kez kaçmayı başaramayacak, ancak 1917 Şubat Devrimi ile sürgün yaşamı sona erecekti.
 
1917 Ekim Devrimi’nin başarıya ulaşmasından sonra Stalin Politbüro üyesi oldu ve Milletler Halk Komiserliği görevine atandı. Stalin 1919 yılına gelindiğinde devlet aygıtının kadro oluşumu üzerinde etkin bir role sahipti.
 
İç savaş sırasında pek çok Bolşevik yönetici gibi Stalin de askeri görevler üstlendi.  Özellikle Volgagrad’daki askeri başarısı nedeniyle kentin adı 1925’te Stalingrad olarak değiştirilecek ve uzun yıllar bu adla kalacaktı.
 
Diktatörlüğe Giden Yol
Stalin, Lenin ve Kalinin3.4.1922’de Komünist Parti Genel Sekreterliğine atanan Stalin, Lenin’in 21.1.1924’te ölümünden sonra tüm gücünü rakiplerini devre dışı bırakmak, partiye ve Sovyetlere tek başına egemen olmak için kullanmaya başladı. Oysa Lenin, belki de gelecekte yaşanabilecekleri önceden gördüğünden Stalin’in parti genel sekreterliğinden mutlaka alınmasını vasiyet ediyordu:
 
Yoldaş Stalin, Genel Sekreter olur olmaz elinde büyük bir güç biriktirmeye başladı. Bu yetki ve gücü gerekli özenle kullanacağına dair emin olamıyorum. Stalin çok kaba; biz komünistler arasında bu kötü özellik katlanılabilir olsa da Genel Sekreterlik makamı için tahammül edilemezdir. Bu yüzden yoldaşların Stalin’i o konumdan almanın bir yolunu bulması ve Yoldaş Stalin’den bu açıdan farklı bir yoldaşı aynı göreve getirmenin bir yolunu bulmaları gerektiğini düşünüyorum; daha anlayışlı, daha sadık, daha saygılı ve yoldaşlarına karşı daha düşünceli, daha az kaprisli vb.
 
Stalin’in ilk hedefi, iç savaş sırasında ilk ciddi fikirsel çatışmalara girdiği Troçki idi.  Troçki’nin “sürekli devrim” tezine karşın Stalin, sosyalizmin ilkin tek bir ülkede yani Sovyetler Birliği’nde güçlendirilmesi tezini savunuyordu. Troçki’ye karşı koymak için önce Kamenev ve Zinovyev’e yaslanan Stalin, daha sonra yönettikleri örgütlerde onların düşünce ve eylemlerine karşı çıktı; Zinovyev ve Kamenev bu yüzden XIV. parti kongresinde işçi demokrasisinin yeniden kurulmasını isteyerek muhalefete geçtiler.
 
Troçki, Zinovyev, Kamenev ve Şlyapnikov’u 1926’da yeniden bir araya getiren birleşik muhalefet, Stalin’in buna karşı partiyi ve GPU’yu seferber etmeyi başarmasıyla, 1927 sonunda kesinlikle yenilgiye uğradı. Troçki, 1929 başında SSCB’den sürüldü. Nihayet Stalin, 1927 kışından başlayarak büyüyen gıda maddeleri sorunu karşısında, parti içinde çoğunlukta olan sağcı akımla açıkça bozuşmadan, köylülerle ilgili zorlayıcı önlemler benimsetti. Nisan 1929’da, parti genel kuruluna Buharin, Rıykov ve Tomskiy’i mahkum ettirmeyi başardı ve partinin sağıyla bozuşarak NEP’in terk edildiğini açıkladı.
 
Stalin, bundan sonra SSCB’yi kolektifleştirme ve yoğun sanayileşmeye dayalı topyekun bir devrimin içine soktu. Birinci Beş Yıllık Plan’ın (1928/29-1932/33) iktisatçıları tarafından oluşturulan tedrici ilkelere bağlı kalmayarak, 1929 sonunda, derhal ve topyekûn bir kolektifleştirme projesini benimsetti ve Ocak 1930’da zengin köylü sınıfı olan “kulak”ların sınıf olarak tasfiye edildiğini ilan ettirdi.
 
1937’de sona erecek olan bu hareket, milyonlarca kulakı Gulag kamplarına süren GPU’nun sert tutumu sayesinde tamamlandı. Ağır sanayinin kurulması ve doğayı dönüştürmeye yönelik büyük çaplı çalışmalar, işçi sınıfının omuzlarına yüklenen disiplin önlemleri (cezalar, 1932’de başlatılan ve 1938’de genelleştirilecek olan çalışma karnesinin çıkarılması), sosyalist rekabet ve zorunlu çalışmayı birleştiren bir baskı sayesinde başarıldı. Stalin, toplumu dönüşüme uğratma iradesini zorla benimsetebilmek için, çok güçlü bir polis aygıtına dayanmak ve devlet kuruluşlarını güçlendirmek zorundaydı.
 
1934’e gelindiğinde, tarımda kolektifleştirmeye temel olabilecek bir sınai üretime ulaşılabilmişti. Bu yılda kolhoz ve sovhozlarda 280 binin üzerinde traktör, 30 binin üzerinde biçerdöver kullanılmaktaydı. 1932’de baş gösteren kıtlığın ardından 1934’den itibaren tarımsal üretimde bir artış kaydedilmeye başladı ve bu artış 1937’ye kadar sürdü. 1937’de tahıl, pamuk, şeker gibi temel maddelerin üretimi 1913’deki üretimin 1,5-3 katına yükselmişti.
 
Stalin’in uygulamaya koyduğu ekonomik program sayesinde 1940’larda Sovyetler Birliği artık ekonomik bir güç haline gelmiş, sanayide yüksek büyüme oranlarına, üretimde büyük artışlara ulaşılmıştı. 1938’de yazılan Sovyetler Birliği Komünist Partisi Tarihi’ne göre, sanayi üretimi 1937 sonunda 1929’daki düzeyin 4 katından fazlasına ulaşmış durumdaydı. Sovyetler Birliği tanınamayacak biçimde gelişmişti.  Moskova ve Leningrad gibi kentler tam bir sanayi kenti olmakla kalmamış, sıfırdan yeni kentler inşa edilmişti.
 
Hızlı kolektifleştirme, beraberinde tarımsal üretimde olağanüstü bir düşüşü ve milyonlarca insanın açlıktan ölümünü de getirdi.  Kooperatif üretimi kabul etmeyen Ukrayna köylüleri çalışmayı reddedince Stalin’in tepkisi çok sert oldu. Milyonlarca insan rejim düşmanı ilan edilip vagonlara doldurularak Sibirya’ya sürüldü. Ülkede üretilen tarımsal ürünlerin neredeyse hepsine Moskova yönetimi tarafından el konulunca milyonlarcası da açlıktan öldü. 1933’e gelindiğinde Ukrayna, nüfusunun %25’ini açlıktan dolayı kaybetmişti.  Tarihe Holodomor Katliamı olarak geçen bu dönemde yaklaşık 8 milyon Ukraynalı yaşamını yitirmişti.
 
Churchill, Roosevelt ve Stalin
 
1932’de Stalin’in politikalarının Sovyetler Birliği’ni çok ciddi bir ekonomik ve siyasi krize doğru sürüklemekte olduğu anlaşılınca, karşı tepkilerin doğması da kaçınılmaz olmuştu. 1932 yılında yalnızca eski muhalifler değil, yeni oluşan muhalefet grupları da Stalin’e karşı seslerini yükseltmeye başladılar. Stalin 1934’te GPU’yu dağıttı ve devlet güvenliğini, Yagoda’ya bıraktığı NKVD çatısı altında yeniden örgütledi. 1 Aralık 1934’te, sadık destekçilerinden Sergey Kirov’un muhalefet tarafından öldürülmesi, Stalin’e muhalefeti demir yumrukla susturmak için mükemmel bir fırsat yarattı. Kirov’un öldürülmesinin ertesi günü başlayan ve Yejov’un NKVD’nin başına gelmesinden sonra (Eylül 1936) doruğuna ulaşan Büyük Temizlik döneminde, bütün eski Bolşevikler ortadan kaldırıldığı gibi milyonlarca insan da toplama kamplarına yollandı. 1937-1938 arasındaki iki yıllık dönemde, geriye kalan bütün Sovyet tarihi boyunca öldürülenden altı kat fazla insan öldürüldü.
 
Büyük Temizlik dönemindeki ünlü Moskova Davalarının en ilginç yanlarından biri de, neredeyse hepsinin sonuna kadar devrimci olduğu bilinen sanıklarının akıl almaz suç, cinayet ve ihanet itiraflarıydı. Kimi Gestapo ajanı olduğunu itiraf etmiş, kimi yabancı ülkeler için ajanlık yaptıklarını kabul etmiş kimi ise devlet kurumlarına sabotaj düzenlediğini kabul etmişti! Elbette bunların neredeyse tümü ya işkence altında söylenmek zorunda kalınan sözlerden ya da düzmece belgelerden oluşuyordu. İlk Sovyet hükümetinin Büyük Temizlik dönemi başladığında yaşayan üyelerin tümünün infaz edildiği düşünülecek olursa, Stalin’in olası tüm muhalefeti nasıl susturduğu rahatça anlaşılabilir. Stalin’in ölümünden sonra ilk kez Kruşçev, “Kral Çıplak” demeye cesaret edip Büyük Temizlik dönemini sorgulamaya açacaktı (Stalin Efsanesi Nasıl Sona Erdi).
 
Ufukta II. Dünya Savaşı görünmeden hemen önce Hitler Almanya’sı ile imzaladığı saldırmazlık anlaşması ile Stalin, Sovyetler Birliği’ni güvence altına almış oluyordu. Ne var ki bu anlaşma aynı zamanda Hitler’e de çok daha rahat hareket edebilme, güçlerini tek cephede yoğunlaştırabilme ve katliamlarını daha kolay gerçekleştirme olanağı da sağlıyordu. Fakat Hitler’in asıl planı, Batı Avrupa’da üstünlüğü ele geçirdikten sonra Sovyetler Birliği’ne saldıracak kadar zaman kazanmaktı.
 
22 Haziran 1941’deki Alman saldırısı Stalin’i ilk başlarda zor durumda bıraktıysa da, Sovyet halkının destansı direnişi ile Naziler önce Sovyet topraklarından, sonra da Doğu Avrupa’dan sürüldü. Stalin Sovyet yurtseverliğine, Rus milliyetçiliğine seslenerek, ödünler verip Ortodoks kilisesi ve Sovyet Müslümanları ile anlaşarak tüm Sovyet halkını savaş için seferber etti. Savaş propagandaları Stalin’i bir strateji dehası olarak tanıtmıştı ama sonradan Stalin’in askeri alandaki uzmanlığı ve yetenekleri büyük tartışmalara yol açacaktı.
 
Stalin, 1943 yılında Komintern’i dağıtarak SSCB’nin artık devrim arayışında olmadığını gösteriyor, hem de Roosevelt’e güven sağlayarak Tahran ve Yalta konferanslarında bütün Doğu ve Orta Avrupa üzerinde yakın gelecekte kurulacak Sovyet hegemonyasının gereğini Amerikalılara kabul ettiriyordu. Stalin, Avrupa’yı Nazi işgalinden kurtarması karşılığında Doğu Avrupa’nın özgürlüğüne ipotek koymayı hakkı olarak görüyordu.
 
1945’teki büyük zaferden sonra Stalin, tarihte eşine çok az rastlanan tarz ve kapsamda bir “kişiye tapınma” konusu oldu. O artık “tüm halkların dahi babası” idi. Politikadan bilime, sanattan felsefeye bütün etkinlik alanlarında onun tarafından saptanan çizgiyi “komünistim” diyen bütün herkes aynen kabul etmek zorunda duyuyordu kendini. Bu ise otoritesini daha da güçlendirmiş, Stalin ülkeyi sadece kendine yakın gördüğü birkaç kişiyle yönetmeye başlamıştı (Jdanov, Malenkov, Beria, Bulganin, Kruşçev).
 
Ömrünün son günlerine doğru Stalin giderek daha da kuşkucu olmaya ve komplo saplantıları içinde yaşamaya başlamıştı. Yeni bir Büyük Temizlik hareketi başlamak üzereydi ki, bu gerçekleşmeden ölüm Stalin’i yakalayacaktı.
 
1 Mart 1953’ün ilk saatlerinde, Moskova’nın 15 km. batısındaki ikametgahında istirahate çekilen Stalin’in odasına akşam 10 sıralarında giren Peter Lozgachev korkunç bir manzarayla karşılaşır. Tüm dünyayı titreten Stalin, üstünde kendi idrarına batmış bir pijamayla bilincini kaybetmiş biçimde yerde sırt üstü yatmaktadır. Derhal doktorlar çağrılır ama çabalar sonuçsuzdur; dört gün sonra 5 Mart 1953’te Stalin ölür.
 
Stalin’in hayatı dünya döndüğü müddetçe tartışılmaya devam edecektir. Sevenlerine göre Stalin emperyalizmin kabusu, reel sosyalizmi inşa eden gerçek bir devrimci; sevmeyenlere göre ise milyonlarca insanı katleden tarihin en büyük diktatörlerinden biridir. Yaptıklarıyla Sovyetler Birliği’ni geri kalmış bir tarım ülkesinden bir süper güce dönüştürmeyi başarmış ama kurduğu korku imparatorluğu ile kapitalizmin eline büyük bir koz vererek belki de yüzlerce başka sosyalist devrimin gerçekleşmesini engellemiştir. Bugün dahi “komünizm” ya da “sosyalizm” karşıtı propagandalar için en sık kullanılan örneklerin Stalin dönemi uygulamaları olması bunun en büyük kanıtıdır.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.