Sosyal Medya

Murat Bardakçı: Hemen şakıyorlar; Membiç de bizimdi, Afrin de, El Bab da! İşte, Misak-ı Millî hayata geçiyor, her tarafı alacağız!

Son zamanlarda ne zaman sınır ötesi harekât yapsak, hemen Misak-i Millî’yi hatırlayanlar çıkıyor…



MURAT BARDAKÇI / HABER TÜRK
 
Sınırı geçip Musul’a doÄŸru ÅŸöyle birkaç kilometre ilerleyelim, sosyal medyada ânında “Musul zaten Misak-ı Millî sınırlarının içerisindedir” deniyor. Suriye sınırında harekâta mı baÅŸlıyoruz, yine bir ağızdan ÅŸakıyorlar: “Membiç de bizimdi, Afrin de, El Bab da! Ä°ÅŸte, Misak-ı Millî hayata geçiyor, her tarafı alacağız!”.
 
Åžimdi bir “güvenli bölge” tartışması var ya… Operasyonların maksadının o bölgenin içerisinde kalacağı söylenen Aynularab’ın, Dirbasiye’nin, Resulayn’ın, Malikiye’nin ve daha baÅŸka köylerle kasabaların terörden temizlenmesi olduÄŸu hatırlara gelmiyor; aynı ÅŸekilde Misak-ı Millî’den bahsediliyor. Bütün bu operasyonların toprak kazanmak deÄŸil, sınırlarımızı güvenli hâle getirmek için yapıldığını, üstelik Türkiye’nin bunu ısrarla vurguladığını ve bunun dışında bir talebin olmadığını hatırlayan yok!
 
Misak-ı Millî’nin aslında ne olduÄŸu bizde pek bilinmez ve geniÅŸ bir kesim, bu tarihî metni bambaÅŸka bir ÅŸeymiÅŸ gibi düÅŸünür…
 
Genellikle “uluslararası bir anlaÅŸma” olduÄŸu zannedilir, bütün çabamıza raÄŸmen bu anlaÅŸma ile kazandığımız haklarımızı bir türlü elde edemediÄŸimize inanılır, Musul’u, 12 Ada’yı vesair yerleri topraklarımıza katamadıkları için baÅŸta Mustafa Kemal PaÅŸa olmak üzere o devirdeki devlet büyüklerini suçlayanlar da çıkar…
 
Halbuki hakkında hâlâ büyük emeller beslenen Misak-ı Millî öyle uluslararası bir anlaÅŸma, yabancı devletlerle zor pazarlıklar neticesinde ortaya çıkmış bir metin falan deÄŸil, tek taraflı bir temenni belgesidir! Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nun son Meclisi tarafından 28 Ocak 1920’de kabul edilen ve o zaman “Ahd-ı Millî” denen bu altı maddelik bildiri sadece bizi alâkadar eden bir niyet belgesidir, gerçi Ä°stiklâl Harbi’nin kazanılmasında manevî bakımdan büyük rolü olmuÅŸtur ama hukukî olarak baÅŸka milletleri alâkadar eden bir özelliÄŸi yoktur. Dostu yahut düÅŸmanı deÄŸil, sadece bizi baÄŸlar!
 
Dolayısı ile “Musul, Ege Adaları, falanca yerler, filânca topraklar Misak-ı Millî’ye göre bizimdi ama aldatıldık, kandırıldık, cephede kazanıp masada verdik” diye feryad etmek kadar “Suriye’ye giriyoruz, bu iÅŸ tamamdır, Türkiye nerede ise bir asır sonra Misak-ı Millî’yi uygulamaya çok ÅŸükür karar verdi” diye düÅŸünmek de abestir ve bunlara inananların sadece birer tarih cahili olduklarını ortaya koyar!
 
ANLATAYIM, KARAR SÄ°ZÄ°N!
 
OrtadoÄŸu’daki eski topraklarımızdan bazılarına yeniden sahip olacağımıza gün geçtikçe daha fazla heveslenenlerin çıktığını gördükçe, seneler önce Aziz Nesin’den iÅŸittiÄŸim bir sözü hatırlarım…
 
Daha önce de yazmıştım, tekrar anlatayım…
 
1980’li senelerde Kahire’de yaşıyordum… Kahire Havaalanı, o devirde normal pasaport taşıyan Türkler için bir azap ve çile mekânıydı! Mısırlılar, Türkler arasında bir hayli uyuÅŸturucu kuryesi bulunduÄŸu gerekçesi ile Kahire’ye gelen Türkler’in pasaportlarını toplayıp götürür, bilgisayar da henüz bilinmediÄŸi için kontroller kâğıt tomarları üzerinden yapılır, en kısa araÅŸtırma yarım saat sürer ve pasaportlar bütün bunlardan iade edilir, sahibinin Kahire’ye girmesine ondan sonra izin verilirdi…
 
Hiç unutmam: Bir iÅŸ için Ä°stanbul’a gelmiÅŸtim ve Kahire’ye dönüyordum. Havaalanında, Aziz Bey ile karşılaÅŸtım. BeÅŸ karış suratla bir koltuÄŸa oturmuÅŸ, elinden aldıkları pasaportunu getirmelerini bekliyordu…
 
Basın bürosunu devreye soktum, pasaportunu bulup giriÅŸ muamelesini yaptırdık ama asıl rezalet o zaman ortaya çıktı: Dünya Yazarlar BirliÄŸi’nin Kahire’de yapacağı kongreye davet edilmiÅŸti, havaalanında karşılayıp oteline götüreceklerini söylemiÅŸlerdi ama gelen-giden yoktu! Zira kongre iptal edilmiÅŸ, üstelik iptali haber vermeyi bile akıl edememiÅŸlerdi ve Aziz Bey havaalanında kalakalmıştı... Hattâ elinde resmî bir davet mektubunun bulunmasına raÄŸmen o bitmez kontrol için pasaportunu da almışlardı!
 
Dede dostum Aziz Bey ile Zemalek’teki evime gittik, o gece bende kaldı, misafirini kapıda bırakan Yazarlar BirliÄŸi’ni ertesi sabah arayıp vaziyeti izah ettik, geldiler ve üstadı binbir özürle alıp Marriot Oteli’ne yerleÅŸtirdiler.
 
Her gün yürüyüÅŸ yapmak âdetiymiÅŸ, bende kaldığı gün akÅŸama doÄŸru “Gel, biraz yürüyelim” dedi ve Zemalek’in 26 Temmuz Caddesi’nde dolaÅŸmaya baÅŸladık. Ellerini arkasına baÄŸlamış vaziyette ağır adımlarla yürürken gayet dikkatli ÅŸekilde etrafı süzüyordu. Bir ara caddenin üzerindeki o senelerin meÅŸhur pastahanesi “Simons”ta çay içtik, cebinden katlanmış bir kâğıt çıkarttı ve ve yaşı gereÄŸi kendisine daha kolay gelen eski harflerle bazı notlar aldı…
 
Sonra bana döndü, ve “Buraları iyi ki kaybetmiÅŸiz!” deyiverdi!
 
Åžaşırdım, “Neden?” diye sordum, “Neden olacak?” dedi; “DüÅŸünsene, buralar hâlâ bize ait olsa idi, sokaktaki bu adamların hepsi ÅŸimdi vatandaşımızdı. Ne iÅŸe yarayacaktı ki? Åžu sefalete bak! Ä°yi ki kaybetmiÅŸiz!”…
 
Aziz Bey’in kanaatine katılır veya katılmazsınız… Ben, ÅŸimdilerde kapıldığımız her fetih hülyasından sonra hatırladığım bir hatıramı naklediyorum...

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.